İstanbul Arkeoloji Müzesi

İstanbul Arkeoloji Müzesi

MÜZELER BÖLÜMÜ

Osmanlı topraklarında, padişah izinleriyle yapılan ve “Bizde o taşlardan çok var” düşüncesiyle, daha sonra Louvre gibi, British Museum gibi, Berlin Müzesi gibi müzelerin salonlarını süsleyen kültür miraslarımızın gidişine; Osman Hamdi Bey’in, girişimleriyle çıkarılan kanunlar ile dur denilmiş. Bizzat, kendisinin de katıldığı arkeolojik kazılar da olan Osman Hamdi Bey; Arkeoloji Müzesini kurmuş, büyük bir insan.

Evet: Topkapı Sarayından çıkıp; aşağıya inen yolu takip ettiğinizde: sağda, Müzeler Bölümüne ulaşırsınız. Bu bölümde: Eski Şark Eserleri Müzesi, Arkeoloji Müzesi ve Çinili Köşk var. Buraya; Gülhane Parkının hemen sağ yanından giriliyor. 3 Müze ve atölyeler bulunuyor. Ana kapıdan girişten sonra bahçede hemen karşınıza bir ahşap tekne kalıntısı çıkıyor.

İstanbul Arkeoloji Müzesi

Sonra: en sağ bölümden yani Arkeoloji Müzesinden gezmeye başlayabilirsiniz. Ancak müzeleri gezmeye başlamadan önce, önemli bir husustan söz etmek istiyorum. Müzelerde yani her üç binada başka yerlerde birçok müzede gördüğüm gibi yerlerde gezilecek güzergahı belirleyen çizgiler bulunmuyor, yani yüzlerce-binlerce antik eser arasında kaybolup gitmek ve bazı eserleri görememek mümkün, bu yüzden, müzeye yere gezi güzergahını gösteren kırmızı ok işaretlerinin konulmasını kendi ve müzeyi gezecekler adına istiyorum, umarım bu satırları bir okuyan olur, aslında bunları müzelerin birçoğunda girişte bulunan deftere yazmak isterdim ama burada herhangi bir defter de yoktu.

İstanbul Arkeoloji Müzesi

Evet bu girişten sonra gelelim müze hakkında bilgiler vermeye. Müze bünyesinde; bir milyonu aşkın eser bulunmakta. Arkeoloji Müzesinde: restorasyon ve yenileme çalışmalarından sonra; sergilenen en önemli eserler şunlar: İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi, Satrap Lahdi, Sayda Kralı Nekropolü Lahitleri, Ana Tanrıça Kybele’ye ait adak stelleri, Bergama Zeus Sunağından arta kalan heykel parçaları, İskender Başı.

(Maalesef Temmuz 2018 tarihinde burayı ziyaret ettiğimde, Müzenin yıldız eseri, dünyaca ünlü İskender Lahdinin bulunduğu bölümün restorasyon nedeniyle kapalı olduğunu gördüm ve çok üzüldüm, daha da ötesi, müzenin girişinde bu bölümün kapalı olduğu hakkında herhangi bir bilgi yoktu. Umarım en kısa zamanda ziyarete açılır. )

Türkiye’de müzeciliğin kurucusu Osman Hamdi Bey tarafından yaptırılan her iki müze; dünya çapında üne sahiptir.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri; yüzüncü kuruluş yıl dönümü olan 1991 yılında; alt salonlarda yapılan yeni düzenlemeler ve ek bina sergilemesi nedeniyle; Avrupa Konseyi Müze Ödülünü ve 1993 yılında da; Avrupa’da Yılın Müzesi Ödülünü aldı.

İstanbul Arkeoloji Müzesi

ARKEOLOJİ MÜZESİ

Bina; 13 Haziran 1891 tarihinde; Osman Hamdi Bey tarafından, mimar: Alexandre Vallaury’ye; “Müze-i Hümayun” olarak yaptırılmış. Güney ve kuzey kanatları; 1902 ve 1908 yıllarında, ziyarete açılmış. İki katlı. Neoklasik dönemin en güzel ve görkemli örneklerinden biri.

Mekan: müze olarak inşa edilen ilk Türk binası. Dünyada; bu alandaki, on müze arasında yer alıyor. Ana bina ve ek bina olmak üzere; iki binadan oluşmaktadır.

İstanbul Arkeoloji Müzesi İskender Lahdi

Dış cephesi

İskender ve Ağlayan Kadınlar Lahitlerinden esinlenerek yapılmıştır. Ama keşke İskender ve Ağlayan kadın lahitlerini görmek mümkün olsaydı. Yukarıdaki resim. müzenin bahçesinde çektiğim temsili resimdir.

MÜZENİN İÇİ

Giriş karşısında: iri ve ürkütücü; Tanrı Beş heykeli var.

İstanbul Arkeoloji Müzesi

Sağ tarafta: antik çağ heykelleri salonu uzanıyor. Arkaik çağdan, Roma devrine devam eden, eşsiz heykeller sıralanıyor. Salonların ilkinde: antik mezar taş ve rölyefler var. Sonra: Anadolu Pers egemenliği, Afrodisias buluntularının yer aldığı Kenan Erim Salonu; Efes, Milet ve Afdorisias’tan eserlerin sergilendiği; üç Mermer Şehri Salonu, Helenistik devir heykelleri, Menderes Manisa’sı ve nihayet Helenistik tesirli Roma ve Roma devri heykelleri salonları var.

Girişin sol yanında: hediyelik ve hatıra eşyaları satılan reyon bulunuyor. Sonra: Osman Hamdi Bey hatıra salonu. Takiben: Sayda krallar Nekrapolünden bizzat kendisinin kazıp çıkarttığı eserlerin salonları uzanıyor.

İstanbul Arkeoloji Müzesi

İlk üç lahit; Sayda kralı Tabnit ailesine ait. Benzersiz bir Likya lahdi ve Satrap Lahti de: burada sergileniyor.

Sonraki bölümde: (KAPALI) MÖ. 4’ncü yüzyıla tarihlenen; dünya ünlüsü, İskender ve Ağlayan Kadınlar Lahitleri var. Büyük İskender’e ait olduğu zannedilmiş olan lahdin; dört yüzü; Makedonyalılar ile Persler arasındaki savaş ve av sahnelerini gösteren, yüksek kabartmalar ile süslenmiş.

Ana binanın üst katında ise: küçük taş eserler, çanak ve çömlekler, pişmiş toprak heykelcikler, hazine bölümü, 80 bin sikke, mühür, nişan ve madalya sergileniyor.

Burada, İstanbul’un fethi sırasında, Haliç’e takılan zincirlerin bir parçası ve Sultanahmet meydanında bulunan yılanlı sütundan kalma bir yılan başı ve mısır orjinli mumyalar ilgimi çekti.

İstanbul Arkeoloji Müzesi
İstanbul Arkeoloji Müzesi
İstanbul Arkeoloji Müzesi
İstanbul Arkeoloji Müzesi

EK BİNA

Teşhir edilen eserlerin sığmaması nedeniyle; 1968 yılında, Osman Hamdi Bey binasının hemen arkasına, altı katlı olarak yapılmış. Müzenin, yüzüncü kuruluş yıl dönümü olan; 1991 yılında, halkın ziyaretine açılmış. Altı katlı. Dört katı; sergi salonu olarak düzenlenmiş.

Ek bina girişi, yan duvarında: Assos Athena mabedinin ön yüzü; bire bir ölçülerinde canlandırılmış.

Giriş katında:; Çocuk Müzesi ile mimari eserler sergisi bulunuyor. Çocuk Müzesinde: Tunç çağından, Bizans dönemine kadar, yazının icadı, çanak-çömlek yapımı ve kullanımı, paranın icadı gibi tarihte yaşanan ilkleri vurgulayan eserler ve canlandırmalar yer almakta.

