İstanbul Süleymaniye Camii

suleymaniye-kulliyesi-1
İstanbul Süleymaniye Camii

Süleymaniye semti, Fatih ilçesinde, Süleymaniye Cami ve külliyesi çevresinde, İstanbul’da üçüncü tepe üstünde bulunmaktadır. Osmanlı döneminde, önemli bir bilim ve ticaret merkezi olan bölge, günümüzde de birçok tarihi ve turistik eseri barındırmaktadır. Semt ismini: 16 yüzyılda, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Süleymaniye Cami ve külliyesinden almıştır. Öte yandan, efsanelere göre: Hz Süleyman, eşi Şemsiye için burada bir saray yaptırmıştır.

kayserili-ahmet-pasa-konagi-1
İstanbul Süleymaniye Camii Kayserili Ahmet Paşa Konağı

 

Kayserili Ahmet Paşa Konağı

İstanbul Suriçi, Fatih Süleymaniye Mahallesi Kayserili Ahmet Paşa Sokağındadır.

Ahmet Paşa: Bahriye Nazırı olarak Sultan Abdülaziz’in hal’edilmesi olayına karışmış ve Dolmabahçe önüne savaş gemileri göndermişti. Konak: 19 yüzyıl yapısıdır ve 1806-1878 yılları arasında yaşayan ve 1873 yılında Bahriye Nazırı olan Ahmet Paşa’ya aittir.

Ahmet Paşa: er olarak katıldığı donanmada zekası ve yetenekleriyle kısa sürede amiral olmuş ve Kırım Savaşına, Karadeniz filosu komutanı olarak katılmıştır. 1855 yılında Kırım Sivastopol şehrinin alınmasında önemli rol oynadığı için vezirlikle ödüllendirilmiştir.

1873 yılında Bahriye Nazırı olmuş ve ardından Kaptan-ı Derya olmuştur. Bahriye Nazırı iken, Sultan Abdülaziz’in tahtan indirilmesi olayında, donanma gemilerini Dolmabahçe Sarayı önüne göndermiş ve bunun üzerine takip eden dönemde, Sultan II. Abdülhamit tarafından görevden alınmış ve Tuna valiliğine atanarak İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır.

1877-1878 yılı Osmanlı-Rus savaşında, Rusçuk muhafızı olarak görev yaparken yaşlılık ve hastalık nedeniyle İstanbul’a dönmesine izin verilmiştir.

Konak: önemli bir kültür varlığıdır. Şehir içi büyük konutlar için önemli bir örnektir. Eskiden bu tip konaklara, İstanbul’da birçok semtte rastlanırken, günümüzde çok nadirdir. Yapı: Osmanlı mimari tarzının, 19 yüzyılda moda olan ampir tarzının örneğidir.

Kagir bir bodrum üzerine oturan ahşap binadır ve iç süslemelerinde, Batı tarzı hakimdir. Zemin kat üstünde, aynı plana sahip iki kat daha bulunmaktadır. Evet, bu nadir bina, yıkılmak üzere iken son anda kurtarılmış ve restore edilmiştir.

suleymaniye-kulliyesi-1
İstanbul Süleymaniye Camii Süleymaniye Külliyesi

 

Süleymaniye Külliyesi

Süleymaniye Külliyesi: cami, medreseler, kütüphane, hastane, Sıbyan mektebi, imaret, hamam, hazire ve dükkanlardan oluşmuştur. İstanbul külliyeleri içinde, Fatih Külliyesinden sonra ikinci büyük külliyedir. Tarihçi Peçevi’ye göre: Külliye inşaatında 1713 Müslüman olan toplam 3523 işçi çalıştı. İnşaat için yaklaşık 3200 kilo altın harcandı. İşçi sayısı, yazın günlük 2000 kişiye ulaşıyordu.

suleymaniye-camii-1
İstanbul Süleymaniye Camii

Süleymaniye Cami

Osmanlı imparatorluğunun en ihtişamlı yıllarında Kanuni Sultan Süleyman, bu ihtişama yaraşır bir cami yaptırmayı arzu eder. Düşündüğü bu yapıt, günümüzdeki “Şehzade Cami” olarak bilinen camidir. Ancak çok sevdiği Şehzadesi Mehmet ölünce, camiyi onun adına tamamlatır.

Ancak içindeki özlem bitmemiştir. 1550 yılında bir rüya görür. Rüyasında Peygamberimizi görür ve Peygamberimiz, Süleyman’a: camiyi nereye yapacağını, kaç kubbeli olacağını, mihrap ve minarenin nasıl olacağı gibi her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatır.

Heyecan içinde uyanan Süleyman hemen mimar başı Sinan’ı çağırttırır. Kanuni, Sinan’a gördüğü rüyayı anlatır. Bugünkü Süleymaniye camisinin bulunduğu yere gelinir.

Ancak Süleyman, bazı ayrıntıları unutmuştur ve o ayrıntıları Mimar Sinan tamamlar. Kanuni buna şaşırır ve “Mimar başı haberli gibisin” der. Sinan “Sultanım siz peygamberimizle yürürken ben hemen arkanızdaydım” der.

Süleymaniye Cami Külliyesi: İstanbul’un üçüncü tepesinde, bu tepenin Haliç’e bakan yamacındadır. Böylece, şehrin birçok yerinden görüldüğü gibi, kendisinden görünen manzara da oldukça geniştir.

Cami: Kanuni Sultan Süleyman tarafından, 1551-1557 yılları arasında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Mimar Sinan, eserin kalfalık dönemi eseri olduğunu belirtir.

Süleymaniye, Ayasofya’ya erişmek ve belki de onu aşmak için yapılmış bir girişimdir. Zaten, planı da ona oldukça yakındır. Boyut açısından Ayasofya’dan küçük kalmasına rağmen, estetik açıdan, muazzam bir mimari eser olarak, dünyanın en güzel anıtları arasında yer almıştır.

Temel

Temel atma töreni, 13 Haziran 1550 tarihinde yapılmıştır. Bu gün: devletin ileri gelenleri, zamanın uleması, din adamları toplanmıştır ve Kanuni atlı olarak inşaat yerine gelir.

Koyunlar ve koçlar kurban edilir. Seçilen uğurlu zaman geldiğinde ise, Sultanın emriyle dönemin önemli din adamı Şeyhülislam Ebusuud Efendi, mihrap temeline ilk taşı koyar ve inşaat başlar.

Temel birkaç yıl süresince kazılır ve 15 metre derinliğe inildikten sonra: zemine, demirli büyük kazıklar kakılıp, kireç ve horasan ile moloz taşından bir rıhtım bina yapılır. Binaya: gerekli sağlamlığı verebilmek için, özel bir şekilde hazırlanmış olan ayaklar üzerine, kemerler örülerek bir nevi sarnıç inşa edilir.

Yeryüzüne çıkmaya 3 metre kala taştan temeller örülmeye başlanır. İçten dışa, alttan yukarıya doğru ilerleyen inşaat, kemerlerin örülmesi ve örtü sisteminin kapatılmasıyla tamamlanır.

Evliya Çelebi, caminin temelinin 3 yılda atıldığını ve daha sonra 1 yıl beklendiğini söyler. Çünkü, şehirdeki depremlere karşı dayanıklılığı sağlamak için, caminin temeli atıldıktan sonra, temelin tam olarak oturmasını sağlamak için bir yıl beklenmiştir.

Böylece Sinan’ın kendi söylemiyle “kıyamete kadar yıkılmayacak” bir cami ortaya çıkmıştır. Zaten yapılışının üstünden uzun yıllar ve birçok deprem geçmesine rağmen, caminin duvarlarında en ufak bir çatlak olmamıştır.

Kapılar

Camide: dış avlunun imaret kapısından girildiğinde: bir saray cephesi görünüşüyle taç kapı belirir. Bu taç kapı: mimari kuruluşu, süslemeleri ve kitabeleriyle göze çarpar. Kapının alınlığı: saray nakkaş hanesinde hazırlanan örneğe göre yapılmış olup 16 yüzyıl natüralist çiçek üslubu hakimdir. 

Avlu kapısı ve cümle kapısı arasındaki bölümlerde: mermer laleler, mermer zincirlere asılı avizeler bulunmakta iken, günümüzde sadece bağlantı yerleri görülmektedir.

Zemini mermerle döşeli iç avlunun 3 kapısı vardır. Bunlardan biri: kuzey-batı kapısı ve diğer ikisi ise kuzey-doğu ve güney-batı kapılarıdır. Caminin iç kısmına üç kapıdan girilir. Bunlar: iç avludan girilen “Cümle kapısı” ve mihrabın sağında ve solundaki batı ve doğu “harim” kapılarıdır.

Evliya Çelebi: hünkar mahfilinin altına açılan kapının “Hünkar kapısı” ve bu kapının karşısındaki kapının ise “Müezzin kapısı” olduğunu yazmıştır.

Dış avluda: minareye girişi sağlayan kapılar: kuytuda bırakılmıştır. Cami minareleri, tek sütunun desteklediği bir çatıyla sevimli bir portik halinde sunulmuştur. Caminin ana giriş kapısıyla iç avluya girilen kapı: mimari ve süsleme bakımından oldukça farklıdır.

Cami kapısı ve yan kapıların: kilit ve halkalarının altın ve gümüş görünümlü olduğu ifade edilmiş, satın alınan 95 okka fildişiyle, bu kapıların kanatları ve cami içinde bulunan dört dolabın kapak süslemeleri yapılmıştır. Cami kapısı: Baş marangoz yani Ser Neccar usta Ahmet eseridir.

suleymaniye-camii-12
İstanbul Süleymaniye Camii Kubbe

 

Kubbe

Ayasofya ile mukayese edilmesindeki en büyük gösterge, caminin kubbesidir. Dört fil ayağı üstüne oturan caminin kubbesinin çapı 26.30 metre ve yüksekliği ise 48.23 metredir. Yani, Ayasofya’nın kubbe boyutlarını geçememiştir.

Ayasofya’dan farklı olarak, ana kubbe, ikisi büyük, beşi küçük yedi yarım kubbeyle desteklenmiş ve 30 küçük kubbeyle çevrelenmiştir. İç ve dış kubbeler arasında 2-3 metreyi bulan yer yer boşluklar vardır.

Bu boşluklar: havayı mevsimlere göre dengede tutması yanında, ana kubbeye geçişi sağladığı gibi akustik içinde önemli rol oynamaktadır.

Kubbenin ve üst kagir kabuğun yaklaşık 1000 ton ağırlığındaki yükü: iki yarım kubbeyle ve fil ayaklarıyla temele iletilmiştir. Kubbenin hafif olması için özel tuğlalar imal edilmiş ve kubbenin yapımında bu tuğlalar kullanılmıştır.

Caminin büyük kubbesini 4 büyük kırmızı granit yekpare sütun yani fil ayağı taşımaktadır. Ayaklar: 6 x 5 metrelik, küfeki taşından örülmüş payeler üzerine oturmaktadır.

