İstanbul Kartal

kartal.genel.1
İstanbul Kartal

Kartal, Kocaeli yarımadasının bir uzantısı olarak kabul edilir ve tarih öncesi dönemlerden itibaren iskan görmüştür. Ancak MÖ. 2 ve 3 binlerde: Marmara denizindeki su seviyesinin düşmesi ve tuzlanma oranının artması sonucu değişen ekolojik şartlar, Marmara kıyılarının tümünde yerleşimlerin terk edilmesine yol açmıştır.

MÖ. 2 binlerin başlarında: Karadeniz ve Balkanlar üzerinden gelen Trak halklarının göç etmesiyle Marmara kıyıları tekrar iskan görmeye başlar. MÖ 1200 yılında bölge Trak kökenli bir halk olan Bitinyalılar tarafından iskan edilir. Bu döneme ait yazılı kaynaklarda da, bölge Bitinya Trakyası olarak adlandırılır. Bitinya toprakları, MÖ 94-74 yılları arasında veraset yoluyla Roma’ya bağlanır ve MÖ. 74 yılında Roma’nın bir eyaleti olur.

Daha sonra Bizans sınırları içinde kalan topraklara Türklerin gelişi 1080 yılı başlarına rastlar. Ancak 1329 yılında, günümüzdeki Maltepe’de yapılan ve Bizanslıların yenilgisiyle sonuçlana Pelekanon savaşı sonrasında Osmanlılar bölgeyi tümüyle ele geçirirler.

Sonuçta, Kartal ve çevresinde Helenistik ve Roma dönemine ait bilgiler oldukça sınırlıdır. Ancak Bitinya’nın Roma döneminde yoğun bir imar faaliyetlerine sahne olduğu; Genç Plinus’un mektuplarından anlaşılmaktadır. Kartal ve çevresinin tarihine ait bilgiler, daha çok Bizans dönemiyle başlar. Kartal ve çevresinde Bizans dönemine ait birçok manastır ve kilise kalıntısı tespit edilmiştir.

Bizans imparatorluğu  döneminde, 6’ncı yüzyıl başlarında “Kartalimen” isminde burada küçük bir balıkçı köyü kurulmuştur. “Kartal” adını ilk defa, sahilde balık avlamak için gelip buraya yerleşen “Kartelli” isminde bir balıkçıdan almıştır. Bizans zamanında, liman önemi taşıyan bu beldeye “Kartalimen” denildiği de bilinmektedir.

Osmanlı zamanında bu köyün nüfusunun büyük kısmı Rum’du. Rumlar mübadele zamanında buradan ayrıldı ve yerlerine Yunanistan’dan gelen Türk köylüler yerleştirildi.

Kartalda ilk vapur iskelesi 1857 yılında yapılmıştır. O dönemlerde küçük bir yerleşim yeri olarak kalan Kartal, 1873 yılında Haydarpaşa-Pendik banliyö hattının açılmasından sonra hareketlenmeye başlamıştır.

Kartal’ın sanayi bölgesi olması 1974 yılında kesinleşti. Aslında Kartal, bundan önce de komşuları Dragos veya Pendik gibi, tipik bir sayfiye değildi. Zengini daha azdı, ama örneğin iskele çevresindeki sevimli meyhaneleriyle, iddiasız evleriyle sakin bir yerdi.

Rumlardan geriye pek az şey kalmakla birlikte, Surp Nişan Ermeni kilisesi vardır.

1970’lerden sonra sanayi alabildiğine yoğunlaştı. Kirlenme de arttı. Günümüzde Kartal semt olarak herhangi bir özelliği kalmamış bir beton ve tuğla yığınıdır.

İç kısımdaki Yakacık’da hala güzel köşeler vardır. Burası yüksek olduğu için öteden beri havasının sağlıklılığı ile ünlüdür. Yaşlı ve yüksek ağaçlarıyla önem kazanmaktadır.

dragos.1
İstanbul Kartal Dragos

DRAGOS

Dragos: Marmara denizi sahilinde, Kartal-Maltepe arasında bulunan ve denizden 107 metre yükseklikteki Dragos tepe üzerinde kurulu bir semttir. İstanbul sahilinde, Prens adalarına en yakın konumdadır.