Giriş katında; kod farkıyla oluşturulan bölümde

“İstanbul’un çevre kültürleri: Trakya, Bitinya ve Bizans “ sergileme salonları var. Bizans mezar taşlarına bakıp; üzerlerindeki kabartmalardan, kişinin mesleğini çıkarmaya çalışacaksınız. Kılıç yada miğfer; bu askermiş dedirtiyor, tarak yada lir; onun bir kadın olduğunu anlatıyor. Osmanlının mezar taşlarında da; üst kısmı çiçekli ise, adı okunmasa bile, o mezar taşının bir kadına ait olduğu hemen anlaşılıyor. Aslında; aynı topraklardaki kültürler, birbirinin devamı.

Birinci katında

Çağlar boyu İstanbul salonu var. Burada; İstanbul bölümünde: bugünde mevcut olan caddeler yapılırken ya da onarılırken, altından çıkarılan tarihi eserler sergileniyor. Örneğin; Kadıköy-Altıyol onarım kazılarından çıkarılanlar gibi. Sultanahmet Meydanındaki Burmalı Sütunun, Perslerden kazanılan savaş ganimeti silahlardan yapılan üç yılandan birinin başını; bu salonda görmek mümkün. (Bu yılan başları aslında üç tane, diğer biri Londra’da, diğer biri ise, hepten kayıp)

İkinci katında

Çağlar boyu Anadolu ve Truva. Burayı gezerken; Moskova’da Puşkin Müzesinde bulunan Truva Hazinesini düşünmemek elde değil. Alman Schieman; keşke çalmasaydın, burada sergilense idi, diye düşünmemek elde değil. Truva’nın dokuz katının buluntuları arasında: Troyalı kadınların ateşte ısıttıkları taşları, daha sonra yemekleri sıcak tutmak için kullandıkları anlaşılıyor.

Hitit yazıtlarındaki; “Aşk Mektuplarını, evlilik ve ticaret antlaşmalarını “ burada göreceksiniz. Hititlilerle Mısırlılar arasında yapılan; tarihin ilk yazılı antlaşması olan “Kadeş Antlaşmasını” bizzat gözlerinizle görmek, muhteşem bir duygu, bunu tadacaksınız.

Üçüncü katında

Anadolu’nun çevre kültürleri: Kıbrıs, Suriye, Filistin sergi salonları bulunuyor.

Diğer iki kat ise, depo olarak kullanılıyor.

Bahçe ise: yine bir o kadar hazine sunuyor. Küçük çay bahçesinde, sütun başı masalar üzerinde; Helenistik ya da Roma yazıtları arasında, hayatınızın en ilginç çayını içebilirsiniz. Bu arada; antik buluntular üzerindeki yazıları çözmeye çalışarak zamanı en keyifli şekilde geçirebilirsiniz.

ESKİ ŞARK ESERLERİ MÜZESİ

1883 yılında; Osman Hamdi Bey tarafından, Güzel Sanatlar Akademisi olarak yaptırılmış.

1917 yılında ise, Müzeye dönüştürülmüş. Ülkemizin en zengin ve en önemli müzesi.

Zaman içinde; gerek yapısal ve gerekse sergileme bakımından hizmet veremez duruma gelmiş ve onarım ihtiyacı gerekmiş. Bu dönemde: bir bankanın maddi desteğiyle; restorasyon ve yenileme çalışmaları yapılmış. 2000 yılında; modern teşhir yöntemleri uygulanarak, halkın ziyaretine açılmış. Müze: iki katlı.

Anadolu, Mezopotamya, Mısır ve Arap eserlerinin; Kadeş Antlaşmasının, Zincirli Heykelin sergilendiği bu müzede; 75 bin çivi yazılı belgenin bulunduğu; “Tablet Arşivi” ve 20 bine yakın arkeolojik eser bulunmakta. Bu çivi yazılı belge arşivi; dünyada ikinci. Ayrıca: Akad kralı Naramsin Steli de görülmeye değer eserlerden.

1992 yılında, Avrupa’da, 45 müzenin katıldığı yarışmada birinci olarak, Avrupa Konseyi tarafından, “Yılın Müzesi” seçilmiştir.

Arkeoloji müzesinden çıkıp, doğruca yürüdüğünüzde, Gülhane Parkına ulaşacaksınız.

ÇİNİLİ KÖŞK

Buraya; “Sırça saray” da deniliyor. Topkapı Sarayı içindeki köşklerden; Fatih Sultan Mehmet’in 1472 yılında yaptırdığı ve Hazine Dairesiyle bir bütün meydana getiren yapı. Yazlık saray olarak yaptırılmış. Çeşitli onarımlarla şekli bozulmuş. Son onarımıyla beraber, eski biçimine sokulmuş. Köşkün ön cephesinde, 14 sütunlu bir galeri var.

Giriş cephesindeki mozaik çiniler; Selçuklu dönemindeki çinilerin özelliklerini taşıyor. Çini süslemeler, yan cephelerde şeritler halinde uzanıyor. Arkada; sırlı tuğlalarla, çok güzel bir kompozisyon oluşturuyor. Bu çinilerde; daha çok firuze, lacivert, beyaz ve kahverengi kullanılmış.

Beş köşeli odanın, kubbesi motiflerle süslü. Köşk; 1875 yılında: müze haline getirilerek “Müze-i Hümayun “ olarak kullanılmış. 1953 yılında ise; Fatih Müzesi adı altında; Türk ve İslam eserleri sergilenmiş.

Daha sonra ise; Selçuklu ve Osmanlı çini ve keramikleri sergilendiği için; Çinili Köşk Müzesi olarak hizmet vermeye başlamış. 1990-1991 yıllarında yapılan çalışmalarda; çağdaş bir anlayışla yenilenmiş. Daha sonra, 2002 yılında, yine başlatılan onarım çalışmalarının ardından, Haziran 2005 tarihinde, ziyarete açılmış.

SEPETÇİLER KASRI

Sarayburnunda. Kenedy Caddesinde bulunuyor.

1643 yılında; Sultan İbrahim tarafından; Bizans’ın deniz surları önünde yaptırılmış. Topkapı Sarayının dış bahçesindeki ve kıyılarındaki çeşitli; kasır, köşk ve saraylardan, günümüze kadar gelebilen tek yapı olma özelliğini taşıyor.

Yapıldığı dönemde: Topkapı Sarayı sınırları içinde kalıyormuş. Sultan I. Mahmut döneminde (1739) yenilenmiş. Bu kasır; aynı zamanda, Padişahların kayıklarının bağlandığı, Padişahların donanmanın sefere çıkışını ve dönüşünü izledikleri bir yer.

Yapı: cumhuriyet döneminde; askeri ecza deposu olarak kullanılmış. Daha sonra ise, kendi haline terk edilmiş.

1980 yılında, orijinal durumuna sadık kalınarak, Vakıflar Genel Müdürlüğünce restore edilmiş ve Uluslar arası Basın Merkezi olarak kullanılmış.

1998 yılında: Eminönü Vakfı tarafından; kafe ve restoran olarak kullanılmaya başlanmış.

2004 yılında ise; işletme hakları, bir otel şirketine verilmiş. Denizin üzerinde kurulu mekanda: restoran ve bar gibi farklı alanlarda hizmet veriliyor. Yazın boğaz manzaralı terasları, kışın ise şömineli iç mekanları ile güzel zaman geçirmek isteyenler için uygun bir mekan.