Küçük bir caminin alanını kapsayacak büyüklükte olan bu ayaklar: ustalıkla ve zarif görünecek şekilde inşa edilmiş, ön ve arka cephelerine mihrap şekilleri verilmiştir.

Yükseklikleri 9.02 metre, çapları 1.4 metre olan ve yaklaşık 30’ar ton oldukları hesaplanan bu 4 fil ayağının her biri 8000 ton yükü temele iletmektedir.

Bu dört ayak: Mimar Sinan tarafından, Cihanyar- Güzin yani dinin dört direği: Hz Ebubekir, Hz Ömer, Hz Osman ve Hz Ali’ye armağan olarak sunulmuştur. Fil ayaklarının yanlarında bulunan sütunlar farklı yerlerden getirilmiştir.

Sinan tarafından söylendiğine göre; bu sütunlar, bütün ülke taranarak çeşitli yerlerden getirilmiştir. Bir sütun Lübnan Bekaa vadisinde bulunan Baalbek-Jupiter Tapınağından, bir diğeri Mısır’ın İskenderiye şehrinden, diğerleri de Topkapı Sarayı ve Vefa semtinden getirilmiştir. 

Hatta: Ayasofya’nın bazı sütunlarının da, yapılış döneminde Hz Süleyman’ın yaptırdığı tapınaktan getirilmiştir.

Kubbe kasnağında 32 pencere vardır. Mimar Sinan, gün ışığı bu pencerelerden girdiğinde oluşan görüntüyü “Azrail a.s.” ın kanatlarına benzetir.

 Kubbenin derin anlamlarından birisi de “vahdette kesret, kesrette vahdet” yani “ Tek olan Allah’a varıp ondan teferruata dönüşü” sembolize eder. Kubbe: okunan Kuran-ı Kerimleri ve duaları müminlere aksettirmek görevindedir.

Sinan, restore ettiği Ayasofya’da, kemerli yan duvarların zayıflığını gözlemleyerek, özel bir istifleme tarzı uygulamıştır.

Kubbenin dört köşesinde, payelerin dıştaki devamı olan dört sekizgen kule, yarım kubbelerin altında çeyrek kubbeler vardır.

Caminin duvarlarını oluşturan taşlar, birbirlerine içten demir kenetlerle bağlanmış ve bu kenetlere eritilmiş kurşun dökülmüştür.

İç mekanda, genişlik duygusu kusursuzdur ve büyük bir sadelik vardır.

Payandaların içeri taşan kısımları, sütunlar üstüne oturan kemerlerle bağlanmış ve böylece yan nefler oluşturulmuştur.

Mihrap

İki kabartma oluklu ve altın yaldız kaideli sütunlarla tek parçalı olarak yapılan mihrap: çini dekorlar arasında yükselir.

Yapısı sadedir. Mihrap: en iyi mermerlerden Konyalı Yahya tarafından yapılmış ve 1554 yılında tamamlanmıştır.

Mermer mihrabı çevreleyen çiniler, 746 tanedir. Evliya Çelebi: mihrabın iki yanında bulunan ve adam boyu yüksekliğindeki altın yaldızlı iki bakır şamdanın büyük mumlarının, her gece yandığını ve bu mumların onbeş basamaklı bir merdivenle çıkılarak yakıldığını yazar.

Minber

Minberin tasarımı bizzat Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Caminin estetiğine uygun olarak inşa edilen minber: mermer işçilik ürünüdür.

Minber aleminin, altın sikkelerle yaldızlandığı ve minber köşkünün altın varak kaplı bir askı topu olduğu belirtilmektedir.

suleymaniye-camii-hunkar-mahfili-1
İstanbul Süleymaniye Camii Hünkar Mahfili

Hünkar Mahfili

Mihrabın sol yanında, caminin doğu köşesindedir. Burası, granit ve mermerden yapılmış 8 sütuna dayanmaktadır. Buraya yan balkondan geçiş olduğu gibi, dışarıdan ayrı bir kapıdan da girilebilir.

Müezzin Mahfili

Minberin hemen arkasında, 18 mermer sütun üstüne kurulmuştur. Mermer işçiliği, oldukça güzeldir. Evliya Çelebi: burayı “Cennet Mahfili” diye anlatır. Bu benzetme, burada geçmişte var olduğu düşünülen bir süslemeye atıfta bulunmaktadır.

Kütüphane

Müezzin mahfilinin sağında, madeni şebekeden çevrilmiş bu bölüm: uzun süre kütüphane olarak kullanılmıştır. Bu kütüphane: Sultan I. Mahmut ve Sadrazam Mustafa Paşa döneminde yapılmıştır.

Bu bronz kafesli bölüm: 18 yüzyıl Türk maden işçiliğinin güzel bir örneğidir. 19 yüzyılda, bu parmaklık, Ahmet Vefik Efendi tarafından onarım yapılarak yenilenmiştir.

Vaaz Kürsüleri

Cami içinde, ahşap işçiliği bakımından önem kazanan iki vaaz kürsüsü vardır. Ayrıca: fil ayaklarına bitişik, 3 mermer kürsü daha vardır. Mermer ve granit direklere dayalı bu yerlerde, Osmanlı döneminde ilim adamlarının halka islam hukuku, tefsir ve tasavvuf dersleri verdiği söyleniyor.

Çeşmeler

Evliya Çelebi: giriş yönündeki iki ayakta bulunan çeşmelerden: bütün cemaatin su içtiğini belirtmiştir.

Üst Mahfiller

Camide, mekanı üç yandan çevreleyen üst mahfillerde: Sultanın maiyetinin namaz kıldığı bilinmektedir. Evliya Çelebi: caminin üst hazine maksurelerinde de değerli malların saklandığını yazar.

suleymaniye-camii-11
İstanbul Süleymaniye Camii Akustik

Akustik

Caminin en önemli özelliklerinden birisi de akustiğidir. Sinan: caminin akustiğinin mükemmel olması ve seslerin caminin her köşesinden duyulması için: kubbenin çevresine ve caminin çeşitli yerlerine, içi boş 50 cm boyunda, 64 tane küp yerleştirmiştir.

Bu küpler: Anadolu’da kullanılan turşu küpleridir. Bunlar ağızları aşağıya bakar vaziyette, ana kubbenin çevresindeki duvarlara yerleştirilir ve küplerin araları da yumurta akıyla sıvanır.

Ayrıca: sesin düz yüzeylerle karşılaşmaması için duvarlarda gerekli hareketlilik sağlanmış, sütunlar bunu engellemeyecek şekilde oturtulmuş ve büyük desteklerin yüzeylerine nişler oyulmuştur. Akustik konusunda bir söylenti vardır.

Sinan: caminin akustiği konusunda çok zaman harcar ve inşaat süresi uzar. Sinan’ı çekemeyen kişiler, Kanuni Sultan Süleyman’a Sinan’ın camide keyfine baktığını ve hatta cami içinde nargile tüttürdüğünü iletirler.

Bunun üzerine, sinirlenerek camiye giden Kanuni, Sinan’ı nargile içerken görür, ancak Sinan bu durumu şöyle açıklar; “Nargilenin içinde tütün yoktur, sadece suyunun fokurdama sesinin camide nasıl duyulduğunu anlamaya çalışıyorum” Bu sırada, yani içeride nargile fokurdatırken, işçilerde, borular yolu ile bu sesi dinlemektedir. Yeri gelir, bazı yerler yıktırılır ve yeniden yaptırılır. 

Yani, olay tamamen Sinan’ın bir akustik yaratma çalışmasıdır. Yine akustiğin sağlanması, zeminden sesin yansıtılması için tuğlalardan boşluk bırakılmıştır. Sonuç olarak: caminin içinde mikrofon kullanmadan verilen vaazın duyulması sağlanmaktadır.

Havalandırma

Mimar Sinan: yer altında bir takım yollar kazdırıp üzerine kemerler yaptırmıştır. Bu yollardan: caminin içinden dışarıya, Süleymaniye’nin bütün yan yapılarına su dağıtan depolara gidilir. Bu yollar: cami içinde, devamlı temiz hava bulundurmak için yapılmıştır.

Caminin tabanının orta kısmında bulunan bu yollar üzerinde: tahta kapaklar bulunur. Böylece aşağıdan gelen hava aracılığıyla, cami yazın devamlı serin ve kışın sıcak olmaktadır.

 

Vitraylar

Caminin içinde en göz alıcı yer: mihrap duvarındaki 16 yüzyıl Türk motifleriyle süslü vitraylardır. Bu vitraylar: Sarhoş İbrahim adıyla bilinen, dönemin ünlü cam ustası tarafından yapılmıştır.

suleymaniye-camii-hatlar-1
İstanbul Süleymaniye Camii Hatlar

 

Hatlar

Caminin iç ve dış kısmında ve avlu kapılarında bulunan yazılar, büyük bir emek ürünüdür. Devrin kültür ve değer yargılarının ve sanat anlayışının sembolüdür. Bu yazılar, dönemin meşhur hattatı: Hattat Ahmet Karahisari ve Hasan Çelebi tarafından yapılmıştır.

1869 yılında, iç mekanın yeniden süslenmesinde: yazılar Abdülfettih Efendi tarafından yazılır. Kazasker Mustafa Efendi de bazı yazılar ilave etmiştir.

Yazıların bir kısmı çiniler üstüne, bir kısmı farklı renklerdeki zemin üzerine yazılmıştır. Bir bölümü kapılara işlenmiş, bir bölümü de mermer üzerine kabartma yapılarak yazılmıştır.

Değişik ebat ve karakterlerde yazılan yazıların büyük bölümü ayet-i kerime ve kalan bölümü hadis-i şerif ve muhtelif dini yazılardır. Yazılar: bulundukları zeminle, anlam bakımından tam bir ahenk içindedir.

Mihrabın iki yanındaki pencereler üstünde bulunan çini madalyonda “Fetih Suresi”, caminin ana kubbesinin ortasında ise “Nur Suresi” yazılıdır. Nur Suresi: aşağıdan okunacak şekilde büyük harflerle yazılmış ve bu durum, yazının sanatsal değeri ve inceliğinden bir şey kaybettirmemiştir.

suleymaniye-camii-10
İstanbul Süleymaniye Camii Hava Akımı

Hava Akımı

Cami ilk yapıldığında iç mekan aydınlatması için: elektrik olmadığından 275 adet kandil ve bunlara ek olarak mihrabın iki yanına yerleştirilmiş dev mumlar kullanılıyordu.

Pencerelerden gelen hava akımlarını hesaplayarak, kandillerin isinin belirli bir noktada toplanması, Sinan’ın başka camilerde elde ettiği şaşırtıcı başarıları arasındadır.

Camideki kandil ve yağ lambalarından çıkan isler: ana giriş kapısı üzerindeki odada toplanmış ve mürekkep yapımında kullanılmıştır. Bu is odasında dışarıya yani caminin içine açılan iki pencere vardır.

