Kıbrıs Karpaz İskele

Kıbrıs Karpaz İskele

Kıbrıs adasının kuzey doğusunda bulunan ve İskele ilçesinin bir parçası olan Karpaz yarımadası: huzur veren sessizliği, yeşilliklerin süslediği masmavi koyları, upuzun kumsalları, el değmemiş doğası ve geçmişin görkemine tanıklık eden tarihi kalıntılarıyla cennetten bir parçadır.

Yaklaşık 80 km uzunluğundaki bu yarımada, Akdeniz Havzası’nın belki de son bakir ve huzurlu parçasıdır.

Gazi Magosa şehrinden Karpaz’a giderken, sağ yanda, denizle yol arasında kalan muhteşem oteller göreceksiniz, bunlar tanınmış marka oteller.

Bir çıkıntı şeklinde uzanan Karpaz yarımadası, biçiminden dolayı bazı antik yazarlar tarafından “Öküz kuyruğu” ve “Tava sapı” adlarıyla tanımlanırken, antik gezginlerden Pococke ise, antik Karpasia kentinin, yarımadaya adını vermiş olduğunu yazar.

Kıbrıs’tan söz eden en eski tarihçi yazar olan Strabon, MS.23 yılında yazmış olduğu “Geografica” adlı kitabında, Karpaz Yarımadasından söz ederken: Acte Achaion adıyla bilinen Akalar sahilinden, Telamon’un oğlu Teucer’in kurduğu Salamis kentinden, Anadolu’nun güney sahillerindeki Sarpedon’un karşısında bulunan Karpasia kentinin limanından, Urania kentinden ve burundaki Aphrodite Acraia tapınağı ile Klides Adalarından söz etmiştir.

Strabon’un dışında, Kıbrıs’ı ziyaret eden diğer seyyahların ziyaret ettikleri yerleşim yerleri arasında Klides adaları, Macaria (Santa Maria), Aphrodisium, Kantara Kalesi, antik Karpasia, Ay, Philon kilisesi, Kanakaria kilisesi, Kumyalı, Urania, Venüs Tapınağı, Apostolos Andreas Manastırı, Aphrodisium Kent harabeleri, Ay, Selonez, Erenköy, Aphendrika ve Limionas bulunmaktaydı.

Karpaz’ın kuzey sahillerinde

Anadolu ile ticari ilişkileri nedeniyle kurulduklarına inanılan çok sayıda küçük doğal liman vardı. Bunlardan Afendrika, Karpasia, Exarchos, machairiona ve Yenierenköy limanları, başlıcalarıydı.

Caretta Caretta, Yeşil Kaplumbağa, nesli tükenmekte olan Akdeniz foku, 300 çeşit flora, 200 çeşit kuş, 100 çeşit balık ve deniz canlısı, 8 çeşit deniz memelisi, 13 çeşit karasal uçan memeli, 21 çeşit sürüngen, çok sayıda yaban eşeği, balıklara ve omurgasızlara besin kaynağı ve yuva olan  deniz bitkileri, 20 kayıtlı tarihi eser ve 5 adet arkeolojik alan, doğal bariyerler, tepeler, kumullar ve kumul plajları, kumtaşı ve kayalar, 3 adet Antik çağa ait taş ocağı, 2 adet özel çevre koruma bölgesi, Kuzey Kıbrıs’taki tek Milli Park, Kuzey Kıbrıs’ta belirlenen 6 Natura 2000 alanlarından ikisi, Kıbrıs’ta yayılış gösteren bitki çeşitliliğinin ve endemik türlerin yaklaşık % 75’i Karpaz Yarımadasındadır.

1974 Barış Harekatı öncesinde

“Trikoma” olarak adlandırılan bölgenin ismi, 1975 yılında Larnaka’nın İskele köyünden kaçarak buraya gelen Kıbrıslı Türklerin 1975 yılında yerleşmesinin ardından “Yeni İskele” olarak değiştirilmiştir.

Sonraki düzenlemede ise yörenin ismi “İskele” yapılmıştır. İskele: Gazimagusa ve Karpaz arasındaki en büyük yerleşim yeridir.

Burada: zengin flora ve faunanın koruma altına alındığı “Karpaz Koruma Alanı” (Milli Park) bulunuyor.

kıbrıs eşekleri.1
Kıbrıs Karpaz İskele Kıbrıs Eşeği
kıbrıs eşekleri.2
Kıbrıs Karpaz İskele Kıbrıs Eşeği

KIBRIS EŞEĞİ

Kıbrıs’a özgü birçok hayvan türü arasında, adeta ülkenin sembolü olarak ilgi çekmektedir. Karpaz Yarımadasının doğasında yabani olarak kendilerine yaşam alanı yaratan eşekler, genelde toplu halde sürüler halinde dolaşırlar.

Eşekleri Karpaz Yarımadasında, özellikle Dipkarpaz köyü ve Zafer Burnu arasında doğal ortamlarında görmek mümkündür.

Özellikle 1974 yılına kadar Kıbrıs’ta ailelerin bir parçası olan eşekler, bu tarihten itibaren Karpaz Yarımadasında toplanmıştır.

Karpaz eşeklerini, diğer eşeklerden ayıran en önemli özellik, çok güçlü olmalarıdır. Hatta Osmanlı saraylarında yük taşınırken özellikle Karpaz eşekleri tercih ediliyormuş.

Bu bölgenin doğasının zenginliği bu eşeklerin çoğalmasını sağlamış ve günümüzde bölgenin en önemli turizm çekiciliğini oluşturmuşlardır.

Günümüzde buradaki eşek varlığının 300-3000 arasında olduğu söylenmektedir.

Araba ile yolda giderken, bir eşek yolun üstünde durup, arabanızı durdurur, diğer iki eşek ise, arabanın her iki yanından size yaklaşarak yiyecek bir şeyler özellikle havuç isterler.

Bu manzara, gerçekten ilginizi çekecektir.

karpaz.genel.2
Kıbrıs Karpaz İskele Karpaz Plajları
karpaz.altınkum.1
Kıbrıs Karpaz İskele Altınkum Plajı

KARPAZ PLAJLARI

Boğaz’da bulunan “Haraydi Sahili” halk plajı olarak kullanılmaktadır. Ayrıca: Bafra ve Altınkum gibi bakir plajlarda, doğal güzellikleriyle huzur arayanların ilgisini çekmektedir.

Altınkum plajı

Karpaz yarımadasının 2 km boyunca uzanan muhteşem sahili ve masmavi sularıyla, Akdeniz’in en bakir sahillerindendir. İnce ve altın sarısı kumdan oluşan ve kilometrelerce uzanan plaj sakinliğiyle ünlüdür ve Karpaz bölgesinin isminin duyulmasında etkili olmuştur.

Deniz kenarında kilometrelerce çıplak ayakla yürünebilir. Akdeniz’in berrak sularında denize girilebilir. Burası aynı zamanda Caretta Caretta kaplumbağalarının yumurtlama alanıdır.

Altınkum ile ilgili son ve önemli bir not: Yunan mitolojisinde Aşk ve Güzellik Tanrıçası Afrodit’in buradaki dalgalardan doğduğuna inanılıyor.

karpaz.genel.0
Kıbrıs Karpaz İskele
karpaz.genel.3
Kıbrıs Karpaz İskele

GEZİLECEK YERLER

karpaz.zafer burnu.1
Kıbrıs Karpaz İskele Zafer Burnu
karpaz.zafer burnu.3
Kıbrıs Karpaz İskele Zafer Burnu

Zafer Burnu

Kıbrıs adasının en kuzey ucudur. Adanın bu en kuzey ucunda, çok büyük boyda bir KKTC ve Türkiye bayrağı yan yana yükselmektedir. Hemen kuzeyinde ise birkaç küçük ada vardır ve bu adalara “Zafer Adaları” denilir.

Ancak buraya ulaşmak isterseniz, kötü bir yolu aşmanız gerekiyor.

Yol çok kötü ve engebelidir. Yol güzergahında kahvaltı yerleri ve yaban eşekleri görebilirsiniz.

Zafer Burnu’na varmadan hemen önce, tarihin en eski kiliselerinden birisini de görebilirsiniz.

Karpasia kenti

MÖ 1050 yılından başlayarak Ortaçağ’a kadar tarihlenen antik Karpasia şehir kalıntıları, Dipkarpaz köyü ile 3 km kuzeyindeki kayalık körfezlerin bulunduğu sahil şeridi arasındadır.

Antik çağlarda: Salamis ile Anadolu arasında ticareti sağlayan bir Pazar yeri olmasının yanı sıra, bir Fenike kolonisi olarak da bilinmektedir.

Şehrin efsanevi kurucusu, Kıbrıs ile Sidon kralı ve Kıbrıs’ın ilk heykel sanatçısı olarak bilinen Pygmalion’dur.

Latin ozanlarından Ovidius tarafından yazılan “Pigmalion’un Öyküsü”, daha sonra Yunan mitolojisine girmiştir.

Mitolojiye göre: kadınlardan nefret etmesi nedeniyle hiç evlenmeyen Pigmalion, mükemmel kadını yaratmak için fildişinden (bazı kaynaklara göre mermerden) bir heykel yapmıştır.

Yarattığı heykel, hiçbir kadında bulunmayan güzelliğe sahiptir.

Bu yüzden aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’in gazabına uğramış ve heykele aşık olmuştur. Ancak aşkına karşılık göremeyince ızdırab çekmeye başlar.

En sonunda heykele can vermesi için Afrodit’e yalvarır. Çektiği acıyı gören Afrodit, Pigmalion’un sevgisini karşılıksız bırakmaz ve Venüs Bayramında heykele can verir.

Süt beyazı anlamına gelen Galateia (Galatya) adını alan bu kadınla evlenen Pigmalion’un bir oğlu olur.

Ona Afrodite’nin sevdiği şehir Paphos (Baf) adını verir. Efsanede, bu çocuğun, aynı zamanda Baf şehrinin isim babası olduğu da yer almaktadır.

Evet, Karpasia şehri, Kıbrıs’ın en eski piskoposluk merkezi olarak bilinmektedir. Bu şehirde, MS 401 yılında Aziz Philon. İlk piskopos olarak atanmıştır.

Bu yüzden, yapılan kiliseye de onun ismi verilmiştir. Şehir, Bizans döneminde büyük bir gelişim süreci içine girer.

MS 647-649 yıllarındaki Arap akınlarından etkilenen şehir halkı, şehrin gerisindeki tepelerde bulunan Agridia şehrine çekilmişlerdir.