Ayrıca: buradaki açık ve kapalı alanlarında; çeşitli toplantılar, lansman ve düğün organizasyonları düzenleniyor. Otele ait tekneler; buradan hareket ederek, Boğaziçi’nde çeşitli organizasyonlarda kullanılıyorlar.

İstanbul Belgrad Ormanı

belgrad ormanı.genel.1
İstanbul Belgrad Ormanı

Belgrad Ormanı: Çatalca yarımadasının en doğu ucundadır. Doğusunda İstanbul Boğazı ve Kuzeyinde Karadeniz vardır. Şehir merkezine yakınlığı değerlendirildiğinde: Taksim merkeze 20 km, Büyükdere’ye 6 km ve Çayırbaşı’na 5 km uzaklıktadır. Buraya gitmek istediğinizde: Taksim-Sarıyer-Kilyos hattını takip etmelisiniz. Şehir merkezinden buraya en çabuk ulaşım: Çayırbaşı-Bahçeköy istikametinden sağlanır. Ayrıca, ikinci bir seçenek: Alibeyköy-Kemerburgaz-Terkos hattıdır.

belgrad ormanı.4
İstanbul Belgrad Ormanı
belgrad ormanı.genel.2
İstanbul Belgrad Ormanı
belgrad ormanı.genel.4
İstanbul Belgrad Ormanı

GİRİŞ ÜCRETİ

Araç girişi: hafta sonu 11 TL, hafta içi 5 TL. dir. Yaya veya bisikletle gelindiğinde giriş ücreti alınmıyor. Evet Belgrad ormanlarına giriş ücretli, ancak burayı ziyaret ettiğinizde göreceğiniz gibi: bu alınan ücretin karşılığında hiçbir sosyal hizmet verilmiyor. Emniyet ve sağlık ekiplerinin bulunmaması ve özellikle otopark sorununa acil önlem alınması başlıca sıkıntılardandır. Oturacak masaların birçoğunun zamanla kırık olması, çöplerin çevreye atılması, çeşmelerin çevresinin çamur dolu olması ve en kötüsü bunları takip edecek bir görevli ekibinin bulunmaması, buraya akın akın gelen insanların birçok sıkıntı yaşamasına sebep olmaktadır. Bu yüzden: burayı mümkünse hafta içi ziyaret edin, yoksa hafta sonu büyük bir kalabalık ve aksaklıklarla yüz yüze gelmeyi kabul etmelisiniz.

ÖNEMİ VE TARİHİ GEÇMİŞİ

Trakya’da Istıranca dağlarından başlayıp Karadeniz’e kadar uzanan Belgrad Ormanları, geçtiğimiz yüzyılda bugünkünden çok daha büyüktür. Çünkü denizden çok yüksek olmamasına rağmen, yoğun yağış alan bir bölgedir. Orta Avrupa ve Akdeniz iklimleri arasında bir geçiş yeridir.

Ormanın içinde bulunan; geçmişi Romalılar dönemine kadar uzanan su kemerleri ve su bentleri ise o zamanki su dağıtım sistemini açıklamaktadır.

Orman ismini: bir zamanlar burada bulunan Belgrad köyünden almıştır.

Köyün ismi ise: Kanuni Sultan Süleyman’ın 1521 yılında Belgrad’ı (günümüzdeki Sırbistan’ın başkenti) aldıktan sonra buraya getirttiği ve şehrin su dağıtım sisteminin sorumluluğunu verdiği göçmenlerden gelmiştir.

18’nci yüzyılda bazı yabancı Büyükelçilikler, yazlıklarını bu köy civarında yaptırmışlardır.

Lady Mary Wortley Montagu, diplomat eşiyle birlikte 1717 yılında birkaç gününü burada geçirmiş ve bu ziyaret “Türk Sefareti Mektupları” isimli kitabında yazılmıştır.

19’ncu yüzyılda yazlıklar Tarabya ve Büyükdere kıyılarına taşınınca, Belgrad köyü, yavaş yavaş küçülmeye başlamıştır.

1826 yılında ormanda saklanan yeniçerilerden kurtulmak için yeni ve modern ordusuna, ormanı yakma emri veren Sultan II. Mahmut: köye son darbeyi böylelikle vurmuştur.

1898 yılında geriye kalan birkaç kişinin de başka yere taşınmasıyla, burada bir zamanlar bir köy olduğuna dair neredeyse bir emare kalmamıştır.

İstanbul’un akciğerleri bir zamanlar şehir dışındayken günümüzde neredeyse şehrin göbeğine gelmiştir.

Belgrad: tarih boyunca sadece mesire yeri olmakla kalmamış ve şehrin su ihtiyacını karşılamıştır.

Günümüzde: kayın, meşe, akkavak, çam, çınar ve kayın ağaçlarıyla dolu orman, piknik için gelinecek en popüler yerlerden birisidir. Burada göl manzaralı, 6.5 kilometre parkurda yürüyüş ve koşu yapmak mümkündür. Yol boyunca spor aletleri de bulunuyor.

KIRKÇEŞME SU DAĞITIM YERİ

Mimar Sinan genellikle camilerle tanınır. Ancak 1554-1563 yılları arasında Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle birçok su kemeri de yapmıştır. Zamanın bu büyük su tesisi ve Sinan’ın en muazzam eserlerinden olan bu kemerler, hassas eğimleriyle “Tarihi Yarımada” ya su taşımıştır. Sistem: 4 su bendi ve 33 su kemeri vasıtasıyla suyu kara surlarındaki Eğrikapı’nın hemen dışına kadar getirmiştir.

Kırkçeşme sistemi iki kola ayrılıyor, bir kol Ayvad Bendi’nden, diğeri ise Büyük Bend’den geliyor ve Galata Kulesi yüksekliğinden derinliği olduğu söylenen bir taş sarnıçta, Başhavuz’da birleşiyor. Aynı dönemde Süleymaniye ve Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan külliyeleri inşaatlarıyla da uğraştığı düşünülürse, mimarbaşının zekasının yanı sıra çalışkanlığı ve azmi de şaşırtıcıdır.

Kırkçeşme sisteminin günümüze ulaşan en muhteşem yapısı: iki katlı Mağlova Kemeri ya da diğer adıyla “Muallakemer”e ulaşmak ne yazık ki çok da kolay değildir.

Yolu olmayan, ormanın derinliklerindeki kemer Alibey Deresi’ni ikiye bölüyor.

Mağlova kemeri dünyada kendi türündeki eserler arasında bir başyapıttır. Sadece bu eseri bile Sinan’ın bir dahi olduğunu kanıtlamaya yetiyor. Mağlova’nın merkezdeki dört kemeri, dünyadaki en geniş kemerler olarak biliniyor. Kemer açıklıklarının farklı boyutlarda olmasının nedeni, yapının yüzyıllarca su baskınları ve depremlere dayanmasını sağlamak içindir.

Alibey Deresi üzerinde 165 metre uzunluğundaki iki katlı Güzelce Kemeri’ni de 1563-1564 yılları arasında Mimar Sinan yapmış, ancak burada tabandan yukarı çıktıkça daralan farklı bir t arz uygulamıştır.

Bahçeköy’den Kemerburgaz’a direkt olarak gelirseniz: 12’nci yüzyılda İmparator I. Andronicos Kommenos tarafından yaptırılan ve daha sonra Sinan tarafından onarılan 102 metre uzunluğundaki Paşa Kemer’den geçersiniz.

Yolun sonunda, sağa döndüğünüzde yol sizi 711 metre uzunluğunda iki katlı heybetli Uzunkemer’e götürür.

Kemer 2009 yılında restore edilmiştir.

Eğer sağ yerine sola, yani Kemerburgaz’a doğru dönerseniz, Romalılar döneminde yapılmış ama 1564 yılında Sinan tarafından yeniden inşa edilmiş 342 metre uzunluğundaki Eğrikemer’e varırsınız.