Bunlardan bakıldığında birinde “Allah” ve diğerinde ise “Muhammed” yazılı levhalar görülür. İsten elde edilen mürekkep, normal mürekkebe nazaran çok daha dayanıklıymış. Kağıt tamamen yok edilmeden, bu mürekkebin silinmesi mümkün değilmiş.

Deve kuşu yumurtaları

Sinan bu büyüklükteki bir camiyi örümcek ağlarından korumak için: caminin çeşitli yerlerine ve özellikle avizelerde bulunan kandil çanaklarının aralarına, aşağıdan da görülecek şekilde, Afrika’dan getirttiği yaklaşık 300 deve kuşu yumurtası yerleştirmiştir.

Deve kuşu yumurtası: örümcekler, böcekler ve hatta akrepler tarafından sevilmez ve bu tür haşarat camiden uzaklaşırmış.

Söylenenlere göre: kurumuş deve kuşu yumurtası: insanın hissetmediği ancak akrep, örümcek gibi haşeratı uzak tutan bir koku yaymaktadır. Yıllar boyunca: bu yumurtalardan çalınan ve kırılanlar olmasına rağmen, halen ilk günkü gibi asılı olduğu yerde bulunanlar görülür.

İlk asıldığında 300 tane olan yumurtalar günümüzde 30 kadar kalmış, bunlar da karararak renkleri kahverengiye dönüşmüştür.

Ölçüler

Caminin içindeki ölçüler ebcet hesabına göre hesaplanmıştır. Mesafeler ölçüldüğünde: bütün mesafelerin “ebcet” hesabı ile “Allah” isminin katları olduğu, minare yüksekliği, kubbe çapı gibi bazı uzunluk ve açıların birbirlerine orantılandığında “pi” sayısı ya da dünya ekseninin eğim açısı olan 23 rakamı gibi rakamların verildiği görülür.

Kabe’ye yakın iki minarenin arasındaki uzaklık 92 arşındır ve bu ölçü “Muhammed” ismini ifade eder.

İran Şahı

Bir söylentiye göre: caminin yapılışı sırasında (temellerin iyice oturması için) bir duraklama olmuştur. Zamanın İran Şahı, küstah bir tavırla “Satıp da camiyi bitirin” diye mücevher yollamıştır.

İyice sinirlenen Kanuni bunları un ufak edip caminin harcına karıştırmak üzere Sinan’a vermiştir. Paraları ise, şehirdeki Yahudilere dağıttırmıştır. Şahın gönderdiği yardımların kanıtı: Şah Tahmasp’ın karısı Sultanım’la mektuplaşan Hürrem Sultan, şahın cami için gönderdiği yardımlara teşekkür etmesinden anlaşılır.

Mimar Sinan, caminin mimari ve teknik özellikleri hakkında bilgi vermezken, caminin yapımında kullanılan malzemeler ve harcanan paralarla ilgili çok ayrıntılı kayıtlar tutmuş ve bu kayıtlar günümüze kadar ulaşmıştır.

Yani, dönemin özellikleri hakkında çok somut bilgiler vardır. Öte yandan, İran Şahı tarafından gönderildiği iddia edilen mücevherler neden Kanuni tarafından geri iade edilmemiştir?  

Çünkü: mücevherler cami yaptırmak üzere kurulan vakfa bağışlanmıştır ve Kanuni’nin malı değil, vakfın malıdır. Bu yüzden, Kanuni bu yardımları geri gönderememiştir.

Minareler

Dört minare: avlunun dört köşesinde yükselir. Camiye bitişik olan ikisinde üçer, uçtakilerde ikişer şerefe vardır. Üçer şerefeli minarelerin yüksekliği 76 metre, ikişer şerefeli minarelerin yüksekliği ise 55 metredir.

Minareler örülürken, taşlar birbirine demir kemerle tutturulmuş, taş ve demirin birbirine kenetlenmesini sağlamak için, bağlantı yerlerine kurşun dökülmüştür. 

Toplan on olan şerefe sayısı: Süleyman’ın onuncu Osmanlı Padişahı, dört minare ise İstanbul’da hüküm süren dördüncü padişah olduğunu simgelemektedir. İran Şahı tarafından kullanılan mücevherler, Kanuni Sultan Süleyman’ın emri üzerine parçalanarak o anda yapılmakta olan minarelerden birinde kullanılmıştır.

Bu minare günümüzde “Cevahir Minaresi” olarak bilinir. Bu minare, üç şerefeli minarelerden doğuda olanıdır. Öte yandan, Evliya Çelebi, ne zaman güneş çıksa bu minarenin parladığını ancak net olarak mücevherlerin hangi minarenin harcına karıştırıldığının bilinmediğini yazar.

Avlu

Avlu revaklarında: somaki, granit ve mermer kullanılmıştır. İç avlu: beyaz harem isimli, beyaz mermerden inşa edilmiştir.

Şadırvan

Cami iç avlusunun ortasında, dikdörtgen şekilli ve bitkisel motifli bir şadırvan vardır. Şadırvan havuzunun içinde iki fiskiye bulunur. Söylenenlere göre, şadırvan: o devrin şartlarında kısmen Bizans kanalları kullanılarak Istıranca derelerinden getirilen suyu: kule prensibiyle hava akımı oluşturarak, oksijenle arıtan tarihin ilk içme suyu hazırlama istasyonu imiş.

Halı

Camide, yerdeki halı el yapısıdır. Mihraplı halı 1950 yılında yerleştirilmiştir.

Sinan’ın İmzası

Kanuni, Sinan’a “Türbeni buraya yapalım” teklifinde bulunur, ancak Sinan, bunu kabul etmez. Süleymaniye’nin gölgesinde, mütevazi bir mezarda yatmaktadır.

Öyle ki, burası Süleymaniye Külliyesinin havadan bakıldığında sağ alt köşesindedir. Yani tablolarda olduğu gibi, Sinan, en sevdiği eserine, kendi imzasını bu şekilde atmıştır.

Caminin açılışı

Kanuni, başarısından ötürü camiyi açma şerefini Sinan’a verir ve anahtarı Sinan’a uzatır. Ancak Sinan, öyle mütevazidir ki, bu daveti kabul etmez ve şöyle söyler “Sultanım Ahmet Karahisari, bu muhteşem hatlar için gözlerini feda etti, son hattın son harfinde gözünün feri söndü, ama kaldı, bu şeref onundur” der.

kanuni-turbesi-4
İstanbul Süleymaniye Camii Kanuni Türbesi
kanuni-turbesi-1
İstanbul Süleymaniye Camii Kanuni Türbesi

 

 

KANUNİ TÜRBESİ

Caminin mihrap duvarının arkasındaki avluda: Kanuninin türbesi vardır. Türbe: ölümünden sonra: oğlu Sultan II. Selim tarafından 1566 yılında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Bu türbede: Kanuni’nin Zivetgar’dan getirilen bedeni bulunmaktadır. İç organları, Zivergar savaşı sırasında, öldüğünde, çadırının bulunduğu yere gömülmüştür.

Türbe mimarisi açısından, örnekleri arasında bir şaheser olarak nitelendirilmektedir. Sekizgen türbe, avlunun ortasına yerleştirilmiştir. Çevresinde 29 sütunlu, üstü örtülü açık bir revak vardır.

Türbenin içi: 16 yüzyıl İznik çinileri, kalem işleri ve ağaç işçiliğinin güzel örnekleriyle süslenmiştir. Giriş kapısının iki yanına: bitkisel kompozisyonların hakim olduğu çini panolar bulunur. Kapı kanatları: abanozdan yapılmıştır, sedef ve fildişi kakmalarla bezenmiştir. Bunların üzerine “Kelime-i Tevhit” yazılmış ve geometrik desenlerle süslenmiştir. Türbenin içindeki iki dolap ta abanoz ağacından yapılmış, fildişi kakmalarla süslenmiştir.

İç mekan duvarları: yarıya kadar çinilidir. Beyaz zemin üzerine lacivert, firuze ve kırmızı renklerin ağırlıklı olduğu çinilerde bitkisel kompozisyonlar ağırlıklıdır ve bütün yüzey çinilerle kaplanmıştır. Çinilerin üstünde: bütün mekanı çepeçevre dolaşan bir ayet frizi görülür. Pandiflerin yüzeylerinde de: Allan, Muhammed ve dört halifenin ismi yazılıdır.

Türbenin yuvarlak kasnaklı kubbesi: kalem işleriyle bezenmiştir. Altın yaldızlı madalyonlar dikkat çeker. Burada: bezemeleri birleştiren düğümlerin ortalarına yani metal plakalar arasına, yıldızlarla donatılmış gökyüzü imajını vermek için parlak cisimler ve bir söylentiye göre pırlantalar yerleştirilmiştir.

Gövdenin üst kısmında bulunan üçlü pencere gurupları: renkli kilit taşlarıyla her cephede tekrarlanan kemerler ve ağır çatı kornişi: dönemin taş işçiliğinin en güzel örnekleridir.

Türbenin girişinin üstünde: Mevlevi sikkesi şeklinde, Kabe’den getirilen Hacer-ül Esvet taşının bir parçası bulunur. Türbeyi ziyaret ettiğinizde, buna mutlaka dikkat ediniz.

Türbede yedi sanduka vardır. Ortada: Kanuni Sultan Süleyman: hemen sağında çok sevdiği kızı Mihrimah Sultan, onun yanında sırasıyla Sultan İbrahim’in eşi ve aynı zamanda Sultan II. Süleyman’ın annesi Saliha Dilaşub Sultan ve Sultan II. Ahmet’in kızı Asiye Sultan’a ait sandukalar vardır. Kanuninin sandukasının solunda ise: Sultan II. Süleyman ve Sultan II. Ahmet’in sandukaları bulunuyor.

hurrem-turbesi-3
İstanbul Süleymaniye Camii Hürrem Sultan Türbesi
hurrem-turbesi-1
İstanbul Süleymaniye Camii Hürrem Sultan Türbesi

 

HÜRREM SULTAN TÜRBESİ

Hürrem Sultan: Kanuni Sultan Süleyman ile birlikte çıktığı bir Edirne gezisi sonrasında, 1558 yılında vefat etmiştir. Önce Süleymaniye camisi haziresine defnedilmiştir.

Hürrem Sultan Türbesi, avlunun köşesinde, 1559 yılında, Hürrem Sultanın ölümünden bir yıl sonra Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Türbenin tamamlanması ile haziredeki naaşı, buraya defnedilmiştir. Yani, türbe Hürrem Sultanın sağlığında yapılmamıştır. Kesme taştan yapılan türbe: dıştan sekizgen, içten on altıgen planlıdır. Türbesi, silindirik bir kasnağa oturan kubbe örter. Girişin önünde, üç gözlü bir revak bulunur. Türbe özellikle: içindeki çinilerin renk ve kompozisyonuyla mimarlık tarihinde ayrı bir önem taşır.