Dragos isminin kaynağına gelince: Dragos tepesiyle ilgili bir efsaneden söz edilmektedir. Dragos (Drakos: ejder) adı, bu tepede bulunan hayali bir hazine ile bu hazineye bekleyen ejderha efsanesinden kaynaklanmaktadır. Hatta bu hazinenin yarısının kız, yarısının yılan yaratıklarca korunduğu biçiminde de bir söylenti vardır. Zaten bu dolaylarda Bizanslılardan ya da daha eski zamanlardan kalma eski paraların bulunmuş olması, yakın zamanlara kadar define avcılarının yöredeki tepelerde kazı yapması, halk arasında bu inanışın yüzyıllardır sürdüğünü kanıtlamaktadır.

Coğrafi olarak bakıldığında, Dragos tepesi sanki Yakacık ve Çamlıca tepelerinin denize bir uzantısı ve hatta prens adalarının, özellikle Büyükada’nın devamı imiş gibi görülür. Adının tıpkı “Leandros”, “İmbros” gibi Yunan kökenli olduğu belli ancak buraya son yıllarda yerleşenler, bu mitolojik isim yerine “Orhantepe” ismini kullanırlar.

Kartal Orhantepe mahallesi, Dragos mevkiinde, İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından kazı çalışmaları yapılmaktadır. Dragos kazılarında: kilise, yapı ve hamam kalıntısı, adı bilinen bir saray, özel bir malikane ya da manastırla bağdaştırılmaktadır. Mevcut kalıntıların genel olarak 4-6 yüzyıllar arasında inşa edildiği, çeşitli eklemeler, onarımlar ve düzenlemelerle 13’ncü yüzyıla kadar kullanıldığı anlaşılmıştır.

dragos.kazı.1
İstanbul Kartal Dragos Arkeolojik Kazı Alanı

Dini yapı-Kilise kalıntısı

Hamamın güneyinde, geç Roma ve erken Bizans dönemlerine tarihlenen, MS. 4-6’ncı yüzyıllarda inşa edilmiş kilise tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalara göre, kilisenin ölçüleri 40 x 20 metredir. Üç nefli, üç apsisli bazilika planlı bir kilisedir. Ana nef apsisinin güneyinde ve kuzeyinde, mermer kaplı vaftiz odaları bulunmaktaydı. Yapının batıdan üç, kuzeyden iki girişi vardı.

Yapının duvarları: bağlayıcı olarak horasan harcının kullanıldığı taş ve tuğla ile inşa edilmiştir. Taban ve duvarlarında ise mermer kaplamalara rastlanmıştır. Bu alanda yapılan kazılarda çok sayıda mermer mimari elemanlar ortaya çıkarılmıştır. Bunlar arasında: boya bezemeli mimari elamanlar sayıca fazladır. Erken dönem Bizans mimarisinin yapılarının etkisinin arttırılması için yoğun olarak mermer kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca kilise duvarlarının çevresinde yetişkin ve çocuk mezarları tespit edilmiştir.

Hamam kalıntısı

Dragos hamamı: ilk olarak 1974-1977 yılları arasında yapılan kazı çalışmaları ile ortaya çıkarılmıştır. Hamam yapısından günümüze, hamamın alt yapısı olan ısıtma sistemi ile hamam işlevlerinin yerine getirildiği üst yapıya ait kalıntılara ulaşılmıştır. Hamamın ısıtılması, hypokaust denilen taban altı ısıtma sistemiyle sağlanır. Sistemde praefurnuum denilen odun ateşiyle hamamın ısıtılmasını sağlayan, genellikle kemerli geçişler ile tabanı taşıyan ve sıcak havanın dolaşımını sağlayan pilae denilen küçük ayaklar bulunur. Tabanda ayrıca büyük olasılıkla buhardan kaynaklanan suyun tahliyesi için yapılmış kanallar vardır.