Kemer: biri üç katlı ve 216 metre uzunluğunda, diğeri ise sadece tek katlı ve 126 metre uzunluğundaki iki kolundan ötürü bu adı almıştır.

Kırkçeşme sisteminin dört büyük su bendi vardır.  1620 yılında Sultan II. Osman tarafından yaptırılan Karanlık Bent; Topuz Bendi veya Kömürcü Bendi olarak da bilinir.

Büyük Bent: 1724 yılında Sultan III. Ahmet, Ayvad Bendi 1765 yılında Sultan III. Mustafa ve Kirazlı Bent: 1818 yılında Sultan II. Mahmut tarafından yaptırılmıştır.

Tüm bu yapılar, bir mühendislik projesinin sanatsal yönü olabileceğini göstermesi bakımından da ayrı bir önem taşır.

Nitekim birçok 18’nci yüzyıl resmi, bentlerde doğanın keyfini süren, nargile içip müzik dinleyen insanları tasvir etmektedir.

TAKSİM SU DAĞITIM SİSTEMİ

Ormanın içindeki su sisteminin ikinci kolu, suyu şehrin bugünkü merkezine götürür ve Taksim Meydanın’da biter. Bu sistem: 1731 ve 1839 yılları arasında Pera’nın artan nüfusuna hizmet etmek için yapılmıştır. Sistemden günümüze ulaşmış en ünlü su kemeri Sultan I. Mahmut tarafından 1732 yılında yaptırılmış, 490 metre uzunluğundaki I. Mahmut Kemeri: günümüzde Bahçeköy girişinde durmaktadır. Üstüne çıkmanıza izin verilmiyor ama teorik olarak en tepesinden Boğaz’ın Karadeniz’e açılan yeri görülüyor. Geçmişte inşa edilen ve suyu tutmaya yarayan, üç bent 88 metre uzunluğundaki Topuzlu Bendi, Sultan III. Selim’in annesi Mihrişah Sultanın 1796 yılında yaptırdığı Valide Bendi ve 1839 yılında yaptırılan II. Mahmut Bendi (Yeni Bent olarak da tanınır) günümüzde ayaktadır.

ATATÜRK ARBORETUMU

Burası ile ilgili tanıtım yazısı, yine bu sitede, bu isim altında ayrı bir başlıkla açıklanmıştır.

belgrad ormanı.genel.4
İstanbul Belgrad Ormanı Mesire Yerleri

MESİRE YERLERİ

Ormanın geneline yayılmış 11 mesire yeri vardır. Ayrıca piknik alanlarına yakın yerlerde, sayısı az da olsa kır bahçesi ve lokantalar bulunuyor.

ayvad bendi.1
İstanbul Belgrad Ormanı Ayvat Bendi Mesire Yeri
ayvad bendi.2
İstanbul Belgrad Ormanı Ayvat Bendi Mesire Yeri

Ayvat Bendi Mesire Yeri

Alanı 50 hektardır. Kağıthane deresinin kollarından biri olan Ayvad Deresi üstünde kurulmuştur. Tarihi Bent: 1765 yılında Sultan III. Mustafa tarafından yaptırılmış olup, yerden yüksekliği 13.45 metredir. Uzunluğu ise, düz hat olarak 63 metredir. Burada: Belgrad Ormanlarındaki en güzel manzara izlenir. Giriş yerindeki düzlükler: piknik ve dinlenme için uygundur.

bentler mesire yeri.1
İstanbul Belgrad Ormanı Bentler Mesire Yeri

Bentler Mesire Yeri

Alanı 16.3 hektardır. Belgrad ormanlarındaki en güzel mesire yeridir. Burada Osmanlı döneminde inşa edilen 3 su bendi bulunur. Piknik alanında büfe bulunmaktadır. Yürüyüş parkuru ve bisiklet yolu, ormanın derinliklerine kadar uzanmaktadır. Bahar ayında yeşil örtü, yaz aylarında serinlik, sonbaharda ise sarıdan kırmızıya dönen renkler ve kışın bembeyaz bir ortam ziyaretçileri beklemektedir.

binbaşı çeşmesi mesire yeri.1
İstanbul Belgrad Ormanı Binbaşı Çeşmesi Mesire Yeri

Binbaşı Çeşmesi Mesire Yeri

Kemerburgaz ya da Belgrad Ormanları içinden rahatlıkla ulaşılır. Burası zengin bir ağaç ve bitki örtüsüne sahip piknik yeridir. Yürüyüş parkuru ve oturma yerleri vardır. Burası hakkında anlatılan bir efsaneden söz etmek istiyorum. Osmanlının son dönemlerinde, savaşlarda, bir bölük asker bölgeye yani buralara sığınmak zorunda kalırlar. Açlık ve susuzluk giderek artar. Asker huzursuzdur ancak kamp yerinden ayrılmak da mümkün olmaz. Bunun üzerine, günlerce çare arayan bölük komutanı binbaşı, geceden sabaha kadar açtığı kuyudan su çıkarmayı başarır ve bölgeye de adını verir. Mesire yerinin girişinde bir kafe bulunuyor.

Irmak Mesire Yeri

Alanı 10 hektardır. Burası küçük bir ırmak boyunca yükselen, anıt değerindeki ağaçların rengini ve havasını verdiği önemli bir dinlenme sahasıdır. Hemen girişteki düzlükte tahta masalar, piknikçiler için idealdir. Suyunun berraklığı ve çevresinin temizliği dikkat çeker. Neşet Suyundan başlayan koşu parkuru, bu mesire yerinden de geçer. Ayrıca patika yollarla ormanın derinliklerine ulaşmak mümkündür. Özellikle burası hafta sonlarında aşırı kalabalık olmaktadır.

kızılbent mesire yeri.1
İstanbul Belgrad Ormanı Kirazlıbent Mesire Yeri

Kirazlıbent Mesire Yeri

Alanı 19.14 hektardır. Yüksek ağaçları, ince patika yolları ve tarihi Kirazlıbent ile mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisidir. Piknik alanlarının üst kısmı benttir ve mimarisiyle büyüleyicidir. Sultan II. Mahmut’un 1818 yılında Kirazlı Deresi üzerine yaptırdığı bu güzel bendin yerden yüksekliği 11.25 metredir. Tepe uzunluğu ise 59 metredir. Ağaçlarla örtülü düz sahası piknik için uygundur.

Kömürcübent Mesire Yeri

Alanı 2.9 hektardır. Burada bulunan Karanlıkbent: Sultan II. Osman tarafından 1620 yılında Kağıthane deresiyle buluşan Topuz Deresi üzerine inşa edilmiştir. Küçük su havzası, aynı zamanda birçok canlıya ev sahipliği yapmaktadır. Hemen bitişiğinde bulunan geyik üretme sahasında, geyikleri izleyebilirsiniz. Burada 66 geyik bulunduğu söyleniyor. Arazi biraz engebeli olmakla birlikte, göğe uzanan ağaçlarıyla farklı bir güzelliği sahiptir. Piknik ve oturma sahaları oldukça bakımlıdır.

kurtkemeri mesire yeri.2
İstanbul Belgrad Ormanı Kurtkemeri Mesire Yeri

Kurtkemeri Mesire Yeri

Belgrad ormanlarının devamıdır. Suyunun bolluğu, ağaçlarla çevrili geniş alan ve çok sayıda piknik bölümüyle ilgi çekmektedir. Eyüp, Kağıthane, Kemerburgaz ve Göktürk sakinleri ve yöresel derneklerin etkinlik programları, burada düzenlenmektedir. Mesire alanının bütün bölümlerine ulaşan patika yol, koşu ve yürüyüş imkanı verir. Ortasından asfalt yol geçer.