Osmanlı klasik dönem yapılarının bir klasiği olarak, türbe içinde çini kaplamalar, mimarinin ayrılmaz bir ögesi olarak kullanılmıştır. Pano çinilerin yanı sıra ulama çiniler de kullanılmıştır. Çinilerin deseni, saray nakkaşları tarafından hazırlanmıştır. Hürrem Sultan Türbesinde: ilk kez, çinilerde bahar açmış meyve ağacı motifi işlenmiştir. Ayrıca: çinilerde: lale, karanfil, gül, sümbül, narçiçeği ve servi görülür. Çinilerde geometrik desenler ve kırmızı sır altı tekniği kullanılmıştır.

Türbe duvarlarında, yedi tane pencere ve içeride sekiz niş vardır. Pencerelerin üstündeki çini panolarda ayetler yazılıdır. Türbenin kubbesindeki özgün bezeme, kubbe restorasyonu sırasında yok olmuştur. Türbede: Hürrem Sultan’dan başka: Sultan II. Selim şehzadesi Mehmet ve Hatice Sultanın kız kardeşi Hanım Sultanın sandukaları da bulunmaktadır. Türbe özellikle ülkeyi ziyaret eden Ukraynalılar tarafından ziyaret edilmektedir.

hazire-2
İstanbul Süleymaniye Camii Hazire

Hazire

Türbenin çevresindeki hazirede: birçok tanınmış kişinin kabri vardır. Sultan Abdülaziz’i tahttan indirenlerden Hüseyin Avni ve Kaptan-ı Derya Ali paşalar, sadrazam Ali Paşa, II. Mustafa’nın kız kardeşi Safiye Sultan, Maarif Nazırı Kemal Paşa.

Medreseler

Bahçenin kuzeydoğu köşesinde: bir kanat vardır. Burası: Darülhadis yani hadis öğretilen bir medresedir. 1556-1557 yılları arasında yapılan Süleymaniye Darülhadisi: Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Süleymaniye Külliyesi bünyesindedir.

Süleymaniye camiinin kıble tarafında, Kanuni ve Hürrem Sultan türbelerinin önünde bulunan dershane ve caminin güney doğusundaki 22 tane talebe hücreleri binalarından oluşmaktadır. Burası: yapıldığı dönemde, Osmanlı devletinin en yüksek kadrolu medresesi sayılmış, kurulduğu yıldan, Osmanlı devletinin son dönemlerine kadar, eğitim sisteminin zirvesinde yer almıştır. Buranın en büyük özelliği: bilinen avlulu, dört köşeli medreselerden çok farklı bir yapıda bulunmasıdır.

Buradan inip, sola kıvrılındığında: Süleymaniye yükseltisinin alt tarafında yani solda: Arasta ve sağda altında yine dükkanlar bulunan iki medrese binası görülür. Bu iki medrese: Salis ve Rabi, caminin güney kanadına bakan Evvel ve Sani medreseleriyle birlikte bir bütün oluşturur.

Arkadaki bu iki medrese ile yokuşta aşağıda kalan Mülazimler Medresesinin mimarileri benzersiz ve son derece güzeldir. Yokuşa yapılan bu iki medresede, başka hiçbir medrese binasında görülmeyen çok katlı bir hücre düzenine rastlanılır.

Her katın sofası, iki medrese arasındaki avlu, merdivenler, yukarıda kalan medreselerin aşağıdaki Mülazimler’le bağlantısı,  hepsi özgün bir mimari deha göstergesidir. Ancak, bu güzel medreseler ve hemen karşıdaki hamam: özel mülk haline gelmiştir. Kimi depo, kimi imalathane olarak kullanılmaktadır. Ama binaları kullananlar içlerine kimseyi sokmamaktadırlar.

mimar-sinan-turbesi-2
İstanbul Süleymaniye Camii Mimar Sinan Türbesi
mimar-sinan-turbesi-1
İstanbul Süleymaniye Camii Mimar Sinan Türbesi

 

Mimar Sinan Türbesi

Türbe, Süleymaniye Külliyesinin deniz cephesinde, müftülük binasının hemen köşesindedir. Sinan, kendi türbesini de yapmıştır. Türbenin yanında bulunan Mimar Sinan’ın evi ve Sıbyan Mektebi günümüze ulaşmamıştır. Som mermerden yapılmış sebilin arkasındaki türbe: yontma taş ve mermerden yapılmıştır. Mimar Sinan’ın sandukasının önünde, hacet penceresinin üstünde, yekpare mermerden kitabe bulunur. Sülüs yazısı ile yazılmış bu kitabe: Nakkaş Sai eseridir.

Türbede sadelik ve yalınlık hakimdir. Türbe, bu köşede üçgen biçimindedir ve üçgenin ucunda bir sebil vardır. Yarı açık türbe: altı kemer üstüne oturtulmuş küçük bir kubbeden oluşur. Çevresi, iki yönden yüksek duvarlarla çevrilidir. Türbenin Mimar Sinan Caddesine bakan avlu duvarına 11, Fetva yokuşuna bakan duvarına ise geometrik şebekeli 5 mermer pencere açılmıştır.

Türbede kendi harici eşi ve kimliği bilinmeyen bir kişi (muhtemelen Ali Talat Bey’dir) daha yatmaktadır. Söylentilere göre: soldaki mezarın Mimar Sinan’ın ikinci karısı Gülruh Hatuna, sağdakinin ise torunu Derviş Çelebi’ye ait olduğu belirtilmektedir. Türbe içindeki üçüncü mezar ise: Neo-Klasik devrin öncülerinden Mimar Ali Talat Beye aittir. Kendisi, 1922 yılında öldüğünde, arkadaşları, onu hayran olduğu Mimar Sinan’ın yanına gömmüşlerdir.

Ali Talat Bey’in mezarı üstüne: kendi arzusu nedeniyle, ismini belirten bir kitabe konulmamıştır. Türbenin kuzey ucuna bitişik, çokgen mermer bir sebil vardır. Sebil, yalın bir görünüme sahiptir. Kubbesi betonarme olarak yenilenmiştir. Altı tane demir şebekeli pencereyle dışarıya açılan sebilin, geniş saçak altını, bir sıra mukarnas çevreler. Türbe, 1922 yılında sebille birlikte restore edilmiştir.

Hani, amaç buraların tarihi ve turistik yönünü belirtmek ama, zamanında bulunduğumuz topraklara birçok eser kazandıran büyük usta hakkında bir husustan, daha doğrusu bir rezillikten söz etmek istiyorum.

1935 yılında: Türk Tarih Araştırma Kurumu üyeleri tarafından: Mimar Sinan’ın mezarı kazılmış ve incelenmek üzere kafatası alınmıştır. Ancak sonraki restorasyon kazısında: kafatasının yerinde olmadığı görülmüştür. Hatta, kafatası kayıptır, yani nerede olduğu bilinmemektedir.

darulhadis-1
İstanbul Süleymaniye Camii Dar-üz Ziyafe Restoran

Dar-üz Ziyafe Restoran

Süleymaniye caminin inşaatı başlamadan bir yıl önce, inşaatta çalışacak işçilere yemek hizmeti vermek için burası yapılmıştır. Burada büyük bir avlu ve bu avlunun içinde, yaklaşık 500 yıllık çınar ağaçları vardır. Yapı uzun süre “Türk ve İslam Eserleri Müzesi” olarak kullanılmıştır. Ancak, müze Sultanahmet’te bulunan İbrahim Paşa Sarayına taşınınca, burası, Osmanlı mutfağının en seçkin yemeklerinin sunulduğu bir restorana dönüştürülmüştür.

Yapının hemen girişinde, uzun yıllar günümüzdeki buzdolabı gibi görev yapan mermer bir blok vardır. Ayrıca: yine girişte: buğday ve mısır gibi tahılların kabuklarının ayıklanması ve öğütülmesinde kullanılan dibek taşı görülür. Restoranın içinde: orijinal bir tartı ve şömine içindeki taşlar görülür. Diğer bir odada: Kanuni ve Sinan’ın yan yana asılan resimleri vardır.

Bu resimlerde, kişilerin başları üstündeki sarıklara dikkatinizi çekerim. Bu sarıklar, aynı zamanda kefen olarak kullanılırmış. Çünkü o dönemde savaşlar ve ölüm riski fazla olduğundan, kişiler kefen bezlerini başları üstünde sarık olarak taşırlarmış. Burada bir de orijinal servis penceresi vardır. Servis penceresinden fakirlere yemek verilirmiş. 500 yıllık orijinalliğini halen koruyan bu pencerenin en başlıca özelliği ise, yemek veren kişinin sadece elinin görülmesidir. Böylece: veren el kime verdiğini görmez ve de alan kişi rencide olmazmış.

ayranci-sokak-1
İstanbul Süleymaniye Camii Ayrancı Sokak

Ayrancı Sokak

Süleymaniye’den Haliç’e inen bu sokakta: eski Osmanlı havası yaşanmaktadır. Çünkü tarihi doku, olduğu gibi korunmuştur. Ahşap ve cumbalı eski Osmanlı evleri ilgi çekmektedir. Tarihi sokak 1998 yılında restore edilmiştir. Özellikle buradaki kafenin ön tarafına dolaştığınızda, muhteşem bir İstanbul manzarası görebilirsiniz.

seyhulislamlik-1
İstanbul Süleymaniye Camii Şeyhülislamlık-Müftülük
seyhulislamlik-2
İstanbul Süleymaniye Camii Şeyhülislamlık-Müftülük

 

Şeyhülislamlık-Müftülük

Süleymaniye’den ve Sinan’ın türbesinden ilerleyince: İstanbul Müftülüğüne yani eski adıyla Şeyhülislam Makamı olan binaya varılır.

Burası da önceleri Osmanlı devletinde en yüksek memurlardan biri olan Yeniçeri Ağasısın makamıdır ve “Ağa kapısı” olarak bilinir. Şehre ve Haliç’e hakim bu sarayda oturan Yeniçeri Ağalarının ne zamandan beri burada oturdukları bilinmemektedir. Ancak 1555 yılına ait bir şehir panoramasında bina görülmektedir.

Ağa Kapısı: çevresi yüksek duvarlarla çevrili bir alanda, içinde adeta Hünkar Sarayı gibi çeşitli köşkler, selamlık, harem ve hizmet daireleri ve atölyelerin bulunduğu büyük bir kompleksmiş. Ağa kapısının bir diğer önemli yapısı da bütün İstanbul’a hakim olan yangın kulesiydi.

Burada çok sayıda kişi, sürekli olarak ikamet ederdi. Yapı topluluğunda ayrıca bir cami, hamam, odalar, çardaklar, sofalar, küçük mescitler, mutfaklar, dehlizler ve mahzenler bulunurdu. Ancak bunlar ahşap olduğu için birçok yangından olumsuz etkilenmiş ve her defasında yeniden inşa edilmiştir.