Şehir, Latin döneminde Nores ailesine aittir. Ancak bu dönemde şehir sakinlerinin güneye çekilip şimdiki Dipkarpaz köyünü kurdukları sanılmaktadır.

Çoğu kalıntıları halen toprak altındadır. Sadece bugüne kadar bir kısmı kazılan Ay Philon kilisesi, şehrin antik limanı ve Tsambres mevkiindeki mezarlık alanı görülebilmektedir.

ayios philon kilisesi.1
Kıbrıs Karpaz İskele Dipkarpaz Ay Philon Kilisesi
karpaz.agios philon kilisesi.1
Kıbrıs Karpaz İskele Dipkarpaz Ay Philon Kilisesi

Ay. Philon Kilisesi-Dipkarpaz

Dipkarpaz köyünün kuzeyinde, deniz kıyısındadır.

5’nci yüzyılda inşa edilen kilisenin bulunduğu alan: ilk kez Fenikelilerin yerleştiği antik Karpaz şehrinin bulunduğu yerdir.

Kiliseye adını veren Philon: 4’ncü yüzyılda Karpaz bölgesinde yaşayanları Hıristiyanlaştıran Piskopos’dur.

Kilise: Roma ve Helenistik dönem kalıntılarının yıkıntıları üzerine inşa edilmiştir. Üç bölümden oluşan apsisi ve kubbesi vardır.

Orijinal zemini: renkli (sarı, kırmızı, siyah, beyaz) taşlardan yapılmış ve son derece iyi durumdaki mozaiklerle kaplıdır.

802 yılında Arap saldırıları sırasında, tüm şehirle birlikte kilise de tahrip edilmiştir. Ancak 12’nci yüzyılda Bizans döneminde yeniden inşa edilmiştir. Bir sarnıç ve vaftiz odası vardır.

Panagia Theodokout Kilisesi-İskele İkon Müzesi

Bu kilise, İskele kasabası içindedir. 12’nci yüzyılda inşa edilen kilisenin iç duvarında, apsis ve kubbelerinde: 12 ve 15’nci yüzyıllara ait freskler görülür. Kilisenin güney kısmı: en eski bölüm olup Bizans dönemine tarihlenmektedir.

15’nci yüzyılda, kuzey kısımlar ve daha geç bir dönemde de batı kısımlar eklenerek bina genişletilmiştir. Günümüzde çevreden toplanan ikonların sergilendiği bir müze olarak ziyarete açıktır.

Panagia Kyrama Kilisesi-Sazlıköy

Sazlıköy’ün yaklaşık yarım mil kadar doğusundadır.

Meryem Ana’ya adanmış olup Panagia Kyra adıyla bilinmektedir. Haç planlı ve kubbe üst örtülü küçük bir yapıdır. Bir zamanlar, bir manastır içinde yer aldığı varsayılmakla birlikte, manastıra ait yapılar günümüze ulaşmamıştır.

Kilisenin doğusunda bulunan yarım daire şeklindeki apse, erken Bizans (MS. 330-642) dönemine tarihlenir. Kilisenin geriye kalan kısımları ise Orta Bizans (MS. 642-1204) dönemine tarihlenir. Narteks adıyla bilinen kiliseye giriş bölümü ile güneydeki avluda, taştan yapılmış bir zeytinyağı değirmeni vardır.

Ayios Thyrsses Kilisesi-Yenierenköy

Yenierenköy’ün deniz kenarındaki Ayios Thyrsos bölgesinde küçük bir kilisedir. 16-17’nci yüzyıllara tarihlenmektedir.

Kilise adını: bir zamanlar Karpasia kentinin piskoposu olan erken Bizans dönemi azizi Thyrsos (Theryssos)’dan alır.

Kayalık bir alana yapılmış olan kilisenin apsisi, bir zamanlar Ayios Thyrsos’un içinde yaşadığı mağaranın olduğu yere inşa edilmiştir.

Ancak bu mağara günümüze kadar ulaşmamıştır. Kilisenin kuzey-batı köşesindeki basamaklarla ayazmanın bulunduğu kilisenin altındaki yer altı odasına inilir.

Odanın tabanında, kutsal suyun var olduğu bir çukur, duvarlarda ise dar bir tünel bulunmaktadır. Cilt hastalığı olanların buradaki suyla yıkandıktan sonra, denizde de yıkanmaları halinde, sağlığa kavuşacaklarına inanılır.

Eski kilisenin güney-batısındaki yeni kilise 1911 yılında inşa edilmiştir.

Yenierenköy-Anıtsal heykeller ve kilise harebeleri

Yenierenköy’ün doğusundaki Ay, Thyrsos kilisesi’nin yaklaşık 3 km güneyindeki Vikla (Gözetleme amacıyla kullanılan yüksek yer) tepesinin kuzey yamacındaki Ayia Triada mevkiindeki eski eser alanında, kireç taşından yapılmış iki heykel vardır.

Heykellerden biri büyük, diğeri ise normal bir insan boyundadır.

Mısır etkisi taşıyan büyük boy erkek heykeli, yaklaşık 4.30 metre boyunda, kadın olan diğer heykel ise yaklaşık 2.40 metre boyundadır.

Bir kadını yansıttığı tahmin edilen heykelin sağ elinde, bir cisim bulunmaktadır. Bu cismin, bir tef, lir veya Tanrılara sunulacak bir adak hediyesi olabileceği varsayılmaktadır.

Kıbrıs’ta genellikle bu şekilde  heykeller Geç Arkaik Dönemden (MÖ. 600-475) başlayarak Roma döneminde (MÖ 30 – MS 330) de devam eden küçük boy heykellere benzediklerinden, bu dönemlere tarihlenmeleri olası görülmektedir.

Heykellerin çevresindeki Pyrgos mevkiinde Ayia Marina kilise harabesi vardır. Tek sahınlı olan kilisenin iç duvarlarında MS. 13’ncü yüzyıla tarihlenen fresk kalıntıları bulunmaktadır. Kilisenin kuzeyinde bir şapel ve biraz ilerisinde bir sarnıç görülür.

kastros.1
Kıbrıs Karpaz İskele Kastros

KASTROS

Zafer Burnu ya da Apostolos Andreas Burnu olarak bilinen Karpaz yarımadasının en doğu ucunda: 1970-1974 yılları arasında: Fransız Ulusal Bilim Araştırmaları Merkezinden Alain Le Brun başkanlığındaki bir ekip tarafından yapılan kazılar sonucu adanın bu en eski yerleşim yeri ortaya çıkarılmıştır.

Kastros’un kelime anlamı: “yer altına kazılmış sığınma veya korunma yeri, siper, mevzi, kale” demektir.

Neolitik (MÖ 6000-5800) döneme ait olan yerleşimde: yaklaşık olarak 2.5 metre çapında, yuvarlak planlı evler açığa çıkarılmıştır.

Dönemin en tipik özelliği olan dairesel planlı ev inşa etme anlayışı ve kıyıya yakın alanlarda yer alan korunaklı doğal tepeler üzerine yerleşim kurma geleneği, adanın diğer Neolitik köylerinde olduğu gibi burada da görülmektedir.

Ele geçen çok sayıda balık kemiği, deniz kabuğu ve balıkçılık gereçleri: yerleşimcilerin temelde balıkçılıkla uğraştıklarını gösterir.

Obsidyen’den yapılmış gereçlerin varlığı ise, yerleşimcilerin Anadolu’dan geldiğini ya da Anadolu ile irtibatlı olduğunu işaret etmektedir.

Kastros Tepesi Antik Mezarı-Kaleburnu

Kaleburnu köyünün doğusundaki Kastros Tepesinin güney doğusundaki antik bir su kuyusu ile St. Anna Harabe kilisesinin yanındadır.

Bu mezar, kayaya düzgün olarak oyulduğundan, zenginlere ait bir aile mezarı olduğu tahmin edilmektedir.

Cephe planı, Avtepe civarındaki Elisis mevkiinde bulunan ve kral mezarı olarak anılan Kastros antik mezarının bir benzeridir. Mezarın tipi klasik-Helenistik (MÖ. 5-4 yüzyıllar) döneme tarihlenen mezarların bir benzeridir.

Merkezi koridorun uzunluğu 68 ayak 8 inç, yüksekliği ise 8-9 ayak civarındadır. Bir zamanlar, bu mezarda üç ayrı su kuyusu bulunmasına karşın, şimdilerde sadece merkezi koridorun sonundaki görülmektedir.

Merkezi koridorun her iki yanına, üçerden toplam altı adet derin niş açılmaktadır. Ölüler, bu nişlere konulmaktaydı. Koridor şeklindeki nişlerin uzunlukları, yaklaşık 25 ayak, genişlikleri ise yaklaşık 10 ayaktır.

Rivayete göre: yıllar önce Kastros’un karşısındaki Vasili Tepesinde (şimdiki Kral Tepesi) demir top güllesine rastlanıldığından, bu iki yer arasında karşılıklı bir savaşın geçtiğine inanılmaktadır.

Yine rivayete göre: bir zamanlar Kastros’daki büyük mezarda oturan kral, definesinin tamamını karşıdaki Kral tepesine gömmüştür.

Ancak Kral Tepesinin düşmanların eline geçmesinden sonra, Kastros’daki mezarın ikinci kapısına kraliçe ile birlikte oturan kral, Kral Tepesini seyredermiş.

Kral Tepesi-Kaleburnu

Arkeoloji dünyasında, son yıllarda yapılan en önemli keşiflerden biridir.

Karpaz yarımadasının güney kıyısındaki Kaleburnu (Galinopomi) köyü yakınlarındadır.

Bölgede gezinti yapan ziyaretçilerin ihbarı üzerine, 2005 yılında kazılar başlatılmıştır. Kazılar sonucunda, Kral tepesinde Geç Tunç Çağı’na tarihlenen bir antik yerleşim yeri kalıntıları bulunmuştur.

Yerleşim tepenin en üst bölümündeki platoya ve aşağıdan yukarıya doğru uzanan birçok teras üzerinde yayılmaktadır.

2004 yılındaki kazılarda: bir küp içinde 26 adet yüksek kaliteli bronz eserden oluşan hazine ele geçirilir.

Bu eserler: geç Bronz çağına ait olup, yaklaşık olarak MÖ 13’ncü yüzyıla tarihlenmektedir. Söz konusu kalıntılar, denizden 200 metre yükseklikteki kayalık bir tepe üstünde bulunmuştur.

Ancak buradaki kalıntıların tüm tepe ve yamaçlara yayıldığı, yerleşimden 2 kilometre uzaklıktaki deniz kıyısında bir ya da daha fazla liman bulunduğu düşünülmektedir.