Mezarlar

Hamam ve kilise yapılarının çevresinde basit toprak gömü tipinde mezarlara rastlanmıştır. Bu mezarlardan ilki hamamın doğu duvarının temeli altında bulunmuştur. Doğu-batı doğrultulu bu mezarın üzeri mermer plakalarla örtülüdür ve gömü sırtüstü yatırılmış olup eller göbek üzerinde birleştirilmiştir. Hamamın güneyinde bebek ve yetişkin mezarı olmak üzere toplam 17 tane erken Bizans dönemine ait mezar açığa çıkarılmıştır. Kilise çevresindeki mezarlar ise açılmamıştır.

dragos.sosyal tesisler.1
İstanbul Kartal İBB Dragos Sosyal Tesisleri

İBB Dragos Sosyal Tesisleri

Orhantepe Mahallesi, Turgut Özal Bulvarı üstündedir. Sosyal tesisler, tüm adalar manzarasına hakimdir ve 2007 yılında hizmete açılmıştır. Aynı anda 440 kişiye hizmet verebilmektedir.

aydos ormanı.0
İstanbul Kartal Aydos Tepesi ve Aydos Ormanı Mesire Yeri

AYDOS TEPESİ VE AYDOS ORMANI MESİRE YERİ

Doğal Sit alanıdır. Bu güzel atmosferde çayınızı yudumlayıp göle karşı piknik yapabilirsiniz. Aydos tepesi, 537 metre yükseklikle, İstanbul’un en yüksek noktasıdır. Osmanlı imparatorluğu döneminde av sahası olarak kullanılması, çam ağaçlarından oluşan ormanın ne denli zengin olduğunu ortaya koymaktadır.

Aydos gölü: Aydos tepesinin tam zıttı istikamettedir. 4 farklı giriş bulunan mesire yerindeki gölet, çevresindeki ekolojik bütünlük içinde bir uzun göl manzarası oluşturmaktadır. Piknik sahaları, büfesi ve koşu parkurları oldukça bakımlıdır. Ancak hafta sonları oldukça kalabalıktır, imkan bulursanız hafta içinde gitmelisiniz. Giriş ücretlidir.

SOĞANLIK

Kentsel Sit alanıdır. Kartal ilçesinin kuzeyindeki Yakacık ve Esenkent semtleriyle çevrili bu alanda: askeri birlikler ve askeri lojmanlar bulunmaktadır.

KARTAL CAMİİ

Kartal semtinin merkez camisi konumundadır. Sultan Mahmut Cami ve Hacı Ahmet Cami olarak da bilinir. Caminin ilk olarak 19’ncu yüzyıl başlarında yapıldığı tahmin edilmektedir. Ancak 1915 yılında yanınca, Hacı Ahmet Efendinin miras bıraktığı para ile tekrar yapılmıştır. Duvarları kagir, çatısı ahşap ve minaresi tuğladır.

İstanbul Mahmutpaşa

mahmutpaşa külliyesi.1
İstanbul Mahmutpaşa

Fatih ilçesinde, Eminönü semtindedir.

Mahmut Paşa: Fatih Sultan Mehmet’in ve halkın çok sevdiği, Rum Sırp melezi dönme vezirdir. Kendisi: Sırbistan’da despotluk yapan ve bir zaman İmparatorluk hanedanı olmuş “Angeli” ailesinden gelmektedir. Osmanlı’da: artık imparatorluk boyutlarına varan yeni devlet örgütlenmesinde önemli katkıları olmuştur. Enderun’dan çıkan ilk sadrazamdır. Güçlü bir kişiliği vardır. Yeni bir dini benimseyen pek çok kişi gibi, o da yeni inancında oldukça sofu idi.