1826 yılında Yeniçeri Teşkilatı kaldırılınca, burası Şeyhülislam’a tahsis edilmiştir. Ancak, Sultan II. Mahmut, Yeniçeriliğin bütün hatıralarını silmek adına, burasının Ağa kapısı olan ismini de değiştirmiş ve “Bab-ı Meşihat Fetvahane” si yapmıştır. 1924 yılında Cumhuriyet döneminde Şeyhülislamlık kaldırıldığından, bu binalar İstanbul Müftülüğüne tahsis edilmiştir.

Müftülük bahçesinde, dünyadaki başka örnekleriyle karşılaştırıldığında pek zengin olduğu söylenemeyen Botanik Bahçesi vardır. Bu sokağın adı da “Şeyhülislam” dolayısıyla “Fetva Yokuşu” dur.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

 

İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki

cerrahpaşa.genel.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki

Cerrahpaşa semti, şehrin 7 tepesinden birini süslemektedir. Geçmişte toprağının kuru olması nedeniyle, buraya “Kuru Tepe”  denilmiştir. Ancak eskiden bu tepenin havası çok güzelmiş ve bu nedenle buraya gerek cami ve gerekse Tıp Fakültesi ve hastanesi kurulmuştur.

Burası: Bizans döneminde, önemli dini merkezlerden biridir.

Osmanlılar kendi dönemlerinde de yöreye önem vermişler ve muhteşem yapılarla süslemişlerdir.

 

Cerrahpaşa adı-Mehmet Paşa

Saraya berber yani cerrah olarak giren, geleceğin sultanı, III. Mehmet’in sünnetini yapan ve bu yüzden cerrah unvanı ile ödüllendirilen: Saray doktoru Cerrah Mehmet Paşa’dan alır. Osmanlı tarihinin en muhteşem törenlerinden biri olan bu sünnet düğünü, tam 57 gün sürmüştür.

Sünnetten sonra: Cerrah lakabı verilen paşa, Cerrahpaşa ve Cerrah Mehmet Paşa diye anıldı. Bazı tarihçilere göre: III. Mehmet’in halasının kocası olduğu belirtilmektedir.

Mehmet Paşanın nereli olduğu ve kaç yılında doğduğu bilinmemektedir. Enderun da yetiştiği ve cerrahlığı burada öğrendiği varsayılmaktadır. Sultan olan III. Mehmet’i sünnet ettikten sonra hızla yükselen Cerrah Mehmet Paşa: 1598 yılında Sadrazam olur. Macaristan seferinden önce, Sultan III. Mehmet’i uyarmasına rağmen, başarısızlıkla sonuçlanan seferin ardından, Sadrazamlıktan azledilir ve hastalığı nedeniyle 1604 yılında ölmüştür, ancak bazı kaynaklarda katledilerek öldürüldüğü yazılıdır.

Haseki

Haseki: Cerrahpaşa Caddesi ve Millet caddesi arasında bulunan tarihi semttir. Buradaki mahalleler, İstanbul’un fethinden sonra oluşturulmuş ve halen kurucularının isimlerini taşımaktadır.

Buranın ismi de, öncesinde “Başçı Mahmut” mahallesidir. Çünkü burada bir dini yapı olarak “Başçı Mahmut Tekkesi” bulunuyordu. Ancak bu tekke zamanla bakımsız kalmış ve yok olmuştur. Burada ilginç bir durum söz konusu olmaktadır. Bizans döneminden beri, bu civardaki yer adları hep kadınlar çevresinde dönmüştür. Bizans döneminde, buradaki Arkadios Forumu meydanı, sonraları Avrat Pazarı olmuş, Fatih Sultan Mehmet döneminde yine burada Keyci Hatun bir mescit yaptırmış ve son olarak Kanuni döneminde Haseki Sultan külliyesi yaptırılmıştır.

Yani, Haseki semtinde kadınların etkisi aşikardır. Haseki kelimesi: Arapça “hass” tan gelen hassa ile Farsça dan gelen “gi” ekinden oluşmuştur. Yani “yakın arkadaş” anlamına gelmektedir. Haseki kelimesi: Osmanlı saray teşkilatında padişahın cariyeleri ve Osmanlı devletinin askeri teşkilatında ise çeşitli hizmetlerdeki görevliler için kullanılmıştır. Padişahın dikkatini çeken ve zevci olan cariyelere “Haseki” veya “Hünkar Hasekisi” denirdi.

Hasekiliğe yükselen cariyelere samur kürk giydirilir, Hasekilerden erkek çocuk doğuranlara “Haseki Sultan” denirdi. Semtin ismi: Kanuni Sultan Süleyman’ın hasekisi adına yaptırdığı külliyeden sonra kayıtlara “Haseki” olarak geçmiştir. Tarihi eserlerin büyük bölümü, Haseki Caddesi üstünde karşılıklı sıralanmıştır.

Haseki Hastanesi ve Vatan Caddesinin genişletilmesi sırasında, bazı eserler yok edilmiştir. 1955-1960 yılları arasındaki imar faaliyetleri sırasında, Haseki semtinde bulunan Zıbını Şerif tekkesi, Selçuk Hatun camii, Şirmer Çavuş cami, Tevekkül hamamı yıkılarak Millet Caddesi genişletilmiştir. Bunlardan, sadece Selçuk Hatun camisi, caddenin karşısında yeniden yapılmıştır.

avrat pazarı.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Avrat Pazarı

AVRAT PAZARI

Günümüze pek bir iz kalmamasına rağmen, bir zamanlar Arkadios sütununun bulunduğu Haseki semtindeki bu meydanla ilgili, yine iki ayrı görüş bulunmaktadır.

Bu görüşlerden bir tanesi, buranın: köle ticaretinin yapıldığı ve özellikle cariyelerin satıldığı “Avrat Pazarı” imiş.

Diğer görüşe göre ise, burada; bölgenin en ünlü çarşısı olduğu, burada ağırlıklı olarak kadınların alışveriş yaptıkları, yani buraya “Avrat Pazarı” denilmesinin sebebi: cariyelerin satılmasından değil, burada satıcı olarak kadınların bulunmasından dolayıdır.

Yani: buranın hangi görüşe göre faaliyette bulunduğu konusunda net bilgiler bulunmamaktadır.

Bu meydan: günümüzde Namık Kemal caddesinden, günümüzde çay evi olarak kullanılan, 18’nci yüzyıldan kalma “Ebu Bekir Paşa Okulu” binasının hemen önündeki alandır.

Bizans döneminde, bu bölge “Heleniana” diye biliniyordu. Burada: askeri yapılar ve ekim yapılan alanlar bulunuyordu. Marmara denizine bakan yamaçlarda ise, sivil konutlar vardı.

Osmanlı döneminde, bölgenin aynı işlevi yani 19’ncu yüzyıl ortalarına kadar sürmüş ve burası “Avrat Pazarı” olarak bilinmiştir. Zaten: Osmanlı döneminde, nüfuslu kişilerin çoğu, Padişah anaları ve hatta Sadrazamlar bile: Saray yaşamlarına esir olarak başlamışlardır.

Korsanlar tarafından ele geçirilen ya da imparatorluğun çeşitli bölgelerinden vergi olarak toplanan ve devşirme denen bu insanların çoğu, aslında Hıristiyan iken sonradan Müslüman olmuşlardır. Pazar; 1847 yılında kapatılmış ama esir ticareti, 1922 yılına kadar, İstanbul’un çeşitli yerlerinde sürmüştür.

Bu varsayımlardan hangisinin gerçek olduğu, günümüze kadar kanıtlanamamıştır.

Ancak günümüzde burada semt pazarı kurulmakta ve sadece orta yaşlı ve ihtiyar kadınlar gelip, bir şeyler satmaktadırlar. İlerleyen zamanlarda Pazar, sabit çarşı halini almış ve dükkanlar inşa edilmiştir.

hürrem sultan külliyesi.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Hürrem Sultan Külliyesi
hürrem sultan camii.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Hürrem Sultan Külliyesi

 

HASEKİ HÜRREM SULTAN KÜLLİYESİ

Haseki caddesinde: Avrat pazarı meydanında, Bayram Paşa külliyesine bitişiktir.

Burası: Bizans döneminde Kuru Tepe/Kserolofos/Xerolophos daha sonraları ise Avrat/Avret Pazarı olarak adlandırılan yerdir. Yani, İstanbul’un önemli bir bölgesidir. Burası, İstanbul’un 7 tepesinden yedincisidir. Evliya Çelebi, külliyenin Avrat Pazarı meydanında yapılmasını, büyük bir incelik olarak yazar. Külliyenin inşa edildiği 16’ncı yüzyılda ise, buralar “Başçı Hacı” mahallesi olarak bilinmektedir.

Fatih döneminin tanınmış kişilerinden olan Başçı Hacı Mahmut’un burada bir mescidi olduğu ve 1918 yılında yandığı bilinmektedir. Semt de o dönemde adını bu mescitten almıştır. 19’ncu yüzyıl sonlarında ise, semt “Haseki” olarak anılmaya başlanmıştır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde; Hasekisi Hürrem Sultan adına, Mimar Sinan tarafından, 16’ncı yüzyılda burada ilk kadınlar hastanesi ve cami bulunan külliye yaptırılmıştır.

Burası: Mimar Sinan’ın 1538-1540 yılları arasında mimarbaşı olduktan sonra inşa ettiği ilk kagir ve kubbeli camidir. Fatih ve Süleymaniye külliyelerinden sonra İstanbul’daki en büyük üçüncü külliyedir.

Külliye: cami, medrese, darüşşifa, mektep, sebil ve aş evinden oluşuyordu. Ancak iki aşamada inşa edilmiştir. İlk aşamada: cami, medrese, mektep ve imaret: ikinci aşamada ise 1551 yılında darüşşifa yapılmıştır. Külliyedeki binalar, tarz olarak birbirine ne kadar benziyorsa, cami bu yapı gurubundan aynı oranda uzaktır. Yani cami, Mimar Sinan’ın ne önceki ne de sonraki eserlerine benzemez.

Cami: muhteşem mimarın tasarladığı harika binalar arasına girme şansından çok uzaktır. Hatta: Kanuni ve Hürrem Sultanın kendi aile fertleri adına inşa ettirdikleri camiler yanında pek zayıf kalmış, mimari bakımdan değer taşımamaktadır. Örneğin: Sinan’ın eşsiz eserlerinin başında gelen Süleymaniye ve Selimiye’yi bu cami ile karşılaştırmak mümkün olmaz. Halbuki, külliyenin diğer yapıları olan medrese, imarethane, darüşşifa ve mektep, mimari karakter bakımından kesinlikle Sinan imzasını taşır.