Söz konusu hazinenin tesadüfen gün ışığına çıkması ile Kral tepedeki arkeolojik çalışmalar Alman bir ekip tarafından başlatılmıştır.

Kazı çalışmaları sırasında: üst platoda Geç Tunç Çağı’na, MÖ 13-12’nci yüzyıllara tarihlenen bir saray-tapınak yapısı gün ışığına çıkarılmıştır.

Yürütülen kazı çalışması sırasında bulunan çok sayıda Kıbrıs’a özgü yazı örnekleri, en önemli buluntular arasında sayılmaktadır.

Devam eden çalışmalarda: ortaya çıkan eserler, Kral Tepesinin geç Bronz çağında hem Doğu Akdeniz Bölgesi için önemli bir ticaret merkezi hem de Kıbrıs’ın önemli bir yerleşim merkezi olduğunu göstermektedir.

Elisis Kastros Antik Mezarı-Avtepe

Avtepe sınırları içinde bulunan Elisis bölgesindeki Kastros Tepesinin kuzeyindeki uçurumun cephesine kazılmış büyük bir oda mezardır.

Yapımı tam olarak tamamlanmadığından, gömü amacıyla kullanılmadığı izlenimi edinilmektedir. Kuzey cephesi Kaleburnu’ndaki Kastros Tepesi mezarına benzerlik gösterir. Bu yüzden, bu mezarın da Klasik-Helenistik dönemlerine tarihlenmesi mümkündür.

87 ayak olan merkezi sahına, kuzeydeki kemerli bir kapıdan girilir.

Giriş kapısı, yer seviyesinin yaklaşık olarak 15-20 metre yukarısındadır. Merkezi sahının ucunda dikdörtgen biçiminde ana kayaya oyulmuş çok derin bir kuyu vardır. Bir rivayete göre: suç işleyenler bu kuyuya atılırmış.

Yine bir başka rivayete göre: bir zamanlar soyguncular bu mağaraya saklanırlar ve Karpaz bölgesinde seyreden kervanları soyduktan sonra, el koydukları eşyaları bu mağarada saklarlarmış.

Nitovikla

Kuruova köyünün 4 km kadar güneyinde, deniz kıyısındadır. Nitovikla: 1928 yılında İsveçli arkeologlar tarafından kazılmış, Orta Tunç çağına tarihlenen antik bir kaledir. Denizden yaklaşık 25 metre yükseklikte bir kayalık üzerine inşa edilmiş olan kalenin duvarları, harçsız moloz taşla örülmüştür.

Kalenin duvarları 2 metreden 5 metreye kadar ulaşan kalınlıkta olup kulelerle köşelerde desteklenmiştir. Kulelerin sadece dış köşelerinde düzgün köşeli bloklar kullanılmıştır. Kalenin MÖ 1400’ler civarında Hiksos istilasından etkilenerek tahrip olduğu varsayılır. Yerleşimin Orta Tunç Çağından olan mezarlığı da araştırılmıştır.

Tarihi Yağ Değirmeni-Büyükkonuk

Antik dönemlerden itibaren zeytinin bol olarak üretildiği Büyükkonak köyündeki ilkel yağ değirmeninin geçmişi, 1870 yılına dayanmaktadır.

Zeytinyağı imalathanesi önce Mehmet Mulla Halil’in evinin sürdürmesinde kurulur, ancak 1917 yılında Mulla Halil’in ölümü üzerine, zeytinyağı değirmeni ile pres şimdiki eve taşınır.

İlk zamanlar zeytinlerin ezilmesini sağlayan yağ değirmeninin tekne ile silindirik kısımları taştan, ezilen zeytinlerin sıkılması amacıyla kullanılan burgu şeklindeki pres ise çam ağacından yapılmıştı.

Hayvan veya insan gücüyle çalışan yağ değirmeninde Eylül ayında olgunlaşan zeytinler ezilir, sonra da harar denilen keçi kılından yapılmış torbalara konarak, insan gücüyle çalışan preste sıkılarak yağ elde edilirdi.

1930 yılında ahşap presin yerini, yine insan gücüyle çalışan şimdiki madeni pres aldı. Köyde kooperatif tarafından yağ fabrikası kurulduktan sonra bu atölye 1986 yılında tamamen kapatıldı.

Zamanla yok olma sürecine giren yağ değirmen evinin geleneksel Kıbrıs kerpiç mimarisi, restore edildikten sonra 18 Mayıs 2008 tarihinde “HASDER Değirmen Kültür Evi” adıyla hizmete açıldı.

Zeytinyağı imalathanesinin bir odasında zeytin yağı üretiminin tarihçesi ile üretim aşamaları sergilenirken, binada geleneksel el işleri eğitimi de verilmektedir.

karpaz.Panayia-Kanakaria.1
Kıbrıs Karpaz İskele Panagia Kanakaria Kilisesi-Boltaşlı

Panagia Kanakaria Kilisesi-Boltaşlı

Boltaşlı köyünün girişinde yer alan, Meryem Ana’ya adanmış ve kesme taştan inşa edilmiş bir manastır kilisesidir.

Orijinal kilise MS. 5’nci yüzyılın sonu veya MS.6’ncı yüzyılın başında inşa edilmiştir. Bir zamanlar kilisenin apsesi içinde bulunan Meryem Ana ile İsa’yı yansıtan ünlü mozaik ile diğer mozaikler bu döneme ait olup, mozaiklerin bulunduğu eski kilise, MS. 647 yılında başlayan Arap akınları sırasında yıkılmıştır.

Üstü ahşap örtülü ve üç sahınlı Bazilika şeklinde yeniden inşa edilen yapının da MS. 1160 yılındaki yer sarsıntısında yıkılması üzerine, üç kubbeli olarak yeniden inşa edilmesine başlanmış, ancak başlatılan inşaat MS. 14’ncü yüzyılda tamamlanabilmiştir. Bu çalışmalarda kilisenin duvarlarına freskler de yapılmıştır.

Nitekim kilisenin güneyindeki sütunlu kapı girişinin üst başında bulunan yarım daire şeklindeki nişin içinde görünen Meryem Ana, kucağında oturan İsa ve onların çevresindeki beş melek ve havarileri gösteren mozaikler, iç duvarları süsleyen eski Bizans sanatına ait önemli örneklerdendir.

Ay. Trias Bazilikası-Sipahi

Sipahi köyünde bulunan bazilika, MS. 5’nci yüzyıl sonu ile 6’ncı yüzyıla tarihlenir.

Bazilika, MS. 7’nci yüzyıldaki Arap akınları sırasında tahrip olunca, güney tarafında bulunan küçük kilise ile bazı ek binalarla yeniden düzenlenmiştir. Son olarak 9-10’ncu yüzyıllarda tahrip olunca, tamamen terk edilmiştir.

Bazilika 3 sahınlıdır, batısında narteks ve atrium, güneydoğusunda ise vaftiz odası vardır. Ama en önemli özelliği zengin taban mozaikleridir. Zemini: geometrik, bitkisel ve haç motifleri içeren mozaiklerle süslüdür.

Burada, taban üzerindeki eski Yunanca yazıda, papaz yardımcılarından Heracleos tarafından yapıldığı belirtilmektedir. Bir diğer önemli mozaik “sandal” mozaiğidir.

kantara kalesi.00
Kıbrıs Karpaz İskele Kantara Kalesi
kantara kalesi.0
Kıbrıs Karpaz İskele Kantara Kalesi

Kantara Kalesi

Beşparmak dağları üzerindeki üç kaleden en doğuda olanıdır.

Deniz seviyesinden yaklaşık 700 metre yükseklikte yalçın bir kayalık üzerine kurulmuştur.

Kuzey kıyıyı, Mesarya Ovasını ve Karpaz Yarımadasını kontrol edebilecek konumu ile stratejik bir kaledir. Arap akınları sonrasında, Bizanslılar tarafından St Hilarion ve Buffavento kaleleriyle birlikte inşa edildiği tahmin edilmektedir.

Yazılı kaynaklarda ilk olarak Aslan Yürekli Richard’ın Kıbrıs’ı ele geçirdiği 1191 yılında yapıldığından bahsedilmektedir. Kalenin ismi: en çok Luzinyan ve Venedik dönemlerinde duyulmuştur. Çünkü bu dönemlerde, buralarda birçok savaşlar yapılmıştır.

Cenevizlilerin 1373 yılında Lefkoşa ve Magusa şehirlerini işgal etmelerine rağmen, kale Kral I. Peter taraftarlarının elinde kalmıştır. Kıbrıs kralı I. Peter’in kardeşi Prens John’un: Cenevizlilerin elinde esir iken, kaçarak bu kaleye sığındığı biliniyor.

Kale 1391 yılında Kral James tarafından surlarla çevrilir. Venediklilerin adayı ele geçirmesinden sonra, denizden uzak diğer kaleler gibi, bu kale de askerden arındırılarak, eski önemini yitirir. Kalede savunma yerleri, asker odaları, su sarnıçları, tonozlu odalar ve işaret kuleleri gibi bölümler gezilebilir.

Aphendrika-Dipkarpaz

Karpaz yarımadasının kuzey kıyısında, Karpaz köyünün kuzeydoğusundadır.

Kuruluşu MÖ.2’nci yüzyılın başlarına giden bir şehir olan Aphendrika, Antik Kıbrıs’ın önemli şehirlerinden birisidir.

Kente ait: kale, kaya mezarları, tapınak ve bugün dolu olan bir liman bulunmuştur. 8’nci yüzyıl sonlarında, Kıbrıs üzerinde Arap akınlarının artması üzerine, önceki dönemlere nazaran daha küçük kiliseler yapılmaya başlanmıştır.

Bu dönemde inşa edilen kiliseler arasındaki üç tanesi: Aphendrika yakınlarında bulunmaktadır. Bunlar: Haghios Georgios, Panaghia Chrysiotissa ve Panaghia Asomatos kiliseleridir.

Bunlardan ilki olan Haghios Georgios kilisesi: 10’ncu yüzyılda yapılmıştır. Tek kubbeli bir kilisedir. Apsisi iki parçalıdır.

İkinci kilisenin ismi: Panaghia Chrysiotissa’dır. 6’ncı yüzyılda yapılmıştır. Araplar tarafından tahrip edilmesine rağmen, 10’ncu yüzyılda yenilenmiştir.

Ahşap tavanı yerine, beşik tonozlu bir tavan yapılmıştır. Ortaçağ döneminde yeniden yıkılan kilise son olarak 16’ncı yüzyılda yeniden inşa edilmiştir.