Neşit suyu Mesire yeri

Alanı 67.3 hektardır. Neşet Suyu, ismini öğretmen Neşet Bey’den almıştır. Neşet Bey: 1881 tarihinde Resne’de doğmuş ve 1929 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir. Orman Mektebi müdürlüğüne kadar yükselmiştir. Ağaca ve ormana emsalsiz bir aşkla bağlı, idealist biriydi ve bu mevzudaki üstün çabaları nedeniyle, arkadaşları ve öğrencilerinin sevgisini kazanmıştır. Orman Genel Müdürlüğü: 21.09.1953 tarihinde üzerinde bu yazıt bulunan bir çeşme yaptırmıştır.

Evet, bu mesire yeri, adını Neşet Bey’den almıştır. Serin suyun çevresinde kurulan önemli konumuyla, yılın dört mevsimi, haftanın 7 günü, tabiat severlerin akınına uğrar. Güzel suyunun yanı sıra, Büyükbent çevresinde ring yapan 8 kilometrelik koşu parkuru, uygun piknik alanları, kafeteryası ve otoparkı vardır. Spor kulüplerinin kros ve nefes açma çalışmaları için da tercih ettikleri yerdir. Buraya ulaşmak için: Levent-Maslak-Bahçeköy ya da Kemerburgaz istikametinden Belgrad ormanları tabelaları takip edilmelidir.

1980’li yıllarda su sıkıntısı olduğunda, İstanbullular bu çeşmenin önünde uzun su kuyrukları oluşturmuştur. Neşet Suyunun hemen girişinde, bir de köy pazarı kuruluyor. Burada Kilyos köylüleri ürünleri sebze ve meyveleri satıyorlar.

İstanbul Pendik

pendik.genel.1
İstanbul Pendik

Bölgede; tarihi kaynaklara göre, MÖ 5000’li yıllarda yerleşim başlamıştır.

Tarihi süreçte: İstanbul boğazı ve Sakarya nehri arasındaki bölge, jeopolitik ve stratejik olarak önem kazanmış ve çok sık el değiştirmiş, farklı milletler tarafından ele geçirilmiştir.

Bizans döneminde “Pantikion” veya “Pentikion” ismiyle bilinen yerin, bu bölge olduğu düşünülüyor. Bu kelimenin anlamı “her tarafı surlarla çevrili” demektir. Yani, Pendik egemen olan devletler tarafından bir savunma hattı olarak kullanılmıştır.

Bazı kaynaklara göre ise “Pendik” kelimesi “Beş burun, Beş köy, Beş çıkıntı, Beş balıkçı köyü” anlamına gelir.

Başka yerlerden gelip bu bölgeye yerleşenlerin Farsça “Beş köy” anlamına gelen “Pench-deh” ismini kullandıklarına inanılmaktadır. Bu isim, zamanla “Pendik” ismini almıştır.

İstanbul boğazı ve Sakarya nehri arasındaki bölgeye yerleşen ilk devletlerden biri olan Frigler’in bir kolu Bebrikler, günümüzdeki Pendik’e “Bebrikya” demişlerdir. MÖ 650 yılında bu bölgeye yerleşen ve Bitinya adını veren Bitinler ise Anadolu’ya hakim olmak isteyen Perslerin egemenliği altına girse de bir süre sonra Bitinya krallığını kurarlar. Roma imparatorluğu MÖ 85 yılında, Kalkhedon yani Kadıköy’e ayak bastıktan sonra MÖ 74 yılında Pendik’in de bağlı bulunduğu Bitinya’yı egemenliği altına alır. Pendik, MS 255 yılında Got istilası sonrası diğer bir hükümdarlık olan Perslerin, Kadıköy’e yaptıkları seferlerin de uğrak yeri olur. Pendik’in İslam’la tanışması, 668 yılında Ebu Süfyan komutasındaki orduların Üsküdar’a kadar ilerledikleri seferle gerçekleşir. 941 yılında Rus istilasına uğrayan Pendik ve çevresi, 1071 Malazgirt Savaşında Müslüman Türklerce egemenlik altına alınır.

Pendik: 1328 yılında, Orhan Bey döneminde Samandıra ve Aydos kalelerinin alınmasıyla Osmanlı yönetimine geçmiştir. Kalenin fethini gerçekleştiren Kara Gazi Abdurrahman, Orhan Gazi tarafından Aydos Tekfurunun kızıyla evlendirilir. Yıldırım Beyazıt döneminde, doğuya yapılan seferleri fırsat bilen Bizans, Pendik’i birkaç kere eline geçirmiş olsa da Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fetih etmesiyle Anadolu’dan gelen Türkler: Pendik’teki Kurtköy, Dolayoba, Yayalar, Şeyhli gibi köyleri kurmuşlardır.

İlki 1789 yılında olmak üzere üç büyük yangın geçiren Pendik’te son olarak 1889 yangınında 1200 konut ve ticarethane yanarak yok olmuştur.

Ardından padişahın emriyle, Ayan Meclisi Senato Hariciye Encümen Reisi Azaryan Efendi, Pendik’in yeniden imar edilmesi için görevlendirilmiştir. Paris’ten getirilen mimar ve mühendislerce kasabanın ilk planları çizilmiş, şehrin kurulması için çalışmalara başlanmıştır. Böylece Pendik, Türkiye’nin ilk planlı kasabası olma unvanını kazanmıştır. Azaryan Efendi, bu planı çizdirirken isminin ilk harfi “A” yı, Pendik’in ortasına işler. Harfin ayakları sahile uzanacak şekilde planlanır. Belediye binasının önündeki parkta birleşen Gazipaşa ve İsmetpaşa caddeleri, harfin iki büyük ayağını, Dr. Orhan Maltepe caddesi ise harfin gövdesini oluşturmaktadır.

Pendik yöresindeki yerleşik nüfusun büyük bölümü Rumlardan oluşmakta iken, 1924 yılındaki mübadele sonucunda, Rumlar bölgeyi terk etmişler, yöre, 1960’larda başlayan sanayileşme sürecine kadar küçük bir balıkçı köyü olarak kalmıştır.

pendik höyük.1
İstanbul Pendik Höyüğü

PENDİK HÖYÜĞÜ

Pendik yöresinde tarih öncesi dönemdeki yerleşim kalıntıları burada bulunmuştur. Höyüğün 8400 yıllık olduğu tahmin edilmektedir. Buranın en büyük özelliği, İstanbul’un kısıtlı bilgisi bulunan neolitik dönemi hakkındaki açıklayıcı yüzüdür.

Höyük: Pendik ilçe merkezinin 1.5 km doğusunda, Kaynarca tren istasyonunun 500-600 metre batısında, denizden 50 metre uzaklıktadır. İlk olarak 1908 yılında İstanbul-Bağdat demir yolu inşaatı sırasında, demir yolu çalışanı Millipulos tarafından bulunmuştur. İlk bilimsel kazı ise 1961 yılında yapılmıştır.

Boyutları 280 x 180 metre kadardır.

Buradaki kazılarda: Bizans ve neolitik döneme ait,  1-5 metre çapında, taban düzlemleri olan, oval veya yuvarlak biçimli kulübeler ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca oldukça bol kemik ve boynuz alet bulunmuştur. Yontma taş aletler, çoğunlukla çakmak taşından yapılmış olup, diğerleri obsidiyendir.

Resmi kayıtlara göre burada bulunan buluntular: 34 adet hocker tarzı mezar, 2 adet neolitik kulübe tabanı, 1 adet ocak, 2 adet sığır kafatasıdır. Bizans dönemine ait iki evreli bir mimari kalıntı ve su kanalları görülmüştür.