1474 yılında Mahmut Paşanın idam edilmesi hakkındaki söylentiler

Bir süre sonra, Sultan II. Mehmet ve Mahmut Paşanın arası açılır. Mahmut Paşanın aşırı sertliğini içine sindiremeyen Padişah: halkın çok sevdiği veziri katlettirir. Fundamentalist akımlara yakınlık duyduğu ve bu yüzden idam edildiği düşünülmektedir. İdam edilmesine ait bir diğer söylenti: Şehzade Mustafa’nın ölümüne sevindiği ve aslında Rum Mehmet Paşanın kendisini Fatih Sultan Mehmet’e kötülemesidir. Peki, Mahmut Paşa, Şehzade Mustafa’nın ölümüne neden sevinmiştir diye bir söylenti çıkar. Hikayenin esas ilginç bölümü buradadır.

Çünkü: Şehzade Mustafa, Mahmut Paşanın genç karısına göz koymuştur ve Paşa, genç karısını boşamak zorunda kalır. Şehzade ölünce, Mahmut Paşa yas kıyafeti olan siyah kaftan giymez ve bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet tarafından idam ettirilir. Ancak sonra pişman olur ve cenazesine katılır. Ancak halk ve asker, Paşanın idam edilmesini iyi karşılamaz.

Hatta idam edildikten sonra “Ebedi Sadrazam” diye anılmaya başlanır. Bir söylentiye göre, işlerinde sorunları olan İstanbullular: bunların halledilmesini istedikleri evrakları, Sadrazamın sandukasının ayak ucuna bırakır, ertesi günü gelip o kağıtları aynı yerden alarak ilgili mercilere verirlerdi. Çünkü bunların Mahmut Paşa tarafından manen imzalanmış olduğunu düşünürlerdi.

Bir başka söylentiye göre: devletle işleri olanlar burada önce türbeye bağışta bulunurlar ve ardından, orada işi bilenlere dilekçe yazdırırlardı. Dilekçenin burada yazdırılmasının etkili olduğu düşünülürdü.

Mahmut Paşa: bu bölgede bir cami, hamam ve çarşıdan oluşan bir külliye yaptırmıştır. Fatih külliyesinden sonra 15’nci yüzyılın en önemli yapı gurubudur. 1460-1462 yılları arasında tamamlanan külliyenin mimari Atik Sinan’dır.

Ancak günümüze sadece cami ve türbe ulaşmıştır.

mahmutpaşa.alışveriş.1
İstanbul Mahmutpaşa Çarşısı

MAHMUTPAŞA ÇARŞISI

Çarşı ilk yapıldığında, 265 dükkan bulunuyormuş. Bunların çoğu, 17 ve 18’nci yüzyıllarda, burada yaptırılan dev boyuttaki hanlarda yerleşmiştir.

mahmutpaşa camii.1
İstanbul Mahmutpaşa Camisi

 

MAHMUTPAŞA CAMİSİ

İstanbul’un fethinden sonra kronolojik sıraya göre yaptırılan üçüncü camidir. (Eyüp Sultan ve Fatih Camisinin ardından yaptırılmıştır)

1463 yılında Mahmut Paşa tarafından yaptırılmıştır. Caminin adı kesin olarak bilinmeyen (bir ihtimal Tusteren kilisesi) bir kilisenin üzerine yapıldığı hakkında bir rivayet olsa da, bu konuda herhangi bir kanıtlanmış bilgi yoktur. Ama burada hemen bir ayrıntıdan daha doğrusu caminin yapılması sırasında yaşanan ve günümüze aktarılan bir olaydan söz etmek istiyorum.

Caminin yapımı oldukça uzun sürmüş yani geç bitirilmiştir. Çünkü: Padişah’tan aldığı izinle caminin yapımına başlanıldığında, kilise kalıntıları yıktırılıp caminin temeli için toprak kazılırken, iki küp dolusu altın bulunur. Mahmut Paşa: durumu Sultan Mehmet’e ilettiğinde, Sultan altınları Mahmut Paşa’ya bağışlar. Bunun üzerine, Mahmut Paşa “caminin inşası için gerekli para yerinden çıktı” diyerek mimar ve işçilere: istedikleri zaman ve istedikleri süre kadar çalışmaları iznini verir ve çalışmaya kimsenin zorlanmamasını ister. Bu yüzden, cami 7 yılda tamamlanır.