Bu üç kilisenin arasında, en iyi durumda olan, üçüncüsü ise Panaghia Asomatos kilisesidir. 6’ncı yüzyılda yapılan bu kilise, Arap akınları sonucu yıkıldığından, 10’ncu yüzyılda yenilenmiştir.

apostolos andreas.00
Kıbrıs Karpaz İskele Dipkarpaz Apostolos Andreas Manastırı
apostolos andreas.02
Kıbrıs Karpaz İskele Dipkarpaz Apostolos Andreas Manastırı

Apostolos Andreas Manastırı-Dipkarpaz

Kıbrıs adasının en doğu ucunda: Apostolos Andreas ya da Zafer Burnu olarak bilinen yerde kurulu manastır: yüzlerce yıl Ortodoksların haç yolu üzerindeki önemli bir durak noktası olarak hizmet vermiştir. Manastır: Rumlar olduğu kadar Türkler tarafından da kutsal kabul edilmektedir.

Manastır: mucizelerin yaratıcısı, rüzgarların hakimi ve yolcuların koruyucusu vasfını taşıyan “Apostolos Andreas (St Andrew)” a adanmıştır.

Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil’e göre: St Andrew, Hz İsa tarafından papazlığa çağırılan ilk kişidir ve bu yüzden,  dini unvanı “İlk çağırılan” anlamında “O Protoklitos” tur.

Hıristiyan inanışına göre: St Andrew (Aziz Andreas) deniz yolu ile Kudüs’e giderken, gemide su sıkıntısı yaşanır.

Kendisi: susuzluktan ve hastalıktan kırılan gemi mürettebatına kılavuzluk yaparak, bu burnun kayalık bir bölgesine demir attırmış ve kıyıya çıkmıştır. Tatlı su bulmanın imkansız olduğu bu kayalıklarda Aziz Andreas, elindeki değneği bir noktaya değdirmiş ve yerden tatlı su fışkırmaya başlamıştır.

Bu suyu için gemi mürettebatının tüm hastalıkları iyileşir. Hatta, bir gözü kör olan kaptan, bu su ile yüzünü yıkadığında, gözünün görmeye başladığı söyleniyor.

O gün bu gündür buradaki çeşmeden akan suyun, çeşitli hastalıklara iyi geldiği söylenir.

Her yıl dini bayramlarda, Kıbrıs Rum kesiminden otobüslerle buraya gelen yüzlerce Rum, bu manastırda ibadet eder ve bu çeşmeden su içerler. Çünkü burası dünya Ortodoks cemaatinin en önemli ibadet yerlerinden birisi olarak kabul edilmektedir.

Kutsal ve şifalı olduğuna inanılan bu suyu, şişelere ve bidonlara doldurarak evlerine götürürler. Ayrıca, ilginç şekillerde mumlar yakarak, buradaki kiliseye adaklar adar ve dilekler tutarlar. İlginç şekilli mumlar konusu: Aziz Andreas’ın kerametine inananlar: gerçekleşmesini istedikleri dileklerinin şekli verilmiş mumları yapıp, burada yakıyorlar veya adak yerine bırakıyorlar.

Örneğin: çocuğu olmayan bir aile, bebek şeklinde mumlar yapıp buraya bırakır. Adak adandıktan sonra, dilek sahipleri, dualarına daha inançla devam edip, sabırsızlıkla gerçekleşmesini bekliyorlar.

Gerçekte bu çeşmede akan suyun: mantar, siil ve çeşitli alerjik deri hastalıklarına iyi geldiği, bu hastalıkların bu su ile yıkanınca iyileştiğine inanılıyor.

Evet, manastırın ilk halinden günümüze ulaşan en önemli bölüm: MS 15’nci yüzyıla tarihlenen şapel yani küçük kilisedir.

Bu kilise: görkemli mimarisi yanında, göz alıcı avizeleri ve ikonlarıyla mekanın önemini arttırmaktadır.

Kıbrıs Lefkoşa

Kıbrıs Lefkoşa

Lefkoşa şehri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin başkentidir. Şehrin batı dillerindeki ismi “Nicosia” dır.

Tarihi süreçte, şehrin ismi “Ledra, Lidra, Kermia” olarak geçmiştir. Kıbrıs’ın en kalabalık şehri ve en büyük kültür, sanayi, ticaret ve ulaşım merkezidir.

2017.08.26-1.Lefkoşa.Genel.7
Kıbrıs Lefkoşa

TARİHİ

Lefkoşa şehri, geçmişi çok eskilere kadar uzanan bir şehir olarak önem kazanmaktadır. Kuruluşu MÖ.7’nci yüzyıla dayanır. İlk ismi “Litra” dır.

Litra şehri: depremler sonucu yıkılınca, MS.3’ncü yüzyılda Mısır kralı Pithoren’in oğlu Lefkos tarafından, aynı yerde yeniden kurulur.

Ve Lefkos, bu kurduğu yeni şehri, Kıbrıslı sevgilisi “Sie” ya hediye eder. Dolayısı ile şehrin ismi “Lefkosia” ölümsüz bir aşk hikayesini anımsatır.

Bölgede: Roma, Bizans, kısa bir süre Templer Şövalyeleri ve 1192 yılında Luzinyan Krallığı bulunmuştur. 300 yıllık hakimiyeti sürecinde, burası, Lüzinyan krallığının başkenti olmuştur.

Fransız asıllı Lüzinyanlar, buraya “Nicosia” ismini vermişlerdir.

Takip eden süreçte ise: 100 yıllık Venedik hakimiyeti görülür. Osmanlılar: 9 Eylül 1570 tarihinde bölgeyi ele geçirir.

2017.08.26-1.Lefkoşa.Genel.3
Kıbrıs Lefkoşa
2017.08.26-1.Lefkoşa.Genel.6
Kıbrıs Lefkoşa

GEZİLECEK YERLER

Lefkoşa şehrinde mutlaka görmenizi önereceğim yerler:

Yeşil Hat, Venedik Şehir Surları, Girne Kapısı, Arap Ahmet Camisi, Dikilitaş-Venedik Sütunu, Selimiye Camisi, Büyük Han, Derviş Paşa Konağı, Bedesten, Mevlevi Tekkesi, Taş Eserler Müzesi, Haydarpaşa Camisi (St Catherine Katedrali)

YEŞİL HAT

Şehrin en büyük özelliği: Berlin duvarının yıkılmasından sonra, dünya üzerinde tek kalan, iki taraflı bir şehir olmasıdır. Şehir “Yeşil Hat” denen bir sınırla ikiye ayrılmış durumdadır. Kuzeyinde Türkler, güneyinde ise Rumlar bulunur ve ara bölge “Birleşmiş Milletler Gücü” kontrolü altındadır.

Yeşil Hat: Lefkoşa şehrinin merkezinden geçer. Yeşil hat isminin verilmesinin sebebi: 26 Aralık 1963 tarihinde, Lefkoşa şehrinde Türk ve Rum kesiminin sınırları, o dönemdeki Birleşmiş Milletler Komutanı olan General Peteryan tarafından çizilir, harita üzerinde sınırları çizerken yeşil kalem kullandığı için, sınıra da “Yeşil Hat” ismi verilmiştir.

O günden bu yana, sınır yeşil hat olarak anılıyor. Yeşil hat boyunca 7 tane sınır kapısı vardır. Güney ve Kuzey Kıbrıs arasındaki geçişleri sağlayan bu kapılar, 2003 yılında açılmıştır.

Gerek Kıbrıslı Türkler ve gerekse Kıbrıslı Rumlar, kimlik kartı veya pasaport ibraz etmek suretiyle, turistik olarak birbirlerinin bölgelerini ziyaret edebilirler.

Yine Avrupa Birliği üyesi ülkelerden gelenler, hangi hava limanını kullanırlarsa kullansınlar, serbestçe güneye ve kuzeye geçebilirler.

Ancak: Avrupa Birliği üyesi olmayan ülkelerden gelenler, Ercan havaalanı Rumlar tarafından yasadışı ilan edildiğinden, güneye geçemezler. Yani: TC vatandaşları, güneye gitmek için yeşil hat üzerinde bulunan kapıları kullanamazlar.

Ancak vize almak suretiyle, Yunanistan veya başka bir ülke üzerinden Güney Kıbrıs’a gidebilirler. Ancak o zaman da kuzeye geçemezler, çünkü aynı şekilde güneydeki limanlar ve hava alanları, KKTC tarafından yasadışı kabul edilmektedir.

Evet, yeşil hat ile ilgili bilgi vermeye devam edelim: Araç geçişleri “Metehan” sınır kapısından yapılmaktadır. Lefkoşa şehrindeki yaya geçişleri ise “Lokmacı” ve “Ledra Palas” kapılarından yapılır. Lokmacı sınır kapısı: Lefkoşa şehrinin tam merkezindedir ve 2008 yılında açılmıştır.

Yeşil hatta, sınır kapılarının bulunduğu bölgenin dışındaki koruluk alanda: 1963 ve 1974 tarihlerinde çok şiddetli çatışmalar olmuştur.

Evet: Yeşil Hattın en sıcak yeri “Yiğitler Burcu” olarak da bilinen parkın ayırdığı bölümdür. Bu parkın bulunduğu yerden, şehrin Rum kesimindeki yaşamı izlemek ve görmek mümkündür.

VENEDİK ŞEHİR SURLARI

Şehri koruma amaçlı, mimar Giulio Savorgnano tarafından yapılan surlar: 1547-1567 yılları arasındaki 20 yıllık süreçte tamamlanmıştır.

Askeri mimarinin en mükemmel örneklerinden olan bu surların uzunluğu 4.5 km dir. Üstlerinde 11 burç ve 3 kapı vardır.

Bu kapılar: Güneyde kalan Magosa kapısı, Baf kapısı ve Kuzeyde kalan Girne kapısıdır. Bu kapılardan sadece: Girne kapısı günümüze ulaşmıştır. Şehrin kuzey bölümünde bulunan tarihi şehir surları ise, iyi durumdadır.

Surlar: daire şeklindedir. Silahtar burcu üzerinde, günümüzde Cumhurbaşkanlığı Sarayı vardır. Ancak bu küçük ve mütevazi yapı, saraydan ziyade bir köşk olarak da betimlenebilir.

Zaten yine çok mütevazi bir kişi olan Sayın Cumhurbaşkanı, zaman zaman yaya olarak buraya girip çıkarken görülmektedir.

KKTC Eski Eserler ve Müzeler Müdürlüğü Dairesi: bu surların ve burçların bakım ve restorasyonunu yaptırmıştır.