Bunlar Fikirtepe kültürünü simgelemektedir. Özellikle bulunan çanak-çömlekler Fikirtepe ile benzer özellikler göstermektedir. El yapımı olan çanak-çömlek genellikle siyah, koyu kahve ve kırmızının çeşitli tonlarında nadir olarak da daha açık renklidir. Yüzeyleri düzenli ve iyi açkılıdır. Çanak çömlek biçimleri düz ya da dış bükey kenarlı kase ve çömlekler, dar ağızlı ve hafif S kıvrımlıdır. Üçgen veya yuvarlak ve az sayıda da tüp biçimli tutamaklar mevcuttur. Kil buluntular arasında yer alan bir kadın heykelciği dikkat çekicidir. Küçük buluntular arasında en büyük gurubu oluşturan yontma taş aletlerin çoğunluğu obsidiyenden yapılmıştır. Yerleşmede bulunan kemik aletler çeşitlilik gösterir. Kemik aletler içinde, en önemli yeri, kaşıklar almaktadır.

temenye.1
İstanbul Pendik Temenye

TEMENYE

Pendik merkezinin 1 km doğusundadır. Tarih öncesi bir yerleşim yeridir. Bizans döneminde “Kasilaos” diye adlandırılan Temenye’de: Hz Yahya kilisesi olarak da bilinen St Jean Babtist kilisesi, Ayios İoanis Prodromos Ayazması ve kilisenin arkasında Yunan ve Rum dönemlerine ait mezarlıklar bulunmuştur. Özellikle Hz Yahya kilisesinin 1010 yılına kadar burada varlığını sürdürdüğü bilinmektedir. Arkeoloji araştırmalarda bu kiliseye ait sütunlar, haçlı taşlar ve kıymetli kalıntılar bulunmuştur.

Öte yandan, bu kilise ve ayazmanın ilginç hikayesinden söz etmek istiyorum. Önce Hz Yahya’dan söz edelim. Yeni Ahit’e göre: Filistin’de yaşayan Hz Yahya, dönemin Roma imparatoru Hirodes (5-39) tarafından evliliğini onaylamadığı gerekçesiyle başı ve kolları kesilerek katledilir. Bunun üzerine, peygamberin öğrencileri kendisinin cesedini alıp gözyaşlarıyla kutsal topraklara defnederler. 390 yılına doğru, Bizans imparatoru Valens, Hz Yahya’nın başının Suriye’de olduğunu öğrenir ve emanetlerin İstanbul’a getirilmesini emreder.

İstanbul’a getirilen emanetler, bir süre Kasiliaos’da yani Temenye’de tutulur. Çünkü kutsal emanetleri taşıyan kafilenin katırları Temenye’de dururlar ve ilerlemek istemezler. Buna çok şaşıran İmparator ve yanındakiler, burada Hz Yahya adına Saint Jean Babtist kilisesi ve Ayazması inşa ettirirler ve kutsal emanetler burada koruma altına alınır. Hıristiyan hacıların bu emanetleri ziyaret etmek için Temenye’ye geldikleri söylenir.

Pendikli Bakire Matrona’nın koruyuculuğunu üstlendiği emanetler, daha sonra İmparator Büyük Teodos tarafından Hebdemon’da (günümüzdeki Bakırköy) inşa edilen Büyük Saint Jean Babtist kilisesine getirilir. Hz Yahya’nın başı ve kol kemikleri, günümüzde Topkapı Sarayı kutsal emanetler bölümünde saklanmaktadır.

1924 yılına kadar, her yıl 29 Ağustos tarihinde, Temenne Ayazmasında Hz Yahya adına ayinler yapılmıştır.

pavli adası.0
İstanbul Pendik Pavli Burnu

PAVLİ BURNU

Kaynarca Mahallesindedir. Günümüzde Pavli burnu olarak bilinen buranın eski ismi “Paulo Petriocene” dir. Burada: Pier ve Paul isimli havariler için yapılmış bir manastır ve kilise vardı. Günümüzde ise, yarımadanın Eşek adasına bakan tarafında, bu yapıların sadece duvar kalıntıları görülebilmektedir. 1999 yılı depreminden sonra Gölcük’te bulunan askeri tersane, buraya taşınmıştır.

pavli adası.1
İstanbul Pendik Pavli Adası

PAVLİ ADASI

Kaynarca Mahallesindedir. Eski ismi “Mavronisi” olan ve halk arasında “Pavli adası” olarak bilinen ada: Pavli burnundadır. Günümüzde bilinen ismi “Aydınlı adası” dır. Ada özellikle Bizans döneminde yazlık bir dinlenme yeri olarak kullanılmıştır. Daha sonra burası denizin doldurulmasıyla sahille birleşerek Pendik tersanesini koruyan bir mendireğe dönüştürülmüştür. Bu mendireğin yapımında, Pavli burnundan çıkarılan taşlar kullanılmıştır ve burun daha sonra “Aydınlı burnu” ismini almıştır.

Günümüzde, Pendik açıklarında, İstanbul Tershanesi sahanlığında kaldığı için askeri bölge sayılır ve yapay bir yolla karayla birleştirildiği için pek adalık durumu kalmamıştır. Burada İstanbul Tersane Komutanlığı tarafından yani askeriye tarafından işletilen sosyal tesisler bulunuyor. Yüzme havuzu da bulunan tesis, özellikle düğün organizasyonlarında tercih ediliyor.

Tesis hakkındaki yorumlar: mükemmel mekan, süper manzara, enfes yemekler ve unutulmaz düğünlerdir.

BİZANS MANASTIRI

1974 yılında Çınardere bölgesinde bir vatandaşa ait arazi dozerlerle düzeltilirken, çeşitli duvar kalıntıları bulunmuştur. Bunun üzerine yapılan araştırmalar sonucunda: kalıntıların Bizans dönemine ait bir manastıra ait olduğu ortaya çıkmıştır.

Kazılarda: büyük kilise, şapel, mezar odası, iki oda ve atrium ortaya çıkarılmıştır. Büyük kilisenin: kapalı Yunan haçı tipinde inşa edilmiş olması nedeniyle, yapım tarihinin muhtemelen 842-1204 yılları arasına denk geldiği düşünülmektedir. Yani Orta Bizans dönemi yapısıdır. Buradaki dini yapıların duvar işçiliklerinin aynı olması, dini yapıların aynı dönemde, sosyal yapıların ise daha sonraki dönemlerde yapıldığını gösterir.

Manastırın 1204 yılındaki Haçlı-Latin işgali sırasında tahrip edildiği ve ardından terk edildiği ve imparatorluk 1261 yılında yeniden canlanınca manastırın yeniden önem kazandığı ve ek binalarla genişletildiği, ancak savaşlar sonunda yine terk edildiği ve toprak altında kaldığı anlaşılmıştır. 1329 yılındaki Palekanon savaşı sonrasında, yörenin Osmanlı egemenliğine girmesiyle, zaten bölge önemini yitirerek terk edilmiştir.

fransız katolik kilisesi.2
İstanbul Pendik Fransız Katolik Kilisesi

FRANSIZ KATOLİK KİLİSESİ

Batı mahallesinde yaşayan Fransızlar tarafından 1907 yılında yaptırılan bu küçük kilise, Burla Biraderler korusundadır.

Yazlık kilise olarak inşa edilen yapı: II. Dünya savaşına kadar Katolik kilisesi olarak hizmet vermiş ve 1945 yılında papazın Fransa’ya dönmesi üzerine ilgilenen kimse kalmadığından kapatılmıştır. 1940-1960 yılları arasında Ortodokslar tarafından kullanılan kilise, 1970’lerin başında yine terk edilmiş ve o tarihten bu yana kullanılmamaktadır. Kilisenin mülkiyeti hiçbir kurama ait olmadığı için Kayyum’a devredilmiştir. Çatısı, kapı ve pencereleri sağlam olan kilise, ilgisizlikten sokak çocuklarının barınma mekanı olmuştur.