Şehrin en eski camilerinden biridir ve aynı zamanda şehirdeki ilk büyük anıtsal eserdir. Ancak bu ölçüde büyük olması, Mahmut Paşanın zenginliğini ifade eder, yani sadece bir vezir için oldukça büyük ölçeklidir.

Mimari

Mimari: Bursa dönemi erken Osmanlı mimarisi üslubundadır. Mekanın düzenlenmesinde ters “T” harfi şekline benzerlik görüldüğünden, bu tür planlı camilere Ters T tipi planlı cami denir. Namaz kılınan ana mekanın üstü: kubbeyle örtülü yanlardan bitişik mekanlar: dervişlere veya resmi dairelere ayrılmıştır. Bu yüzden “Tabhaneli” veya “Zaviyeli” cami de denir.

Caminin orijinalinden günümüze kalan mermer kapısı muhteşem güzelliktedir. Kapı kemerlerinin üstünde kitabe ve yanlarda yazılar vardır. Kapı çerçevesinin düzlüğüne, sonradan tamir kitabeleri yazılmıştır. Bu kitabede hicri 868 tarihi caminin yapılış tarihi olarak yazılıdır. Kapının çerçevesi işlemeli mermerdir ve yanında Sultan III. Osman’a ait bir tamir kitabesi bulunur.

Duvarlar az pencereli ve ağır görünümlüdür.

Son cemaat yerine; ortada beşik tonozlu ve iki yanında, ikişer yuvarlak kubbeli bir mekandan girilir. Bu yapı: Bizans kiliselerindeki narteksi andırır. Buradaki sütunlar ilgi çeker. Bunlar çok kalın ve sekiz kenarlıdır.

Mihrap duvarı yüksektir ve sivri bir kemerle biter. Üzerinde ise dört tane sivri kemerli pencere bulunur.

İşlemeli mermerden yapılmış mihrap ve minberdeki motifler ve işçilikler farklı devirde yapıldığından birbirinden farklıdır. Üstlerindeki bitki motifleri, çağına ait olmadıklarını açıklar.

Hünkar mahfili 1828 yılı yapımıdır. Altı sütun tarafından taşınır, ahşap ve yeşil renk boyalıdır. Öncesinde dış mekandan ayrı bir girişle ulaşıldığı ve kapı olarak kullanılan pencere ile Hünkar Mahfili arasında irtibatı sağlayan ancak günümüzde olmayan bir ara kat olduğu düşünülmektedir. Günümüzde buraya sonradan ilave edilmiş, ahşap bir merdivenle çıkılır.

Caminin ana mekanı: dikdörtgendir. 26 x 12 metre büyüklüktedir. Burası, birbirinden bir kemerle ayrılan iki kareden oluşur. Karelerin üstünü: eşit büyüklükteki iki kubbe örter. Kubbenin çapı 10.45 x 11 metredir. Böylece iç mekan genişletilmiştir. İki yanlarda ise küçük kubbeli tabhaneler yani konuk evleri vardır. Camide toplamda 18 kubbe bulunur.

O devirlerde Türk mimarları, ana mekanı genişletirken, bunun üstünü tek bir kubbeyle örtmekte zorlanıyorlardı.

Minare: kesme taştan, tek şerefelidir ve 1936 yılına yapılan restorasyon sonucu günümüzdeki şeklini almış, özgün çizgilerini yitirmiştir.

Avluda bulunan sebil ve çeşme: Darüssade Ağası Mustafa Ağa tarafından yaptırılmıştır.

Mahmut Paşanın katledilmesinin ardından yıkandığı taş: cami avlusunda, son cemaat yerinin karşısında durmaktadır.