Son bir not: Venedikliler, Osmanlılardan korunmak için bu surları 20 yılda yaparlar ama Osmanlılar, sadece 3 yıllık bir süre sonunda, 1570 yılında, Lala Mustafa Paşa komutasındaki ordular ile burayı ele geçirirler.

2017.08.26-5.Lefkoşa.Girne kapısı.1
Kıbrıs Lefkoşa
2017.08.26-5.Lefkoşa.Girne kapısı.3a
Kıbrıs Lefkoşa

GİRNE KAPISI

Venedikliler döneminde, Lefkoşa şehrini savunabilmek için yapılan savunma duvarları üzerindeki üç kapıdan, kuzeyde olanıdır. Şehrin en önemli giriş-çıkış kapısı olarak kullanılmıştır.

Ünlü Venedikli mimar Proveditore Francesco Barbaro’nun adına atfen “Del Proveditore Kapısı” olarak da bilinir.

Osmanlılar tarafından, 1821 tarihinde onarılan kapının üzerine, kubbeli bir oda eklenir. Bu odada: 18’nci yüzyılda bir bekçi bulunur.

Bekçi: sur duvarları arasındaki tek geçiş yeri olan bu kapıyı: sabah namazında açar, akşam namazında kapatırmış.

Yani, bekçiden izinsiz hiç kimse şehre girip çıkamazmış. Son bekçi “Horoz Ali” 1941 yılında öldüğünde 125 yaşındaymış.

Şu anda hayatta olan iki torunu ise, 107 ve 105 yaşında imiş.(1931 yılında, İngilizler kapının her iki yanındaki sur duvarlarını yıkmışlardır.)

Kapı üzerindeki kitabede “Kuran-ı Kerim” den ayetler yazılıdır. Kapının kuzeye bakan tarafına, 1820 yılında, Sultan II. Mahmut’un tuğrası yerleştirilmiştir.

İngilizler tarafından, Napolyon’a karşı Akka’yı savunmak üzere kullanılan ve daha sonra kapının önüne yerleştirilen toplar: daha sonra Türklerin eline geçmiştir.

Halen burası “Turistik Enformasyon Ofisi” olarak kullanılmaktadır.

2017.08.26-7.Lefkoşa.Girne kapısı.Okaliptüs ağacı.1b
Kıbrıs Lefkoşa

Okaliptüs ağacı

Girne kapısının hemen yakınında, yol üstünde, büyükçe iki ağaç görülmektedir. Bunlar: Okaliptüs ağaçlarıdır. Okaliptüs ağacının anavatanı Avustralya’dır.

Çok su çekmesiyle bilinir. İngilizler, buradaki bataklıkları kurutmak ve sivrisinekten kurtulmak için, bu ağaçları dikmişler, bataklıklar kurutulmuş, sivrisinek bitmiştir, ancak beraberinde, bölgede susuzluk başlamıştır.

2017.08.26-6.Lefkoşa.Girne kapısı Atatürk heykeli.1a
Kıbrıs Lefkoşa

Atütürk Heykeli

Girne kapısının hemen arkasındaki meydanda bulunan Atatürk heykeli: 26 Ekim 1963 tarihinde dikilmiştir. Ancak: 1963 saldırılarında, EOKA’cıların en büyük hedefi olmuştur.

EOKA’cılar 21 Aralık 1963 tarihindeki saldırılarında, Atatürk heykelini kurşunlamışlar ve ardından, yine hemen meydanın yanında bulunan liseden çıkan öğrencileri de kurşunlamışlar ve birçok şehit verilmiştir. (Atatürk heykeli üzerinde günümüzde kurşun izleri yok, bu izler daha sonra kapattırılmıştır.)

İNÖNÜ MEYDANI

Girne kapısından yürümeye devam ettiğinizde, İnönü meydanına ulaşılır. Meydanın ismi “İnönü Meydanı” olmasına rağmen, meydanda görülen heykel, Kıbrıs’ın özgürlük savaşı lideri Dr Fazıl Küçük’e aittir.

Kendisi: 1906 yılında Lefkoşa şehrinde doğar, ilk öğrenimi Kıbrıs’ta tamamladıktan sonra, Orta ve Lise öğrenimini, İstanbul’da yapar. Ardından: Tıp öğrenimi için İsviçre’ye gider.

Çünkü: İngilizler, Türkiye’den alınan tıp diplomalarını kabul etmezler. 1942 yılında, Kıbrıs’a doktor olarak döner ve İngilizlere karşı, antiemperyalist bir kurtuluş savaşı başlatır. Bir de matbaa kurar ve “Halkın Sesi” gazetesini çıkarır.

Doktorluk yaparken, Cuma günleri yoksul vatandaşları ücretsiz muayene eder. Adanın her tarafını gezerek, halkla ve köylülerle devamlı haşır neşir olur ve onları örgütler.

Sonuç olarak: gerek İngilizlere karşı ve gerekse EOKA’cılara karşı verilen şanlı mücadelenin ilk bayrağını çeken kişi olarak öne çıkmaktadır.

2017.08.26-1.Lefkoşa.Adliye binası.1
Kıbrıs Lefkoşa

ATATÜRK MEYDANI

İnönü meydanından sonra Atatürk meydanına gelinir.

1942 yılında, Türk-Rum Ortak Belediye Meclisi tarafından alınan kararla, buraya Atatürk Meydanı ismi verilmiştir. Ancak: yerel halk, buraya “Sarayönü” meydanı da demektedir. Çünkü: meydanın karşısında, günümüzde Adliye Binasının bulunduğu yerde: Kıbrıs adasını üç asır yöneten Lüzinyanların kraliyet sarayı vardı.

Bu saray, 1906 yılında İngilizler tarafından yıkıldı ve aynı taşlar kullanılarak, yerine koloniyal tarz denilen ve İngiliz kolonilerinde bulunan mimari tarzda, bu bina yapıldı.

Sütunun hemen karşısında: Adliye binasının doğuya bakan yönünde bir Osmanlı çeşmesi görülüyor. Bu çeşme: 1814 yılında Osmanlı Evkaf Murasası Mehmet Emin tarafından yaptırılmıştır.

Eskiden Lefkoşa’nın her tarafında buna benzer çeşmeler vardı. Çünkü: evlerde çeşme yoktu ve insanlar su ihtiyaçlarını bu çeşmelerden karşılıyorlardı.

Yine bu meydanda: Kraliçe Elizabeth’in 1953 yılında, tahta çıkması nedeniyle inşa edilen bir platform bulunuyor.

Üzerinde İngiltere arması bulunan bu platformda: İngiliz valisi, Kraliçenin tahta çıktığını ilan etmiştir.

2017.08.26-10.Lefkoşa.Sütun.1a
Kıbrıs Lefkoşa
Kıbrıs Lefkoşa

Venedik Sütunu

Meydanın tam ortasında görülen sütun: Venedikliler tarafından Salamis antik kentindeki bir mabetten getirilerek 1550 yılında buraya dikilmiştir.

Sütun 6 metre yükseklikte, kurşuni renkte ve granittendir. Üzerinde: Venediklilere ait özel işaretler vardır. (6 İtalyan ailesinin armaları görülüyor)

Üstünde ise, gücü ve kudreti sembolize eden “St Mark aslanı” heykelciği vardı.

Osmanlı idaresi, sütunu buradan kaldırarak Sarayönü camisinin avlusuna koyar. 1915 yılında ise, İngilizler, bu sütunu günümüzdeki yerine yerleştirirler.

Ancak, yine İngiliz döneminde, sütunun üstündeki aslan heykelciği bir gece ansızın kayboldu, nereye gittiği bilinmiyor ve onun yerine, İngilizler, yine buraya, güneşi temsil eden bakır küreyi yerleştirdiler.

Çünkü, İngiliz imparatorluğu o dönemde güneşin üzerinde batmadığı bir imparatorluk olarak biliniyordu.

Kıbrıs Lefkoşa
Kıbrıs Lefkoşa

SELİMİYE CAMİSİ-ST SOPHİA KATEDRALİ

Kıbrıs adasındaki en büyük ve en görkemli ibadethanedir. Yapı: mimari stil olarak “Gotik” tarzı yansıtır. Burada: ilk olarak, Bizans döneminde yapılan ve “Hagia Sophia” (Aya Sofya) ismi verilen bir kilise bulunduğu söyleniyor.

Daha sonra ise, günümüzde görülen yapı: bir katedral olarak: lüzinyan döneminde, Latin Başpiskoposu Eutorge de Montaigu tarafından: 1208-1326 yılları arasında yaptırılmış ve ibadete açılmıştır. Lüzinyan kralları: Kıbrıs krallık tacını, burada törenle giyiyorlardı.

Yapı: 1373 yılında Cenevizliler ve 1426 yılında Memlüklüler tarafından yağmalanmıştır. Ayrıca, birkaç deprem de yapıya zarar vermiştir. Özellikle 1491 yılındaki depremde: Katedralin doğu bölümü yıkılmış ve Venedikliler tarafından onarılmıştır.

Bu sırada: eski bir Lüzinyan kralının (Kral II. Hugh) mezarı ortaya çıkmıştır. Mezarda bozulmamış olarak bulunan cesedin başında altın bir taç, üzerinde de altından eşya ve belgeler bulunmuştur.

Osmanlılar, 1570 yılında adayı fetih edince, yapı, iki minare eklenmek suretiyle camiye dönüştürülmüştür ve caminin ismi, Kıbrıs’ı fetih eden padişahının anısına Selimiye camisi olarak düzenlenmiştir.

Yapıya gittiğinizde: anıtsal bir kapı ile karşılaşıyorsunuz. Kapının üzerindeki taş oyma pencereler:  eşsiz bir gotik sanatı örneğidir. Girişin iki yanındaki bitirilmemiş olan çan kulelerinin üzerine, Osmanlılar tarafından cami minareleri oturtulmuştur.

Yapının içi: üç koridor ve altı yan bölümden oluşur. İçinde: küçük ibadethaneler bulunur. Bunlardan: kuzeydeki St Nicholas’a (Noel Baba), güneydeki Meryem Ana ve St Thomas Aquinas’a adanmıştır.

Caminin kadınlar bölümü olarak bilinen kısmı: eskiden hazine dairesi olarak kullanılıyormuş. Buranın içinde: birçok Lüzinyan soylusu ve kralı gömülüdür. Bunların mermer mezar taşları, hala döşeme kaplamasının bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu taşlar: hasır ve kilim altında kaldıkları ve cami içinde ayakkabı giyilmediğinden: üzerlerindeki yazı ve resimler bozulmadan günümüze ulaşmıştır.