Daha sonra çıkan bir yangında çatısı, kapıları ve pencereleri zarar görmüştür. 1990’ların sonlarına doğru ise Pendik’te yaşayan Hıristiyanlar bu binanın tekrar kazanılması için çaba göstermeye başlamışlardır. Ama imarda kilisenin bir cami olarak görüldüğü fark edilmiş, başvurular sonucu bina tekrardan imar planında kilise olarak düzeltilmiştir.

Daha sonra bu kişiler de bir kuruma bağlı olmadıklarından ve yasal işlemlerde zorlandıklarından bütün evrakları İstanbul Protestan Kilisesi vakfına devretmişlerdir. 2010 yılında Mülkiyet kayıtlarında Kayyum’dan Hazineye geçmiş ve tüm işlemler sıfırdan başlamıştır. 2010 yılı Kasım ayında, İstanbul Defterdarlığı aracılığıyla kilise binasının rekonstürsiyonu yapmak ve ibadet için kullanılmak üzere Hazine’ye başvurulmuştur.

KUBBELİ SARNIÇ

Eski ismi “Çopani” dir. Kurfalı eteklerinde ve Çınardere yakınlarındadır. Ebatları: 4.80 x 4.70 metredir. Kubbesi 6 tane kolon üzerinde durmaktadır.

SİLİNDİRİK SARNIÇ

Hisar sokaktadır.

Tuğladan yapılmış, silindirik sarnıç, araştırmacılara göre toprak içinde kalmış olmasına rağmen bahçe sulama işlerinde kullanılmıştır. Sarnıcın silindirik olması sebebiyle uzun süre yanılgıya sebep olduğu ve büyük bir hisar burcu olduğu düşünülmüştür. Günümüzde sarnıç kalıntılarının bulunduğu sokak “Hisar Sokak” olarak tanınmaktadır.

aydos kalesi.1
İstanbul Pendik Aydos Kalesi

AYDOS KALESİ

Kale, şehrin en yüksek yeri olarak kabul edilen ve denizden 537 metre yükseklikteki Aydos Tepesindedir. İsmini de bu tepeden almaktadır. Bizans döneminde inşa edilmiş görkemli yapı: halk arasında “Keçi kalesi” olarak da bilinmektedir. Tepenin zirvesinde, Aydos kalesiyle birlikte manastır kalıntıları da vardır.

Kale: Bizans’ın son dönemlerinde Aetos yani Kartal olarak adlandırılan bu dağın kuzeydoğuya uzanan yamaçlarında, 328 metrelik yükseklik üzerindedir. Kale: İstanbul-İzmit arasındaki tarihi sahil yolu ve Üsküdar-Samandıra-Mollafenari-İzmit yolunun uzunca bir bölümünü denetlemek ve gözetim altında bulundurmak için yapılmıştır.

İnşaat malzemesi olarak: taş ve kireç harcı kullanılmıştır. En geniş yeri 50 metre ve uzunluğu 120 metredir. Kale içinde 7.5 x 12 metre ölçülerinde bir de sarnıç bulunmaktadır. Bu sarnıç, günümüzde içinde yüzen balıklar nedeniyle ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir.

Evet, günümüze kalenin küçük bir kısmı kalmıştır. Sadece 6 kule ve kalenin batı kıyısında bulunan 2 gizli geçidin giriş yerleri ayaktadır. Bölgede, kaleden 100 metre kadar yüksekte, gözlem kulesi olarak kullanıldığı düşünülen kare şeklinde bir kulenin kalıntıları da bulunmaktadır.

Bizans döneminde yapılan kale, 1328 yılında Orhan Gazi döneminde, Kara Abdurrahman Gazi tarafından fetih edilir.

Aydos kalesiyle ilgili bir sürgün hikayesi: İzmir’de kendisini mesih ilan eden Sabatay Sevi: Osmanlı devletinin azınlıkların dinine müdahale etmeme prensibini suiistimal edip, kendini tüm Yahudilerin kralı ilan etmiştir. Dönemin Sadrazamı Ahmet Paşa: bu durumu öğrenince Sabatay Sevi’nin İstanbul’a getirilmesini emreder. 1668 yılında İstanbul’a getirilen Sabatay Sevi: iddiaları kabul etmez ve kurtulmaya çalışır. Bu arada, İstanbul’daki Yahudiler, Mesih geldi diyerek büyük bir heyecan içine girerler. Hatta: bazıları Sevinin mahkumiyetini protesto için dükkanlarını açmazlar.

Ancak, Osmanlı idaresi, isteyenlerin Sabatay Sevi’yi ziyaret edebileceklerini açıklar. İşte bu ziyaretçilerden birisi de: Sarayda etkili Sadrazam sarrafı olan Mordehay Kohen’in oğlu Yuda Çelebidir. Oğlunun ısrarlarına dayanamayan sarraf: Sabatay Sevinin sıkıntılı hayatını Sadrazam’a anlatınca, Sadrazam Ahmet Paşa: Sabatay Seviyi daha rahat olan Aydos Kalesine sürgüne gönderir.

Sevi: müritleri ve sekreteri Samuel Primo ile birlikte, Aydos kalesine gönderilir. Aydos kalesinde yaşayan Sevinin ziyaretçileri, gün geçtikçe artar ve bu durum Yahudiler arasında, sanki Kudüs’e hacca gitmiş gibi bir durum yaratır. Sabayat Sevi, bir süre sonra Aydos kalesinden, Edirne’ye gönderilir.

BİZANS MEZARLIĞI

Aydınlı ve sahil yolu arasında kalan kısımdadır. Buranın bir nekropol yani Bizans mezarlığı olduğu düşünülmektedir.

sultan konağı.11
İstanbul Pendik Sultan Konağı

SULTAN KONAĞI

Çamlık mevkiinde Kızılay kampında, Osmanlı döneminde, Sultan Abdülmecit döneminde yapılmıştır. İlgi çekici mimari özellikleri vardır. Halk arasında “Aynalı konak” olarak da bilinir. Buranın yapılmasıyla, Pendik yöresinin İstanbul’daki itibarı artmış ve bazı hanedan üyeleri ve vezirler burada ikamet etmiştir. Sultan Abdülaziz dönemi vezirlerinden Hacı Vesim Paşa, burada yaşamıştır.

HİLMİ ABBAS PAŞA CAMİİ

Bahçelievler’de Haydarpaşa-İzmit demir yolunun hizmet ve bakım işlerini yürüten işçilerin ibadet ihtiyaçlarının karşılanması için yaptırılmıştır. Caminin inşaatını Müslümanlığı sonradan kabul eden bir Rum hanımın başlattığı söylense de Hilmi Abbas Paşa tarafından tamamlanır.

ömerli barajı.4
İstanbul Pendik Ömerli Barajı
ömerli barajı.1
İstanbul Pendik Ömerli Barajı
ömerli barajı.2
İstanbul Pendik Ömerli Barajı
ömerli barajı.3
İstanbul Pendik Ömerli Barajı

ÖMERLİ BARAJI

İstanbul’un en önemli içme suyu havzalarından biri olan Ömerli Barajı, Riva çayı üzerinde, 1968-1972 yılları arasında DSİ tarafından yaptırılmıştır. Barajın çevresi, bozulmamış doğal yapısıyla İstanbulluların rağbet ettikleri önemli mesire yerlerinden birisidir.