1755 yılında çıkan yangında hasar gören cami, Sultan III. Osman tarafından tamir ettirilmiştir. 1766 yılındaki depremde cami yıkılır, 1785 yılında tamir görür. Bu tamiratlar nedeniyle, caminin özellikle içindeki bezemelerin birçoğu orjinalliğini yitirmiştir.

mahmutpaşa.türbesi.1
İstanbul Mahmutpaşa Türbesi

 

Mahmut Paşa Türbesi

Caminin arkasında, mihrabın önündeki hazirede: Paşa’ya ait sekizgen bir türbe vardır.  1473 yılında yapılmıştır. Giriş kapısı üstünde, üç satırlık inşa kitabesi ve 1730 tarihli onarım kitabesi bulunur.

Türbe: küfeki taşından, sekizgen plan üzerine inşa edilmiştir. Kubbesi 7.36 metre çapında bir kubbele örtülüdür.

İstanbul’daki en güzel türbelerden birisidir. Çünkü: türbenin dış yüzeyleri: lacivert, firuze ve yıldız motifli çinilerle kaplıdır. İstanbul’da dış yüzü çini kaplı tek türbe burasıdır. Kullanılan çiniler: İznik çinilerinin ilk parladığı döneme aittir. Renkler: Osmanlıdan çok Selçukluları hatırlatır.

Yani İstanbul’da Selçuklu türbe özelliğini gösteren tek yapıdır. Türbenin içinde ise hiç süsleme yoktur. İç zeminde: ahşap döşeme ve bunun altında özgün tuğla döşemesi görülür. Türbenin ortasında, mermer bir kaide üstünde, Mahmut Paşanın sandukası ve kapı tarafında ise oğlu Mehmet Beye ait daha küçük bir sanduka bulunur.

mahmutpaşa hamamı.1
İstanbul Mahmutpaşa Hamamı

MAHMUT PAŞA HAMAMI

Caminin kuzeyindedir. İstanbul’un en eski hamamıdır. Hamamın ana giriş kapısındaki kitabede 1466-1467 tarihleri yazılıdır. Çifte hamam olarak inşa edilmiştir. Kadınlar kısmı 1755 yılındaki yangında yanarak yok olmuş, bu bölüm 1878 yılında yıkılarak yerine “Abud Efendi Hanı” yaptırılmıştır. Günümüzde sadece erkekler kısmı ayaktadır. Hamamın mukarnaslı kapı nişi ve cephesi çok güzeldir. Kubbesi ise 26 metre yükseklikte ve 17 metre çapındadır.

Hamam 1953 yılında restore edildikten sonra bir süre hamam olarak kullanılmıştır. Ardından bir depoya ve son olarak 1990 yılında bir çarşıya dönüştürülmüştür.

kürkçü han.1
İstanbul Mahmutpaşa Kürkçü Han

 

KÜRKÇÜ HAN

Caminin kuzeyinde, Mahmutpaşa yokuşundadır.

Burası: Mahmut Paşa tarafından, 1453-1460 yılları arasında hamamla birlikte Kervansaray olarak yaptırılmıştır. Bir zamanlar “Kurşunlu Han” olarak isimlendirilen yapı, günümüzde “Kürkçü Han” olarak tanımlanır.

128 metre uzunluğunda ve 70 metre genişliğindeki yapının alt katında 48 ve üst katında 50 oda bulunur. Daha sonra, zemin katın üzerine, Hacı Kürkçü Ahmet Ağa isimli bir kişi tarafından küçük bir cami yaptırılır. Kubbe 1900’lu yıllarda çökmüş ve ikinci avluya zarar vermiştir. Bu yüzden, ikinci avludaki yapıların pek çoğu yeni tarihlidir.

Hana ismini veren 7-8 kürkçü dükkanı zaman içinde kapanmıştır. Dokuma ve çorap atölyeleri de yoktur. Günümüzde burada çeyizlik dükkanlar, tuhafiyeciler, yüncüler ve gelinlikçiler doludur.