TAŞ ESERLER MÜZESİ

Selimiye camisinin doğusundadır. “Lapidary Müzesi” olarak da isimlendirilir. 15’nci yüzyılda inşa edilmiş yapı, Venedik tarzını yansıtır.

Müzede: Ortaçağlardan günümüze kadar olan döneme ait birçok taş eser (armalar, mermer eserler, lahit ve sütunlar) sergilenmektedir.

Giriş kapısının karşısındaki görkemli taş işlemeli pencere eskiden Sarayönü meydanında olup, İngiliz döneminde yıktırılan Lüzinyan Sarayından buraya getirilmiştir.

En göze çarpan eserler: Dampierre ailesine ait lahit ve 13’ncü yüzyılda Kıbrıs Mareşali olan Adam of Antioch’a ait mezar taşıdır. Ayrıca: mermerden bir St. Mark aslanı da, avluda bulunan eserler arasındadır.

BEDESTEN

Bina: 12’nci yüzyılda bir Bizans kilisesi olarak yapılmıştır. Adı ise “St Nicholas” olarak geçmektedir. Daha sonraki dönemde ise, yapı Lüzinyanlar tarafından yapılan bazı Gotik eklemelerle genişletilmiştir. Bina: Venedik dönemindeki yeni değişikliklerden sonra Yunan Ortodoks Metropolisine tahsis edilmiştir.

Osmanlı döneminde ise, daha çok tekstil ürünlerinin satıldığı çarşı ve depo işlevi görmüştür. Günümüzde, bina farklı mimari tarzlarla, hibrit bir dokuya sahiptir. Kuzey kapısı üzerindeki taş işçiliği: St Sophia katedralinin kapısındakine benzemektedir.

ARAP AHMET CAMİSİ

Lefkoşa şehrindeki Türk yapısı camiler içinde, en dikkat çekenidir. 1845 yılında inşa edilen cami, diğer birçok cami gibi, eski bir Latin kilisesinin yerine yapılmıştır.

Caminin döşemesini oluşturan mermerler arasında Lüzinyan ve Venedik döneminden kalma, 25 kadar yazılı ve resimli mezar taşı vardır.

Cami: Kıbrıs’ın fethinde, Türk ordusunun komutanlarından olan Arap Ahmet Paşa adını taşımaktadır. Klasik Türk cami mimarisinin güzel bir örneğidir. Kemerli bir sundurması ve altı metre çapında bir kubbesi vardır.

İçinde: eski Türk mezarları olan bahçesi, günümüze dek korunabilmiştir. Camideki mezarlar arasında, 1832 yılında Lefkoşa’da doğmuş olan ve Osmanlı devleti hizmetinde, dört kez Sadrazamlığa kadar yükselmiş olan Kamil Paşa’nın da mezarı bulunur.

Kamil Paşa: 1913 yılında Lefkoşa’da ölmüş ve caminin avlusuna gömülmüştür. 1926-1931 yılları arasında Kıbrıs Valisi olan Sir Ronald Storrs: 1927 yılında Kamil Paşa’nın mezarını yaptırmış ve üzerine Türkçe ve İngilizce bir kitabe koydurmuştur. Şadırvanı: selvileri ve eski mezarlarıyla, Lefkoşa şehrinin özel bir köşesidir

DERVİŞ PAŞA KONAĞI

Konak: Lefkoşa surları içinde, tarihi çevre  dokusunu en yoğun biçimde koruyan Arap Ahmet mahallesindedir. 19’ncu yüzyılda inşa edilen yapı, Kıbrıs adasında yayınlanan ilk Türkçe gazete olan “Zaman”ı çıkaran Derviş Paşa’ya aittir.

Esas giriş kapısı üzerinde: 1807 tarihi yazılıdır. İki katlı yapıda, alt kat taştan, üst kat ise kerpiçten yapılmıştır.

Geniş bir iç avlusu vardır. Alt kat odaları, iç bahçeyi çevreleyen revaklı galerilere açılır. Üst kata: avlunun ortasındaki bir ahşap merdivenle çıkılır.

Kapalı odalar sofaya açılır. 1978-1988 yılları arasındaki on yıllık restorasyon çalışmaları sonucunda: konağın kütüphanesi kültür merkezi ve Eski Eserler Müzesi olarak düzenlenmiştir.

Bir bölümü: baş oda, gelin odası, yatak odası, yemek odası ve tezgah odası olarak düzenlenmiştir. Bir bölümünde de, günlük yaşantıda kullanılan eşyalar sergileniyor.

MEVLEVİ TEKKESİ

Tekke: Girne kapısının 100 metre kadar güneyindedir.

Fetihten sonra adaya gelen Türklerin çoğunluğu Konyalı olduğundan, Mevlana’nın hayat tarzını bu yörede de kabul ettirmek istemişler ve bu tekkeyi kurmuşlardır.

Yani, Mevleviliğin Osmanlı idaresiyle birlikte Kıbrıs’a geldiği tahmin edilmektedir.

Zamanla ölen Mevlevi ileri gelenleri, arka odalara gömülerek, burası bir türbe haline getirilmiştir.

17’nci yüzyılda yapılış bu yapı:  dünya üzerinde, en iyi korunmuş olan “Mevlevi Tekke” lerinden birisidir. Zaman içinde iyi korunmuş ve çeşitli restorasyonlara tabi tutulmuştur.

Günümüzde: Mevlevi Müzesi olarak kullanılıyor. Mezar bölümünde, Mevlevi ileri gelenlerine ait 16 mezar bulunmaktadır.

HAYDARPAŞA CAMİSİ (ST CATHARİNE KİLİSESİ)

St Sophia’dan sonra: en dikkat çeken Lüzinyan yapısı: St Catharine kilisesidir. 14’ncü yüzyılda inşa edilmiştir.

Osmanlıların adaya hakim olmasının ardından, camiye dönüştürülmüştür.

Tarihçi Sir Harry Luke tarafından: Kıbrıs adasının en zarif ve mükemmel, gotik binası olarak tanımlanmıştır.

Yapının, yukarı doğru daralan ayakları arasına: uzun ve dar, gotik pencereler yerleştirilmiştir. Pencerelerin üst kısımları: alçıdan geometrik desenlerle süslüdür.

Yapıda üç giriş vardır. Gotik stilde yapılmış olan güney kapısının ince taş işçiliği ve kapı üzerinde Lüzinyan armalarının kabartmaları dikkat çeker.

Batı kapısı daha büyük olup, aynı mimariye sahiptir. Kuzey girişi daha sadedir. Burası dirsekler üzerinde, elinde balık tutan çıplak bir kadın figürü ve ejderha türü kabartmalarla süslüdür.

Yapının içinde: bir koro yeri, törenlere ait eşyaların saklandığı bir oda, hazine ve küçük bir vaftiz havuzu bulunmaktadır.

Kıbrıs Lefkoşa
Kıbrıs Lefkoşa
Kıbrıs Lefkoşa

BÜYÜK HAN-BANDABULYA

Tarihi ve mimari değerler bakımından, sadece Lefkoşa şehrinde değil, Adadaki en önemli Osmanlı dönemi eseridir. Belediye pazarı olarak kullanılan bu yapı, yerel halk tarafından “Bandabulya” olarak isimlendirilmektedir.

Burası: Kıbrıs’ın ilk Osmanlı valisi Muzaffer Paşa tarafından, 1572-1579 yılları arasında yaptırılmıştır. Yapının ilk ismi “Alaiyeliler Hanı” dır.

Yani “Alanyalılar Hanı” dır. Alanyalı tüccarlar, gelip burada konaklıyorlar ve mallarını sattıktan sonra geri dönüyorlardı.

Mimari yapısı: o dönemde, Anadolu’da inşa edilen hanlarla benzerlik gösterir. Bursa’daki Koza han örnek alınarak, kare planlı, iki katlı olarak, tamamen taştan yapılmıştır. İçinde: 68 oda ve 10 dükkan bulunur.

Alt kattaki odalar daha çok depo olarak kullanılırken, üst kattaki odalar ise yatma ve dinlenme yeri olarak kullanılıyordu. Yukarıdaki odaların hepsinde ısıtma için şömine vardı.

Ortada ise, bir şadırvan ve mescit bulunmaktadır. Anadolu’da, bu tür hanların bir giriş kapısı olmasına rağmen, burada farklı olarak iki giriş vardır.

20’nci yüzyılın başında, İngilizler, burayı hapishane olarak kullanmışlardır. 1963 olaylarının başladığında ise, yeşil hat boyundaki Kıbrıslı Türkler, daha güvenli olduğu için buraya getirilip iskan edildiler.

2001 yılında Birleşmiş Milletler kalkınma programından ve Avrupa Birliğinden finansal destek alınarak burası restore edilmiş ve turizme açılmıştır.

Günümüzde: burası: gerek güneye ve gerekse kuzeye Kıbrıs’a gelen tüm turistlerin uğrak yeridir. Çünkü burada birçok hediyelik eşya satan yer ve Kıbrıs’a özgü börek çeşitlerini yiyebileceğiniz restoran bulunuyor. Ayrıca, yine burada Kıbrıs’a özgü “Lefkara” ve “Koza” işleri bulup satın alabilirsiniz. Hatta, zaman zaman iç bahçede, müzikli akşam yemekleri düzenleniyor.

BARBARLIK MÜZESİ

Müze, Kumsal mahallesinde, 2 Şehit Mürrüvet İlhan Sokak’tadır.

Kumsal mahallesi, eskiden beri Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bir mahalle olarak bilinmektedir ve bu yüzden, 1963 yılındaki EOKA’cıların saldırılarının ilk hedefi olmuştur.

Mahalledeki bu ev, tek katlı, bahçeli ve tam köşede şirin bir evdir.

21 Aralık 1963 tarihinde; Kanlı Noel olarak isimlendirilen olaylarda: Rumların Türklere karşı adanan her tarafında başlattıkları saldırılarda çok sayıda savunmasız insan, kadın ve çocuk vahşice katledilmiştir.

Hıristiyan inancında Noel: Hz. İsa’nın doğumunun kutlanması olmasına rağmen, Rumlar, liderleri Papaz Makarios önderliğinde, bu kutsal günlerinde, insanlık dışı davranışlarda bulunarak masum insanların kanlarını dökmüşlerdir.

Bu katliamların en dehşet verici olanı, 24 Aralık 1963 gecesi Kumsal Mahallesi 2. Mürrüvet İlhan Sokak’taki evde yaşandı.