Sonuç olarak: caminin tamamen Sinan eseri olmadığı, sadece minare, revaklar, son cemaat mahalli gibi bazı eklerin Sinan eseri olduğu söylenmektedir. Mimar Sinan: yapının bitimine yakın, minare, revaklar ve son cemaat yeri gibi kısımları inşa ederek, yapının hiç değilse dış manzarasını kurtarmaya çalışmıştır. Mabedin tamamlanmasından sonra, külliyenin diğer binalarının inşası Sinan’a verilmiştir.

hürrem sultan camii.0
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Hürrem Sultan Camii
hürrem sultan camii.2
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Hürrem Sultan Camii
hürrem sultan camii.3
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Hürrem Sultan Camii
hürrem sultan camii.4
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Hürrem Sultan Camii

 

Cami

Cami: mimar Sinan eseridir. 1539 yılında yapılmıştır. Tek kubbeli ve tek minarelidir. Kubbenin çapı 11.30 metredir. Ancak cemaatin yer sıkıntısı çekmesi nedeniyle, inşaatın üzerinden 74 yıl geçtikten sonra 1612 yılında Sultan I. Ahmet döneminde, doğu tarafındaki duvar kaldırılır, kubbe eklenir ve açıklıkla geçilen aynı büyüklükteki ek bölüm inşa edilir ve cami, iki kat büyük hale gelir.

Bu değişiklik, mimar Sedefkar Mehmet Ağa tarafından yapılmıştır. Bahçe kapısından girilip caminin giriş cephesine ulaşıldığında: altı sütunun taşıdığı revak ve dar bir son cemaat yeri görülür. Bu revaklar, sadece caminin eski tek kubbeli mekanının önünü örtmektedir. Yani Sultan I. Ahmet zamanında, tek kubbe eklenerek yapılan ilave bölümün önünde revak yoktur.

Caminin dikdörtgen biçimli cümle kapısının içine, daha küçük bir ikinci kapı yapılmıştır. Bu kapının yanlarında kufi yazılar görülür.

Evet, caminin mimari özellikleri değerlendirilirken en önemli husus ileri zamanlarda ikinci kubbe eklenmesidir. Camiye eklenen ikinci mekan, caminin orijinal yapısını değiştirmiştir. İbadethane kare şeklinden dikdörtgene daha doğrusu yamuğa dönüşmüştür. Çünkü eski mekanın mihrap duvarı 11.60 metre, yenisinin ise 11.90 metredir. Duvarlar, enlemesine 11 metre uzunluğundadır.

Yani, yeni kısım biraz daha büyüktür. Mimari mecburiyetin bir sonucu olarak, iki mekan arasındaki kolonlar caminin şeklini bozarak yükselir. Hünkar mahfili, yeni kısımdadır. Oldukça sade olan hünkar mahfilinin mihrabı, düz duvar üzerine perde resmi olarak yapılmıştır. Minber ise eski bölümde kalmıştır. İlk mihrabın önüne bir sütun gelerek mihrabın önü kapanmıştır.

Caminin diğer camilerde rastlanılmayan bir özelliği de: mihrabın yanlarında çiçek motiflerinin bulunmasıdır. Böylece: Haseki Hürrem Sultanın zevki bir anlamda camiye yansıtılmıştır. Hazire tarafından bakılacak olursa: eski ve yeni kısımlar birbirine eklenmiştir.

hürrem sultan medresesi.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Hürrem Sultan Külliyesi Medrese

Medrese

Camiden bir yıl sonra tamamlanmıştır. Caminin hemen karşısındadır. Burası, mimar Sinan’ın muhteşem eserlerinin minyatür bir örneğidir.

Ana kapı ve dershane giriş kapısının üstünde, renkli sır tekniğiyle 1539 yılında yapılmış, iki çini pano bulunmaktaydı. Bu panolar yapının harap dönemlerinde çıkarılıp, İstanbul Arkeoloji Müzeleri kompleksinin içinde bulunan “Çinili Köşk” e götürülmüştür. Çünkü bu kitabe panolar, son derece harika 16’ncı yüzyıl çinileriyle süslüdür.

Üst kısmı iki yerden kırık ve noksan olan bu panonun üzerinde, yeşil zemin üzerine beyaz büyük harflerle sözler yazılıdır. Bu yazıları, ince şerit halinde bir bordür kuşatır. Bu kısımda da firuze üzerine sarı renkli “Besmele” ve “Ayetül Kürsi” yazılıdır ve alt kısmın ortasında 1539 tarihi bulunur. Yani, çini panodaki beytin  son mısrasında belirtildiği üzere, medresenin yapım tarihi 1539 yılıdır.

Medrese: bir avlu çevresinde revak, hücreler ve dershanelerden oluşan bir plana sahiptir. Medresenin Haseki Caddesi yüzündeki pencerelerin aynaları tamamen boştur. Ancak inşa tarihinde bunların çinilerle kaplı olduğu düşünülmektedir. Kapıdan girildiğinde geniş, havuzlu bir avlu görülür.

Bu avlunun çevresine öğrenci odaları ve bir dershane sıralanmıştır. Revaklı bir avlunun üç yanı, kapalı mekanlarla kuşatılmıştır. Dershane, kapının karşısındaki revakın tam ortasındadır. Odaların hepsi kubbelidir ve içlerinde birer küçük ocak vardır. Pencere alınlıklarındaki çinilerden ise hiçbir iz kalmamıştır.

Medrese: zaman içinde deprem ve yangın gibi afetlerden etkilenerek zarar görmüştür. Özellikle 1894 yılı depremi sonrasında külliyenin diğer yapılarıyla birlikte ciddi hasar görmüştür. 1896 yılı başlarında tamir edilmiştir.

1914 yılında ise, tamir ve tadilata muhtaç, metruk bir halde bulunduğundan kadro dışı bırakılmıştır. 1918 yılı sonlarında bir dönem asker tarafından mutfak olarak kullanılmış, sonraki yıllarda ise bir süre ruh ve sinir hastalarına barınaklık yapmıştır.

1967-1969 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından tamir ettirilen medrese: uzun bir süre Diyanet İşleri Başkanlığı İstanbul Eğitim Merkezi olarak kullanılmıştır.

Sıbyan Mektebi

Medresenin doğusunda hemen yanındaki mektep, zarif işçiliğiyle önem kazanmaktadır. Kitabesi olmadığından (yeri boştur) ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Ancak Medresedeki nilüfer çiçeği motifli sütun başlıklarının mektepte de kullanılması, iki yapının birlikte tasarlandığını göstermektedir. 

Mektep: dikdörtgen bir kütleye sahiptir ve kareye yakın iki mekandan oluşmaktadır. Bunlardan biri kışlık kapalı, diğeri ise yazlık açık mekandır. Açık dershanelerin caddeye bakan kısmı kapalıdır. Altlı-üstlü iki sıra pencere bulunur. Mektebin iki kısmının da üstü oturtma çatı ile kapatılmıştır.

Binanın hemen önünde, oyun bahçesi olarak kullanılan havuzlu bir alan vardır. Kapalı dershanenin yanında, küçük bölümlü bir hazire bulunur. Mezar taşlarına göre: burası medrese çalışanlarına, külliyede hizmet veren kişilere ve onların aile fertlerine aittir.

Haseki Sultan Çeşmesi

İmarethane ve Sıbyan mektebi girişi arasındadır. Haseki Sultan için yapılmıştır. Klasik tarzda inşa edilmiştir, ayna taşına iki sütunla taşınan yuvarlak kemerli bir kabartma işlenmiştir. Bu kabartma kitabede: “Rableri onlara tertemiz bir içecek sunmaktadır” yazılı ayet bulunmaktadır. Külliye ile birlikte yapılan çeşme, 1766 yılında tamir edilmiştir.

İmaret

İmaret: Haseki caddesinin kuzey kenarı arkasında, arazide, caddeden geriye yapılmıştır. Külliyenin taç kapısından girilince hemen karşısındadır. İmaretin üç giriş kapısından biri yani ana kapı, çeşmenin hemen yanında, Haseki caddesi üstündedir. İmaretin ana giriş kapısındaki kitabede giriş tarihi 1540 yılı olarak yazılıdır.

İmaret özgün bir Sinan yapısıdır. Kubbelerin yapılışı ve kemerlerin atılışı, şaşırtıcıdır. Yapı, gerek üslup ve gerekse karakter yapısıyla devrinin ihtişamını gözler önüne serer. İmaret yapısı: revaklı bir avlu çevresinde kurgulanmıştır. Avluda iki tane büyük mutfak ve dört tane küçük kubbeli mutfak vardır. Avlunun uzun olan doğu ve batı kenarlarında, ikişer kubbeli dört yemekhane vardır. Yemekhaneler arasında birer geçit bulunur. Mutfak ise avlunun kuzey tarafındadır.

hürrem sultan darüşşifası.2
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Darüşşifa-Haseki Hastanesi

 

Darüşşifa-Haseki Hastanesi

Binası, hoş bir sekizgen avlu içindedir. Mimar Sinan tarafından yapılmış ve 1550 yılında tamamlanmıştır.

Zaman içinde farklı maksatlarla kullanılmış ve kullanılış maksadına göre ismi değiştirilmiştir. Darüşşifa: 1679 yılına kadar: Haseki Darüşşifası, 1801 yılına kadar: Haseki Sultan Darüşşifası, Haseki Zindanı, Nisa Tevkifhanesi; 1843 yılında Haseki Sultan Kadın Darüşşifası, 1844 yılında Haseki Bimarhanesi, 1870’de Haseki Nisa Hastanesi adıyla kullanılmıştır. 1870’lerde yapı 30 yataklı bir hastaneye dönüştürülmüştür.

1843 yılında hizmet alanı genişleyen darüşşifada, memurların bulunduğu kısım ayrılmıştır. Asıl darüşşifa olan bölüm ise, fahişelere ayrılmış zindan olarak kullanılmıştır.

1848 yılında bir süre boş duran darüşşifa: eklenen bir mutfak ve eczane ile genişletilerek, kimsesiz ve bakıma muhtaç kadınlara sığınma yeri ve tedavi oldukları bir merkeze dönüştürülmüştür.

1869 yılında yapı Zaptiye’ye devredilir ve bir süre, kadınlar tevkifhanesi olarak kullanılır. Yatak kapasitesi arttırılarak, bir odasında kadın tutuklular, diğer odasında ise aciz ve yardıma muhtaç kadınlar barındırılmaya başlanır. Önceleri sadece kadın tutukluların sağlık durumuna bakan doktorlar, sonraları dışarıdan müracaat eden olursa onların da kontrollerini yapmaya başlarlar.

Ancak, burada sürekli doktor bulunmaması nedeniyle, hastaların tedavilerinde süreklilik sağlanamıyordu. Bu yüzden: 1871 yılından itibaren, burada sürekli olarak bir eczacı, kısa bir süre sonra da sürekli bir doktor bulundurulmaya başlandı. Böylece: 1882 yılına kadar, darüşşifa hastane olarak hizmet verdi.