MAHMUT PAŞA MEDRESESİ

1470’li yılların başında caminin doğusunda inşa edilen medreseden günümüze sadece bir dershane ulaşmıştır. Yapının bütünü 20’nci yüzyıl başında yıkılmıştır. Yapının günümüzde dershanesi dışında kalan arsasında bir İlköğretim okulu bulunmaktadır. Dershane: 6.80 x 7.5 metre ebatlarındadır.

BÜYÜK YENİ HAN

Mahmutpaşa’da Çakmakçılar Yokuşundadır.

Sultan III. Mustafa döneminde, 1764 yılında mimar Tahir Ağa tarafından yapılmıştır. Yapıldığı dönemde sarraflar tarafından kullanılan yapı, İstanbul’un işgal dönemlerinde işgal kuvvetlerince karargah olarak kullanılmıştır. Memurlara borç para veren bir kuruluş olan Emniyet Sandığı da burada açılmıştır. Bankalar caddesindeki hanların yapılmasından sonra, sarraflar buradan ayrılmıştır. Han: düzgün olmayan dikdörtgen şekilde, 3 katlı, 2 avlulu, 173 odalı ve 40 dükkanlıdır.

büyük han.1
İstanbul Mahmutpaşa Büyük Valide Han

 

BÜYÜK VALİDE HAN

Mahmutpaşa’da Çakmakçılar Yokuşu ve Fincancılar Yokuşu arasındadır.

1635 yılında: Sultan I. Ahmet’in eşi Kösem Sultan tarafından Üsküdar’daki Çinili Külliyesine akar sağlamak için yaptırılmıştır. Hanın bulunduğu yerde, önceden bir Bizans yapısı bulunduğu tahmin edilmektedir. Söylentiye göre: Kösem Sultan, servetini bu hanın bir odasına saklamıştır. Kösem Sultan: IV. Mehmet’in eşi ve gelini Turhan Hatice Sultan tarafından, Başlala Uzun Süleyman Ağa ve birkaç has odalı tarafından 2-3 Eylül 1651 yılında, odasında bir perde ipiyle boğularak öldürülmüş, serveti de yağmalanmıştır.

200 den fazla odası bulunan han, İstanbul’un en büyük hanlarından bir tanesidir. Kösem Sultanın ölümünden sonra, bir kısmı hazineye kalmıştır. Cumhuriyetten sonra da bazı odalar Vakıflara geçmiştir. Vakıflar Başmüdürlüğü, 1940’lı yıllarda bu odaların bir kısmını satmıştır. Maliklerinin çok olması nedeniyle bakımsız kalan hanın odaları: yüzyılın başında ise çoğunlukla İranlıların oturduğu bekar odaları olarak kiralanmıştır.

Burada, Osmanlı imparatorluğunun ilk Ermeni matbaası 1567 yılında kurulmuştur. (İlk Türk matbaasının kuruluş tarihi 1728 yılıdır) İstanbul’da ilk Kuran-ı Kerim: Şeyhülislamdan fetva alınamayınca, buradaki matbaada, İranlılar tarafından gizlice basılmıştır. 19 Ağustos 1906 tarihinde bakımsızlıktan bir kısmı çöken bina, 1931 yılında valilik tarafından kapatılmıştır.

James Bond’un “Skyfall” isimli filmi, bu hanın çatısında çekilmiştir.

ÇUHACILAR HANI

Mahmutpaşa yokuşunun başında, Kılıççılar sokağı ile Çuhacı Han sokağı arasındadır. Lale devrinin Sadrazamı İbrahim Paşa tarafından çuhacı esnafı için yaptırılmıştır. Adı “Çuhacılar Hanı” olarak kalmasına rağmen, günümüzde içinde kuyumcu atölyeleri bulunmaktadır. 29 Eylül 1755 tarihindeki büyük yangında yanan han, tamir edilerek günümüzdeki görüntüsüne kavuşmuştur.