Bu evde Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı doktoru Elazığlı Binbaşı Dr. Nihat İlhan’ın ailesi ikamet etmekteydi. O gece Dr.Nihat İlhan görevde olduğundan, evde bayan Mürrüvet İlhan, çocukları Murat, Kudsi ve Hakan, ev sahibi Hasan Yusuf Gudum, eşi Feride Hasan Gudum, mahalle sakinlerinden Moralı Ayşe Cankan, kızı Işıl Cankan ve Növber İbrahimoğlu vardı.

Gece olunca, evin, Kanlı Dere yönünden kurşun yağmuruna tutulmasıyla birlikte, Bayan İlhan ve 3 çocuğu, banyonun küvetine, diğerleri küvetin çevresine ve Feride Hasan Gudum ise banyonun yanındaki tuvalete sığınmak zorunda kalmışlardı.

Evi kurşun yağmuruna tutan caniler, bir süre sonra sokak kapısını kırarak eve girmiş ve banyo odasını makineli tüfekleriyle tarayarak banyonun küvetine sığınan bayan M. İlhan’ı, üç çocuğu ile birlikte orada acımasızca katlederek şehit etmişlerdi.

Banyo adasına sığınan Işıl Cankan, Ayşe Cankan, Növber İbrahimoğlu ve Hasan Yusuf Gudum ağır yaralanmıştı.

Tuvalet odasına sığınan Feride hanım ise, kapının makineli tüfeklerle taranması sonucu başından vurulup orada şehit edilmişti.

Bu olayla ilgili olarak “Le Figaro” gazetesi muhabirlerinden Max Clos’un dünya kamuoyuna duyurduğu haberde “Lefkoşa’nın Kumsal semtinde, 2. İrfan Bey Sokağındaki bir evin banyosunda babaları bir Türk subayı olduğu için öldürülen bir anne ve üç küçük çocuğunu gördüm” diye yazmıştır.

“Daily Express” gazetesi yazarlarından Rene Maccoll ise bu haberi dünya kamuoyuna “Banyoda, balmumundan yapılmış görünen üç çocuk, öldürülmüş annelerinin cesedi üstünde yığılmış durumda duruyordu.

Banyoya yakın bir odada, başından vuruşmuş başka bir kadın görünüyordu” şeklinde duyurmuştur.

İçinde bulunduğunuz bu bina, 24 Aralık 1963 tarihinin gecesi işte böylesi tüyler ürpertici bir barbarlık olayına sahne olmuştur. Bu olay, Kıbrıs tarihinde kara bir lekedir. Bir dönüm noktasıdır.

Yüzyıllar boyunca barış içinde, bir arada yaşayan iki halk, bu olay sonrasında birbirinin yakasına yapışır ve adanın her tarafında şiddetli çatışmalar olur.

Müzenin kapısından girdiğinizde, sağ tarafta, kırmızı boya ile tavandan aşağıya kadar, insanın üzerine akan kan motifi görülüyor. Burada “Aralık 1963” yazılıdır.

1.Oda

Müzenin girişinde, 1963-1964 yıllarındaki olaylarla ilgili olarak yabancı basında yayınlanan yazılar sergilenmektedir.

2.Oda

Bu odada, şehit olan soydaşların siyah-beyaz fotoğrafları ve iki toplum arasındaki çatışmalar sırasında yara alan insanlar ile zarar gören kültürel varlıkların yansıtıldığı resimler sergilenmektedir.

1963 yılındaki saldırılarda: Muratağa, Sandallar, Atlılar ve daha birçok bölgede, soykırım yapılmış ve 103 Türk köyü, yerle-bir edilmiştir. Her kare fotoğrafta, yarı bir öykü vardır. Bu öykülerin ortak adresi ise “Kıbrıs Türk’ünü yok etmek” ve adayı tamamen ele geçirerek “Yunanistan’a ilhak etmek” tir.

3.Oda

Bu mekanda Mürüvvet İlhan ile çocuklarına ait eşyalar ve 1963-1964 yıllarındaki olayların anlatıldığı yabancı basında yayınlanan yazılar sergilenmektedir.

4.Oda

Bu odada, şehit olan soydaşlar ve toplu katliamların yansıtıldığı fotoğraflar ve vahşetin simgelendiği bir resim sergilenmektedir.

5.Oda-Banyo ve Tuvalet

Banyoda 24 Aralık 1963 gecesi Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı Doktoru Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi Mürüvvet İlhan ile çocukları Murat, Kudsi, Hakan ve tuvalette ise ev sahibesi Feride Hasan Gudum şehit edilmiştir. Günümüze kadar ulaşan banyo ve tuvaletteki izler aynen korunmuştur.

6.Oda

Bu odada 1963-1964 olaylarında tahrip edilen Türk köylerinin fotoğrafları ve acı dolu uzun yıllardan sonra insanların geleceğe yönelik umutlarının simgelendiği resim sergilenmektedir.

7.Oda

Bu odada, evlerinden göç etmek zorunda kalan soydaşların zor şartlar altındaki yaşam mücadelesini yansıtan fotoğraflarla, bu evde şehit olan ve yaralanan kişilerin resimleri, 1963-1968 şehitlerinin listesi ve Cumhurbaşkanı Sayın Rauf R. Denktaş’ın konu ile ilgili yazılı görüşleri sergilenmektedir.

Kıbrıs Lefkoşa

Müzenin bahçesi

Müzenin bahçesinde: aynı yıl yaşanan Kumsal Katliamında şehit edilen 11 Kıbrıslı Türk anısına yaptırılan anıt bulunuyor. Anıt üzerinde, şehitlerin fotoğrafları bulunuyor.

Müzenin tarihçesi

İnsanlık dışı bir katliama sahne olan evin müzeye dönüştürülmesi, ilk kez 1965 yılında ele alınmış ve burası Türk Cemaat Meclisi Sosyal İşler Dairesi tarafından kiralanarak 1 Ocak 1966 tarihinde “Barbarlık Müzesi” olarak ziyarete açılmıştır.

Bu müze, 1974 Barış Harekatından hemen sonra kurulan Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürlüğü tarafından 1975 yılında tamir edilip yeniden düzenlenmiştir.

Müzenin kamulaştırılması 1980 yılında Bakanlar Kurulunun kararıyla gerçekleşirken, bu evde yaralanan ev sahibesi Hasan Yusuf Gudun’un da evin mutfağı ile bir odasını ölene kadar kullanmasına olanak yaratılmıştır.

Müze binası ile iç sergileme: zaman içinde yıprandığından, gerek bina ve gerekse sergileme alanı elden geçirilerek 14.02.2000 tarihinde resmi törenle yeniden ziyarete açılmıştır.

Çok büyük acılar çeken Dr Nihat İlhan: 92 yaşında, 24 Kasım 2016 tarihinde, Öğretmenler gününde, Ankara’da vefat etmiştir. 2007 yılında, burayı son olarak ziyaret etmiştir. Ankara Gaziosmanpaşa’da bulunan evinin bahçesinde ölen her çocuğu için bir tane olmak üzere 3 palmiye ağacı dikmiştir.

HALA SULTAN CAMİİ

Lefkoşa şehrinin Türk tarafında, en büyük camidir. Bitmek üzere, kısa bir süre sonra açılışı yapılacaktır. Bahçesiyle birlikte 7500 kişi kapasitelidir. “Hala Sultan Camisi” ile aynı ismi taşıyan cami, Güney Kıbrıs bölümünde Larnaka şehrindedir.

Peygamberimizin halası Ümmü Sultan’ın şehit olduğu yer olan türbesinin bulunduğu yerdeki cami, güneyde kaldığı için burada yapılan camiye de aynı isim verilmiştir.

BEŞ PARMAK DAĞLARI ÜZERİNDE BULUNAN BAYRAK

Beşparmak dağlarının eteklerinde, dünyanın en büyük bayrağı görülmektedir. Bu bayrak: 450 metre uzunlukta ve 225 metre genişliktedir. Geceleyin ışıklandırılır. Bayrak, görüntüsü dönüşümlü olarak hem KKTC bayrağı, hem de TC bayrağına dönüşmektedir. Özellikle: gece saatlerinde, uçakla buraya gelirken, üstten muhteşem güzel görülmektedir.

BOĞAZ ŞEHİTLİĞİ

Girne-Lefkoşa yolu üzerindedir.

Burada: şehitlere layık, anıtsal yapıda: 1974 yılındaki Barış Harekatında şehit olan Subay, Astsubay, Erbaş ve Erler ile mücahitlerin bir kısmı yatmaktadır. 326 mezar ve bazı heykeller görülüyor. Heykeller: büyük bir Mehmetçik, dört aslan, dört kompozisyon içeren heykel ve beş rölyef şeklindedir ve Prof Doktor Tankut Öktem tarafından yapılmıştır.

 

Kıbrıs Beşparmak dağları

Kıbrıs Beşparmak dağları

 

Beşparmak dağları, Kıbrıs’ta kuzey sahili boyunca denize paralel 160 km boyunca uzanmakta ve ismini de Girne’nin doğusunda bulunan Beşparmak Tepesinden almaktadır.

Kıbrıs Beşparmak dağları

Beşparmak dağları, Kıbrıs’ta kuzey sahili boyunca denize paralel 160 km boyunca uzanmakta ve ismini de Girne’nin doğusunda bulunan Beşparmak Tepesinden almaktadır.

Efsanelere konu olan Beşparmak Tepesi ile ilgili en yaygın efsane: bir kıza aşık olan iki delikanlının kız için gerçekleştirdikleri ölümcül düellodur. Düello sonunda hayatta kalabilen, kızı alacaktır.

Düello sonunda, delikanlılardan erdemli olan, çıkarcı olanı öldürüp bataklığa atmasına rağmen, yaraları nedeniyle kendisi de bataklığa gömülür ve sevdiği kıza uzanan eli bilek hizasından dışarıda kalır. İşte bu el, zamanla büyüyüp taşlaşır ve Beşparmak Tepesi oluşur.

 

Kıbrıs Beşparmak dağları
Kıbrıs Beşparmak dağları

DAĞDAKİ BAYRAK

Dağdaki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Bayrağı, Başparmak dağlarının güney yamacında yer alıp, 450 x 225 metre ebatlarında, dünyadaki en büyük boyanmış ve ışıklandırılmış bayraktır.

Gece ve gündüz, kilometrelerce uzaklıktan rahatlıkla görülebilen bayrak 400 adet lamba kullanılarak ışıklandırılmıştır. Bayrağın boyanma işlemleri ise Ekim 2013 tarihinde tamamlanmıştır.

Gündüz, KKTC Bayrağı görünümündeki bayrak, 4 farklı aşamada ve formda ışıklandırılmış olup, geceleri sırasıyla yıldız, ay-yıldız, ay yıldızlı Türk Bayrağı ve son olarak da KKTC Bayrağına dönüşmektedir. Aslında bu bayrak, büyüklüğü nedeniyle dünyanın en büyük bayrağıdır ancak KKTC tanınmama nedeniyle bunu tescil ettirememektedir.