Kadınlar Hapishanesi-Haseki Zindanı

Hapishanenin yapılış amacı: buraya gelen kadınların ıslah edilmesiydi. Bu hapishaneye gelen kadınların çoğu fahişeydi. Bunlara el işleri öğretiliyor ve meslek edinmeleri sağlanıyordu. Yaptıkları el işleri satılarak hapis sonrası hayatları için sermaye olarak değerlendiriliyordu. Evet, burası her ne kadar kadınlar arasında kötü bir ün sahibi olsa da, bu hapishanede kalmış, meslek edinerek çıkmış pek çok hayat kadını, hayatlarını kurtarmıştır.

haseki hastanesi.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Hastanesi

Haseki Hastanesinin kurulumu

Hasta sayısı her gün artıp ihtiyaca cevap verilmeyince, darüşşifa yakınlarında “Moralı Ali Bey” in taş konağı satın alındı ve yeni hastane binası haline dönüştürüldü. Böylece: Haseki Hastanesinin çekirdeğini oluşturan binadan sonra, yeni eklemeler yapılarak hastane geniş bir alana yapıldı ve semtin bazı sokaklarını da içine aldı. 

Ardından yaşanan bir yangın sonucu semtin büyük kısmı yok olunca, darüşşifa da uzunca bir süre harap halde onarım bekledi. Darüşşifa yönetimi: 1890 yılında: Şehremanetine geçti ve tutuklu kadınlar, Sultanahmet’de yeni yapılan kadınlar hapishanesine nakledildi.

Çok harap durumda olan darüşşifa iyi bir onarım geçirdi ve yatak kapasitesi arttırılarak düşkünler yine kabul edilmeye başlandı. Ancak bu genişleme, bir süre sonra yine ihtiyacı karşılayamaz hale geldi ve bina yıkılarak, Avrupa’da revaçta olan pavyon sistemine geçilerek çok modern bir hastane yapıldı.

1894 yılına gelindiğinde: meydana gelen deprem sonucu bina büyük hasar gördü ve tahliye edildi. 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, tekrar onarıma alınan darüşşifa: eklenen mutfak ve lojmanla birlikte, yeniden yönetim değiştirdi. 1911 yılında bina tamamen yenilendikten sonra, akıl hastalarına hizmet verilmeye başlandı.

Bu arada I. Dünya savaşının başlamış olması nedeniyle, yenilenme faaliyetleri ancak 1924 yılında tamamlanabildi. Arada 1918 yılında büyük bir yangın yaşanır ve bina yanarak yeniden harabeye dönüşür. Sonrasında tesis 1946 yılında yeniden onarıma alınır ve 1948 yılında hizmete açılır.

Haseki Hastanesi: yüzyıllar boyu kullanılan binasında olmasa da Sağlık Bakanlığı bünyesinde inşa edilen yeni binalarıyla günümüzde hizmet vermeye devam etmektedir.

Dürüşşifa bölümü ise: günümüzde hizmet içi eğitim yapılmak için, Diyanet İşleri Başkanlığına bırakılmıştır. Haseki Eğitim Merkezi adı altında müftü ve vaizlere eğitim verilmektedir.

Bu son bölümde: Darüşşifa’nın mimari özelliklerinden söz etmek istiyorum. Burası Osmanlı mimarisinde türüne rastlanmayan bir yapıya sahiptir. Giriş kapısının üstünde kitabe bulunmaktadır. Kitabenin son mısrasında “dürüşşifa nafi-i nas cihan” yazılıdır. İstanbul’un en eski hastanelerinden olan burası: sekizgen avluludur ve böylece arkadaki odaların da ışık ve hava alması sağlanmıştır.

Günümüzde, avluda Mimar Sinan’ın hastaların oturma ve beklemeleri için özenle yaptığı köşelerdeki camlar, kırık ve pis durumdadır. Bu yerler, bir tür eyvan oluşturmak için yapılmıştır. Avlunun köşelerindeki iki büyük eyvan, sonradan camlarla kapatılmıştır.

Sonuç

Haseki külliyesi: 1689, 1690, 1719, 1754, 1766 ve 1894 depremlerinde hasar görmüştür. Özellikle 1894 depremi: Haseki külliyesinin başından geçen en büyük felakettir. Bu depremde: Darüşşifa kubbelerinde çatlaklar oluşmuş ve yapı terk edilmiştir.

Deprem sonrasında külliye uzunca bir süre boş kalmıştır. 1918 yılındaki yangın da, Haseki Darüşşifası için gerçek bir felaket olmuştur. Külliye topluca 1948 yılında onarıma tabi tutulmuştur. Bu onarımda, eyvanları kapatan duvar kaldırılarak yerine demir doğrama bir camekan yapılmıştır ve avlu döşeme kaplaması mermere dönüştürülmüştür.

Darüşşifanın kuzeyindeki tonozlu mekan da bu onarımda eklenmiştir. 1960 yılında medrese onarımdan geçmiştir. Bu onarımda: kapı ve pencerelerin kırmızı renkli taş sövelerinin bu onarımda imal edildiği, taş bacaların bir bölümünün yenilendiği görülmüştür. Ancak günümüzde, Haseki Külliyesinin, bir bahar mevsimini hatırlatan ve şöhreti dilden dile dolaşan muhteşem çinilerinden hiçbir iz yoktur.

Çünkü bu eşsiz sanat eserlerini zaman değil insan eli tahrip etmiştir. Külliye, 1974 yılındaki genel onarımdan sonra turizm tesisi yapılması düşünülürken, halkın tepkisinden çekilinmiş ve Diyanet İşlerine bırakılmıştır.

kız taşı.6
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Kız Taşı
kız taşı.3
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Kız Taşı
kız taşı.4
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Kız Taşı

            

markianus sütunu.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Kız Taşı

 

KIZ TAŞI-AVRAT TAŞI-MARCİANUS SÜTUNU-ARKADİOS SÜTUNU

Cerrahpaşa semtinde: eski “Avrat Pazarı” mahallesinde, Kız taşı caddesindedir. Anıt: bir konutun bahçesinde, gözlerden uzak yıllarca durduktan sonra, ortaya çıkarılmıştır.

İstanbul şehrindeki Bizans döneminden kalma sütunlar

İstanbul şehrinde, Bizans döneminde şehri koruması için 24 adet tılsımlı sütun dikilmiştir. Bunlardan günümüze kadar ayakta kalarak gelebilenler: kız taşı sütunu, Çemberlitaş, Gülhane Parkındaki Gotlar sütunu ve Cerrahpaşa’daki Arkadios sütunudur.

Marcianus Sütunu

Fatih’de, Kıztaşı olarak isimlendirilen küçük bir meydanın ortasında, günümüze kadar ulaşmıştır. MS 455 yılında Bizans imparatoru Markianos adına Forum Amastrion’a dikilmiştir.

Markianos: Bizans döneminde İmparator I. Theodosius’la başlayan hanedanın son hükümdarıdır. Kendi zamanında, gerek ülkesini dış tehditlere karşı koruması ve gerekse ekonomik reformları sayesinde altın bir dönem yaşanmıştır. Ancak yine Markianos döneminde, Batı Roma, barbar hücumlarına karşı desteksiz kalmış ve yıkılmıştır.

Kızıl-gri granitten sütun, iki parçadır. Yapıldığında sütunun üzerinde bir kaide bulunduğu ve bunun üstünde de İmparator Marcianus’un bronz bir heykelinin bulunduğu, ancak 1204 yılındaki Haçlı-Latin istilasında, şehrin yağmalanması sırasında bunun da çalınarak İtalya’nın Bari şehrine götürüldüğü ve burada bulunan “Barletta” heykeli olduğu söylenmektedir.

Mermer kaidesi dört yüzlüdür ve her yüzündeki madalyonlar, Yunan haçları ile bezenmiştir. Kaidesinde bulunan Yunan Zafer Tanrıçası Nike kabartması nedeniyle, kız taşı olarak da isimlendirilir. Kaidede bulunan kitabesinde: Latince olarak yazılan yazıtın tercümesi “İste bu imparator Marcianus’un anıtıdır ki Tatianus bu eseri adamıştır”

Bu arada: bu sütunla ilgili bir efsaneden söz etmek istiyorum. Justinyen: Ayasofya’yı inşa ettirirken tılsımlı güçleri olan bir kız, buraya büyükçe bir sütun taşımaktadır. Derken, kızın karşısına, ruhani bir canlı yani cin çıkar. Taşı nereye götürdüğünü sorar.

Kız: Ayasofya’ya gittiğini söyler, ancak cin: geç kaldığını ve taşı boşuna taşımamasını söyler. Kız: taşı oracıkta bırakır ve durumu görmek için, bugünkü Sultanahmet Meydanına gelir. Cinin yalan söylediğini anlar. Fatih’e geri dönüp taşı götürmek ister, ancak sihirli güçlerinin artık işe yaramadığını fark eder. Taş da o günden beri “Kız taşı” olarak anılır.

Arkadios Sütunu yapılışı

395 yılında: Roma imparatoru I. Teodosius döneminde, imparatorluk Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldı. Teodosius’un oğlu Arkadios’un Doğu Roma imparatorluğunun ve diğer oğlu Honorius Batı Roma imparatorluğunun başına geçti.

Henüz 18-19 yaşlarında bir delikanlı olan; babasının tersine güçsüz ve pısırık kişiliği olan Arkadios, temelleri atılan Bizans tarihinin ilk imparatoru olur. Hükümdarlık döneminde, İstanbul’a 3 önemli yapı kazandırır.

Bunlar: Arkadianai semtinde (günümüzdeki Sultanahmet civarı) bir hamam, eskiden “Avrat Pazarı” olarak bilinen (günümüzdeki Cerrahpaşa semti) yerde “Arkadios Forumu” adını taşıyan büyük meydan ki bu meydan Bizans döneminin ilk yıllarında şehrin merkezidir.

Burada: köle ticareti yapılır ve idam cezaları infaz edilirmiş ve 402 yılında bu meydanın ortasına diktirdiği büyük anıt sütundur. Çünkü: ilk Bizans imparatoru olan Arcadius: kendi adına, zaferlerini ilan etmek için Roma şehrindeki Trajan sütununa benzer bu anıt sütunu diktirmiştir. Sütunun tam olarak yerini gösteren eski çizimler, 1453 yılından sonra Fatih Sultan Mehmet’in ünlü portresini yapan İtalyan ressam Bellini’ye aittir.

arkadius sütunu.2
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Arkadios Sütunu

 

Arkadios Sütunu

Sütunun bulunduğu hafif tepelik bölgeye “Xerolophus” denirdi. Sütun 402 yılından kalmadır. İlk dikildiğinde, kayıtlarda yazılı yüksekliği 50 metredir. Çapı ise 4 metredir. Tepesinde: bir korint başlık ve bunun üstünde kare bir blok vardır. Bu blokun köşelerinde, dört adet, kanatlarını açmış melek heykeli görülür.

İlk dikildiğinde, üstteki kale blok üzerine, şehrin ufuklarını gözleyen, güzel bir peri heykeli konulmuştur. Evliya Çelebi’ye göre: İmparator Konstantin: sütunun tepesindeki peri heykelini kaldırtmış ve tehlike anında gözcüler tarafından çalınması için çanlar yerleştirmiştir.