Ömerli Baraj gölü kıyısında Esenceli isimli oldukça güzel ve küçük bir köy bulunuyor. Sessiz ve sakin bir yerdir. Bakkal, kahvehane ve benzeri yoktur. Ormanın içinde, barajın kıyısında, hiç bozulmamış bir köy görebilirsiniz. Barajın suları çekildiğinde, barajın sularının altında kalan ve 900 yıllık olduğu söylenen mezarlar ortaya çıkıyormuş.

gözdağı korusu.1
İstanbul Pendik Gözdağı Korusu

GÖZDAĞI KORUSU

Pendik Pınar Mahallesi Gözdağı caddesindedir. Pendik köprüsünden geçtikten sonra, tepede dalgalanan kocaman bir bayrak dikkat çeker, o noktada Gözdağı Sosyal Tesisleri vardır. Eski Pendikliler burayı “Ali Vasfi Tepesi” olarak bilirler.

Denizden yüksekliği 206 metre olan Gözdağı korusu, Pendik’in önemli rekreasyon alanlarından birisidir. Buradan Pendik ve çevresine hakim konumuyla, Tuzla’dan Kartal’a ve Maltepe’ye, Adalar’dan Kurtköy’e kadar olan geniş bir çevre görülebiliyor. Hava 35 derece sıcak iken, burası püfür püfür eser.

Burada piknik alanları, seyir terasları, çocuk oyun alanları ve bir restoran bulunmaktadır. İstanbul’un sekizinci saklı tepesi olarak kabul edilen Gözdağı korusu, eşsiz Pendik manzarasıyla ilgi çekmektedir. Tepenin zirvesinde, ahşap mimarisiyle adeta bir kartal yuvasını andıran Gözdağı Sosyal Tesisleri bulunuyor.

botaş parkı.1
İstanbul Pendik Botaş Parkı

BOTAŞ Parkı

Azizoğlu caddesinden başlayıp Yayalar caddesinden Tandoğan’a kadar uzanan park: Fevzi Çakmak, Esenler, Güllübağlar ve Kavakpınar Mahalleleriyle birlikte tüm Pendiklilere hizmet vermektedir. Parkın genişliği 65 metre ve uzunluğu 1136 metredir. Toplam alan 80 bin metre karedir.

Türkiye’nin en büyük park alanlarından biri olan parkta: çocuk oyun olanları, mini futbol, basketbol ve voleybol sahaları, koşu parkurları ve çok amaçlı dinlenme alanları bulunmaktadır.

BALLICA KÖYÜ

Köy, Pendik ilçe merkezine 22 km uzaklıktadır. Pendik köylerinden en ortada olandır. Köy 1920 yılında kurulmuştur. Daha öncesinde çiftlik olarak hizmet vermiştir. Çiftliğin o dönemdeki ismi Üçağaç Çiftliğidir. Bulgaristan’dan gelen göçmenler bu çiftliği satın alarak buraya yerleşmişler ve burası köy statüsüne kavuşmuştur. Ardından buraya köy sakinlerinin Yörük olarak adlandırdığı Konya, Karaman ve Antalya göçmenleri de gelerek yerleşmişlerdir.

1928 yılında köyü ziyaret eden Kaymakam, kendisine ikram edilen bal çeşitlerinin bolluğuna istinaden buranın ismini “Ballıca” koymuştur. Ancak köyde Ömerli barajının bir kolunun olması, arıcılık ve tarımı bitirmiştir. Sadece 2-3 aile arıcılıkla uğraşmaktadır. Çünkü barajdan sonra köyde nem ve sis artmış, arıcılar başka yerlere taşınmıştır.

Köyde, üç adet piknik alanı bulunmaktadır. Ayrıca atlı spor kulübü vardır. Barajda amatör olarak balıkçılık yapılmaktadır. Aynalı savan ve beyaz balık avlanmaktadır. Köyde amatör olarak avcılık ta yapılmaktadır. Çulluk, tavşan ve domuz avlanan hayvanlar arasındadır. Ballıca köyünde turizm gelişmemiştir. Yaz aylarında gelen ziyaretçi sayısı fazla olsa da bunun turizm geliri olarak herhangi bir geri dönüşü olmadığı söylenmektedir.

KURNA KÖYÜ

Bu köyün kurucusu, Fatih Sultan Mehmet’in paşalarından Şevki lakaplı Mehmet Paşa’dır. Fatih İstanbul fetih edildiğinde, fetihte bulunan paşalara toprak hibe etmek ister. Fetih paşalarından olan Şevki lakaplı Mehmet Paşa’ya da Kadıköy’ü teklif eder. Ancak Şevki Mehmet Paşa mütevazi ve sakin yaşamayı seven biridir, kalabalık aileye sahiptir. Bu yüzden, Kadıköy’ü istemez ve Kurnaköy’ü tercih eder ve dokuz çocuğu ve onların aileleriyle birlikte Kurnaköy’e yerleşir.

Burada tarım, bağ, bahçe işleriyle uğraşır ve böylelikle Kurnaköy tarihi de başlamış olur. Köy bölgesi, kurtuluş savaşı yıllarında asker eğitim bölgesi olarak kullanılmıştır.  Pendik merkezine 15 km uzaklıkta olan köyde, 3 tane piknik alanı bulunuyor ve buralar, İstanbul ve civar köylerden gelenler tarafından yoğun olarak tercih ediliyor.

Köyün topraklarına suyu içinde barındıran yer benzetmesi yapılmış ve Kurnaköy ismi verilmiştir. Köyün suyunun eskiden çok meşhur olduğu, köyün adının bu yüzden Kurna olduğu söylenmektedir. Ancak günümüzde kaynak suyunun tükendiği söyleniyor. Buraya yolunuz düşerse: köyün meşhur yemeği ateşte pişen ve kazayak otuyla yapılan pideyi mutlaka tadın.

KURTDOĞMUŞ KÖYÜ

Köy, Pendik ilçe merkezine yakın olmasına rağmen doğal güzellikleriyle ünlüdür. Riva deresi üzerine kurulan Ömerli barajı, köyü üç taraftan çevreleyerek köye bir yarımada görüntüsü vermiştir. Kurtdoğmuş, aynı zamanda Ömerli Barajından önceki son köy olma özelliğini taşır.

Pendik ilçe merkezine 25 km uzaklıktadır. Buradaki ilk yerleşim, 1300’lü yıllara kadar gitmektedir. Söylentilere göre: köy, Orhan Bey’in Bursa’ya yerleştikten sonra batıya açılma politikalarının sonucu olarak kurulmuştur. Bölge halkından edinilen bilgilere göre, Orhan Bey, o dönemde bölgeye hakim konumda olan Keçi Kalesini almak için askeri birliklerini Kurtdoğmuş köyünde eğitmiştir.

Ordunun içinde her bir taburun farklı isimleri vardır. Kurt Asker, Obalı Asker, Yaya Asker, Şeyhli Asker gibi. Kalenin fethinden sonra, her bir askeri birlik farklı yörelere yerleştirilmiştir ve her bir tabur bulunduğu yöreye ismini vermiştir. Kurtdoğmuş köyüne de geri hizmette bekleyenler yerleştirilmiştir ve kurt doğdu, burada meydana geldi manasında bu köye “Kurtdoğmuş” ismi verilmiştir.

Köy içinde otel ve pansiyon yoktur. Buraya yolunuz düşerse, köyün öne çıkan ürünü olan ve pazı ile yapılan meşhur böreği “Kurtdoğmuş Böreği” tatmalısınız. Ağırlıklı olarak pazı ile yapılan börek, ayrıca peynirli de yapılmaktadır. Köyün bir diğer meşhur yemeği ise, Kıvrık böreği ve çarşaf böreğidir. Ayrıca tatlı kabaktan yapılan tatlı böreği de güzeldir.