Kıbrıs Beşparmak dağları

 

EFSANE TANK

Beşparmak dağlarında, Selvili Tepe mevkiinde bulunan tank, 1974 Barış harekatı sırasında, Lapta Muharebesinde, oldukça sarp ve dik bir yerde, mayın patlaması sonucunda tahrip olmuştur. Ardından gelen tank tarafından yolun açılması için, şimdi bulunduğu yere itilmek zorunda kalmıştır.

Bugün, hala olduğu yerde açık hava müzesi olarak hizmet veren tank hakkında sayısız efsaneler günümüze kadar gelmiştir. Yakın zaman önce, tank mürettebatından bir er bölgeye gitmiş ve Beş Parmak Dağlarına çıkardığı tankın bulunduğu yeri 42 yıl sonra ziyaret etmiştir.

Tankı oraya nasıl çıkardıkları konusunda, mantıklı bir açıklama yok, tamamen milli duygularla çıkarıldığına inanılıyor, normal şartlarda tankın oraya çıkması mümkün değildir.

2 Ağustos 1974 tarihinde yapılan Lapta çatışmalarında, düşmanı yan ve gerisinden vurmak için görevlendirilen Özel Kuvvetlerde görevli bu tank, sarp araziyi aşarak görevini yerine getirmiş, ancak düşman ateşi ile ağır hasara uğrayarak yanmış ve burada kalmıştır.

beşparmak dağları.st hilarion kalesi.1
Kıbrıs Beşparmak dağları
beşparmak dağları.st hilarion kalesi.2
Kıbrıs Beşparmak dağları

ST HİLARİON KALESİ

Beşparmak dağları üzerinde kurulan üç kaleden biri olup, en batıdadır. Girne şehir merkezine 10 km uzaklıktaki kaleye, çıkmak için 480 basamak merdiven tırmanmak gerekiyor. Kale: Lefkoşa şehrine 24 km ve Gazimağusa şehrine 85 km uzaklıktadır. Kale Haziran 1995 tarihindeki büyük Girne yangınında etkilenmiş ve yeniden düzenlendikten sonra 15 Temmuz 2005 tarihinde ziyarete açılmıştır.

Deniz seviyesinden 732 metre yükseklikte bulunan kaleye, 10’ncu yüzyılda bir manastır ve kilise eklenmiştir.

Kalenin isimleriyle ilgili çeşitli rivayetler vardır. Bunlardan bir tanesi: MS 6’ncı yüzyılda Suriye’de yaşayan Aziz Hilarion’dan almaktadır. Rivayetlere göre: Aziz, Filistin’deki Gazze’nin 10 km uzağındaki deniz ve bataklık arasında kalan bir kumsalda 48 yıl yaşamıştır.

Ancak, bu hayattan bıktığında, rahat ve huzurlu bir yer bulmak için yola çıkar, Kıbrıs’a gelerek ömrünün son beş yılını burada bir mağarada geçirir. Kendisini ziyaret edenler artında, kalede bir manastır inşa edilir ve manastıra ismi verilir, zamanla kale de bu isimle anılmaya başlanır.

Kalenin ismiyle ilgili diğer rivayetlere gelince: 1191 yılında, kale, dağın zirvesinde yan yana duran iki tepe nedeniyle “ikizler” anlamına gelen “Didymus” ismiyle biliniyordu. Bu isim MS 13’ncü yüzyılda Lüzinyanlar tarafından değiştirilmiş ve kalenin ismi “Aşk Tanrıçasının Kalesi” anlamında “Dieu d’Amour” olmuştur.

Çünkü: zirvede bulunan iki tepeden birinin Aşk Tanrıçası Venüs ve diğerinin ise yaramaz oğlu Cupid’e benzetilmiştir. Daha sonra: kalenin ismi yine değiştirilmiş ve Kıbrıs genelindeki kraliçe efsanesine uygun olarak “Kraliçe Kalesi” (Castle of Regaena) olmuştur. Hatta: “Kraliçenin 101 evleri” olarak da isimlendirilmiştir. Kraliçe anlamına gelen Regaena: bir Bizans aristokratı, bir Lüzinyan kraliçesi ve bir asilzadenin karısı olarak betimlenmiştir. Çok zengin ve çok güzel olan bu kraliçe, bazı rivayetlere göre iyi kalpli ve nazik, bazı rivayetlere göre ise kıskanç ve kötü biri olarak anılmaktadır.

Evet, kalenin ismi hakkındaki söylentileri inceledik. Şimdi de kalenin yapılışı hakkındaki rivayetlerden söz etmek istiyorum. Çünkü kalenin nasıl ve ne zaman yapıldığı hakkında net bilgiler yoktur. Rivayete göre: Kıbrıs’ın en güzel ve en zengin kadını Kraliçe Regaena: kalenin yapımında, askerlerin denetiminde çalışan işçileri, bir yüksek kayanın üstüne oturarak izliyormuş.

İşçiler, sahilden sağladıkları su, kum ve taşları, el ele vererek kaleye taşıyorlarmış. Kalenin yapımı tamamlanınca, Kraliçe kalenin gizli yerlerinin ifşa edilmesini önlemek için, inşaatta çalışan işçilerin öldürülmesine karar verir. Askerler: işçileri teker teker bir odaya alır ve işçileri, odanın penceresinden aşağıya atmışlar. Ancak, işçilerden sonra askerler de aynı şekilde öldürülmüştür. Kalenin yukarı bölümündeki pencerenin “Kraliçenin penceresi” olarak bilinmesinin sebebi budur.

Gerek kalenin yapılışı ve gerekse isim kaynağından hakkındaki rivayetlerden sonra, kale hakkında yazılı kaynaklardaki mevcut bilgileri verelim. Kale, kesin yapım tarihi bilinmese de Beşparmak dağları üzerinde bulunan diğer iki kale gibi (Kantara ve Bufavento) MS 11’nci yüzyılda Bizanslılar tarafından bir gözetleme kalesi olarak yapıldığı tahmin edilmektedir.

MS 1191-1488 yıllarında yani Lüzinyan döneminde ise geliştirildiği ve son şeklini aldığı bilinmektedir. Lüzinyanlar: Lefkoşa ve Girne arasındaki ulaşımı sağlayan Girne Dar Boğazının kontrolü için kaleyi kullanmışlardır. Venedik döneminde ise, asker azlığı ve deniz kıyısındaki kalelerin önem kazanması nedeniyle, 1489 yılında boşaltılarak terk edildiği görülür.

MS 1191 yılında, İngiliz Kralı Aslan Yürekli Richard: Kıbrıs’ı ele geçirdiğinde, ilk olarak yazılı kayıtlarda kaleden söz edilmektedir.

St. Hilarion kalesinin ünlü film yapımcısı Walt Disney’i de etkilediğine inanılmaktadır. 1920 yılında burayı ziyaret eden Walt Disney, birkaç çizgi filimde bu kalenin jeneriğini çizgi filmlerine yansıtmıştır. Walt Disney’in “Pamuk Prenses ve 7 cüceler” isimli çizgi filminde de mekan olarak St. Hilarion’u canlandırdığına inanılmaktadır.

Yine bir başka efsaneye göre: kaleye dışarıdan bakıldığında sadece birkaç tane kapısı olduğu görülmesine rağmen, gerçekte 100 kapısının bulunduğu ve 101’nci kapıyı bulanın, kapıdan girdiğinde kaybolduğu söylenir. Bir başka rivayete göre: kalede 101 oda bulunmakta, gizli olan 101’nci odada ise kraliçenin definesi bulunuyormuş. Her Paskalya günü bu 101’nci kapı bir süre aralanır, sürenin sonunda ise kapanırmış. Bir keresinde, kapının açılması üzerine, orada bulunan bir çoban kapıdan girerek gizli odaya ulaşır, ancak çok fazla almak üzere içeride uzun süre kaldığından, kapı büyük bir gürültüyle kapanır ve çoban, içeride mahsur kalır. Bu rivayetin devamında ise, çoban gizli odadan çıktıktan sonra, güneşi görünce erir ve gözden kaybolur.

Kalenin bölümleri: Tanıtım odası, Barbikan, Kiler, Atölye, Mutfak, Kraliyet Sarayı, Sarnıç, Prens John Kulesi ve Bizans kilisesidir.

Kalenin en tepesine tırmanırsanız üzerinde “Tebrikler, St Hilarion zirvesindesiniz 732 m” yazılı bir maket askerle karşılaşırsınız. Buradan Girne ve Akdeniz manzarası mükemmeldir.

 

ALEV KAYASI BÖLGESİ-HERBARİUM

Burada Kıbrıs endemikleri, Orkide türleri ve nadir bulunan yaban bitkileri görülebilir.

 

BUFAVENTO KALESİ

Beşparmak dağları üzerinde, Arap saldırılarından korunmak ve gözetlemek amacıyla yapılmıştır. Deniz seviyesinden 950 metre yükseklikteki kale, Kıbrıs’ın en sarp ve rüzgarı bol tepesinde kurulu olduğu için Bufavento yani Rüzgara kafa tutan ismini almıştır. Ancak kalenin yapım tarihi bilinmemektedir. Tarihi kayıtlarda, kaleden Aslan Yürekli Richard zamanında söz edilmektedir. Kale: 1389-1398 yılları arasında hapishane olarak kullanılmış ve Aslan Şatosu olarak isimlendirilmiştir.

1489 yılında kale, Venedikliler tarafından ele geçirilmiş, ancak deniz kıyısında bulunan kaleler önem kazandığından, eski önemini yitirmiştir. Burası Kıbrıs içinde ulaşılması en zor olan kaledir, sadece bilginiz olması açısından anlattım, yoksa ulaşım mümkün olmuyor.

Son notlarımı, kale hakkındaki efsanelerle bitirmek istiyorum. Efsaneye göre: Kıbrıs kralı Komnemus’un kızı, Aslan Yürekli Richard’a aşık olur. Ancak, bir süre sonra prenses ve köpeği cüzzam hastalığına yakalanır ve bu kaleye kapatılırlar. Her sabah, prensesin köpeği kalenin yakınında bulunan bir su kaynağına giderek yıkanır ve bir süre sonra köpek üzerindeki yaraların iyileştiği görülür. Bunun üzerine, prenses te aynı kaynakta yıkanmaya başlar ve iyileşmesi üzerine, su kaynağının bulunduğu yere Ayios Ionnis Manastırı yapılır.