10 Temmuz 421 tarihinde ise: Arkadios’un oğlu II. Teodosius imparator olunca: sütunun tepesine, babasının atlı bir heykelini koydurmuştur. Ancak, bu heykel: 740 yılındaki depremde, kuvvetli sarsıntıya dayanamaz ve yerinden koparak düşer. Ardından, sütunun tepesi boş kalır.

Yine tarihçilerin yazdıklarına göre: bir zamanlar 40 metre yükseklikte olan bu sütunun içinde bulunan helezonik bir merdivenle, tepesine çıkılırdı. İlk yapıldığında: sütunun üstünün: yukarıdan aşağıya kadar, Arkadios’un seferlerini anlatan kabartmalarla süslü olduğu söylenir. Bazı Osmanlı dönemi fotoğraflarında, sütunun üzerindeki motifler gayet güzel görülmektedir.

Kaidesi

Sütun dikdörtgen bir kaide üzerindedir. Kaide iri taşlarla örülü bir yüksek duvar şeklindedir. Kaidenin bir yüzü ve büyük kısmı, büyük bir ağaç tarafından gizlenmiştir. Diğer yüzleri ise, bitişik ahşap evin yanındadır. Kaidede: ünlü Zafer Tanrıçası Nike figürü görülür.

Kız taşı denilmesinin sebebi

Anıtın üstündeki kare blokun köşelerindeki melek yani kadın heykelleri nedeniyle, bu ismin verildiği söylenmektedir.

Bir başka söylentiye göre ise: sütun, altından geçen kızlara, bakire olup olmadıklarını fısıldarmış. İmparator II. İustinianus: baldızına bu oyunu oynamaya kalkınca, sütunun üstündeki heykel yerinden kırılarak devrilmiştir.

Yine bir söylentiye göre: eskiden bu sütunun önünden, bakire bir kız geçtiğinde: sütun hafifçe yana eğilirmiş.

Bir iddia daha, anıta kız taşı denilmesinin bir sebebi de: kaidesinde bulunan Yunan Zafer Tanrıçası “Nike” kabartmasıdır.

1204 yılı Haçlı İşgali

Ancak: sadece bir defa ve birkaç dakika için, sütunun tepesine bir imparator çıkarılır. 1204 yılında Haçlılar şehri ele geçirdiklerinde, zamanın Bizans imparatoru V. Aleksios’u bu sütünün tepesinden yani unvanına uygun yükseklikten aşağı atarak öldürürler.

Başka bir söylentiye göre: Haçlılar şehri ele geçirip yağmaladıklarında, bu sütunun üstünde İmparatorun heykeli vardır ve bu heykeli çalarak götürmüşlerdir. Günümüzde, bu heykelin İtalya’da Bari şehrinde bulunduğu söylenmektedir.

Sütunun tılsımlı olması

Bazı kaynaklara göre, Bizanslılar, bu sütunun tılsımlı olduğuna inanırmış. Evliya Çelebi de, bu sütunun tılsımlı olduğuna inananlardandır. Yazdıklarına göre: Hz Muhammed’in doğduğu gün, büyük bir deprem olur ve sütun parçalanır, ama tılsımlı olduğu için dağılmaz.

Evliya Çelebi, bununla da yetinmez ve başka tılsımlardan söz eder. Eski dönemlerde, sütunun üstünde duran kız heykeli yılda bir defa bir feryat koparır ki, civarda ne kadar kuş varsa önce pervane gibi bu sütunun etrafında döner, sonra bunlardan binlercesi ölüp sütunun dibine düşer, halk da bunları afiyetle yer.

Sonuç

İstanbul’u sarsan depremler, Arkadios sütunu da yıpratmıştır. Sonunda da iyice yana eğildiğinde, çevresindeki binaların üstüne düşebileceği için 1719 yılında Sultan III. Ahmet tarafından yıktırılmasına karar verilmiştir. Bir başka söylentiye göre: sütun uzun süre olduğu yerde durmuş, ancak üstündeki heykel: Lale devri Sultanı III. Ahmet tarafından indirtilmiştir.

Günümüzde görülen sütun: sadece 8 metre yüksekliktedir ve kaidesi 6 metre genişliktedir. Kaidenin büyük kısmı, bir ağaç tarafından gizlenmiştir.

1874 yılında, deniz tarafındaki kumluk alanda bulunan bazı kabartma mermer parçalarının bu sütuna ait olduğu söylenir ve bu parçalar, günümüzde Arkeoloji Müzesindedir.

Kaidenin içine: kaidenin yakınında bulunan evin kapısından geçilir. Buradan: harabe haldeki sütunun tepesine: merdivenle tırmanılarak çıkılır ve sütunun tepesinden: sütunun dibi ve üstündeki kabartmaların izleri görülebilir.

Burada belirtmek istediğim bir konu var. Yaptığım araştırmalara göre: Fatih semtinde Kız taşı olarak nitelendirilen bir tanesi İmparator Arkadios tarafından dikilmiş sütun ve bir tanesi de İmparator Marcianus tarafından dikilmiş sütunlardan söz ediliyor.

Ama her iki sütun hakkında anlatılanlar, söylentiler de aynı yere çıkıyor. Arada sadece küçük farklar olduğunu (örneğin sütunların yerleri ve kaidelerindeki yazılar gibi) öğrendim. Bu konuda bilgisi olanların yorum bırakmaları rica olunur.

bulgur palas.2
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Bulgur Palas

 

BULGUR PALAS

Cerrah Mehmet Paşa camisi yakınlarında, Marmara denizi manzaralı tepeye yapılmış: kirli kahverengi ve büyüklüğü ile dikkat çeken, ilginç bir binadır. Arkadius sütununun hemen karşısındadır.

Yapı: I. Ulusal Mimarlık Akımının 1912 yılında yapılan en güzel örneklerinden biridir. Binanın bir tarafının kırmızı tuğla, öbür tarafının sıva olması sebebiyle, yapışık iki bina gibi gözükmektedir. Cepheleri ve pencereleri, geniş bir alanı gördüğü belli olan büyük kuleleri vardır. Kuleleri ve tuhaf çatısı ile yüksekçe bir taş binadır. Çevresindeki diğer yapılardan farklı tasarımı hemen fark edilir. Yapının her tarafı, büyük yani yüksek duvarlarla çevrilidir. 

Bina: İstanbul Parlamentosunun Bolu milletvekili, savaş yıllarında bulgur ticaretinden zengin olan bulgur tüccarı Mehmet Habib Bey için, İtalyan mimar Giulio Mongeri tarafından yapılmış ancak bitirilememiştir. Yapı: ismini, sahibinin mesleğinden almıştır. İsminin “Palas” olarak nitelendirilmesinin sebebi: yapının sahibi Mehmet Bey’in, I. Dünya savaşı devam ederken karaborsa olarak sattığı bulgurdan dolayı inanılmaz zenginleşmesine karşılık verilen kinayeli bir isimdir.

Ancak Mehmet Bey bu binanın zevkini süremedi. Yani burası bulgur ambarı olarak yapılmamıştır. Çünkü: 1921 yılında ipoteklenen bina, 1926 yılında Osmanlı Bankasına devredildi. Gelelim bu olayların hikayesine:

Birinci söylenti: Kurtuluş savaşı sonrasında bina Mustafa Kemal Atatürk hükümetinin eline geçer ve onlar da binayı Osmanlı Bankasına bağışlarlar.

İkinci söylenti: Osmanlı Bankasının arşivindeki kayıtlara göre: Haziran 1921 tarihinde Emrullah Kardeşler Şirketi adına Selim Nuri Bey: Osmanlı Bankasına senet kırdırmak için başvurur. Ayrıca: yine firması için, İnebolu ve Samsun’daki mallarına karşılık avans ister. Bolu mebusu, Mehmet Habib Bey, borcuna kefildir ve kendisine ait bulgur palas denen yapıyı ipotek eder.

Banka: inşaatı bitmemiş bulgur palas denen yapıyı ipotek olarak kabul eder. Fazla uzatmadan, elbette borç ödenmez ve Osmanlı Bankası, yapıyı ihaleye çıkarır ve ihale sonucunda, 1926 yılında yapının sahibi olur. Banka tarafından alınan kararla: İstanbul’un ticaret merkezlerine uzak, yolları dar, ulaşımı zor ve fakir bir mahallede inşa edilen yapının tamamlanması ve kullanılır hale sokulması ve sanatoryum veya hastaneye dönüştürülmesi için karar alınır.

Ancak bunun için büyük yatırım yapmak gerektiği ortaya çıkınca vazgeçilir ve banka burayı: arşiv ve banka çalışanları için konut olarak kullandı. 6-7 Eylül olaylarında bina tahrip edildi. Bu olaylardan sonra, fazla bakım da görmeyen bina çürümeye terk edildi.

Bina: 1920’lerde Osmanlı Bankası mülkiyetine geçmiş ve uzun yıllar, bankanın arşivi olarak kullanılmıştır. Arşiv, daha sonra Osmanlı Bankası Müzesine taşınınca ve Osmanlı Bankası Garanti Bankası tarafından satın alınınca bu bina da Garanti Bankası mülkiyetine geçmiş ve günümüzde kullanılmayıp, boş olarak durmaktadır. Yapının üst katından, harika bir deniz manzarası izlenir. Son aldığım bilgilere göre: binanın turistik tesis olarak kullanılması düşünülüyormuş.

cerrahpaşa külliyesi.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Cerrahpaşa Külliyesi

CERRAHPAŞA KÜLLİYESİ

Külliye: Cerrah Paşa tarafından, 1593-1594 yılları arasında, Mimar Sinan’ın halefi yani yetiştirdiği öğrencisi mimar başı Davut Ağa tarafından: cami, kütüphane, türbe, sebil, şadırvan, çeşme ve hamamdan oluşan bir külliye şeklinde yapılmıştır. Ancak günümüzde Aksaray-Kocamustafa paşa caddesi, medrese ve külliyenin diğer yapılarını birbirinden ayırmıştır.

Cerrah Paşa: bu külliyeyi, sadrazam olmadan önce yaptırmıştır. Çünkü sadrazamlığı süresince hasta yatağından dışarı çıkamamıştır. Külliyeden günümüze sadece hamam ulaşmamıştır. Çünkü 1598 yılı yapımı çifte hamam: 1908-1910 yılları arasında ortadan kaldırılmıştır. Çünkü külliyenin tamamı, 1894 yılındaki depremde hasar görmüş, 1958-1960 yılları arasında onarım görmüştür.

cerrahpaşa camisi.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Cerrahpaşa Camii

Cami

Cami, yüksek bir tepede bulunduğundan, arka taraftaki bahçesinden, Marmara denizinin panoramik manzarası izlenebilir. Böylece cami için yer seçiminde ne kadar isabetli davrandığı anlaşılmaktadır. Cami dönemin ünlü mimarı Mimar Sinan’ın halefi Davut Ağa’nın eseridir. Davut Ağa, bu camiyi bitirdikten sonra, Eminönü’ndeki Yeni Cami inşaatına başlamıştır. Ama kısa süre sonra vebadan ölmüştür. Caminin giriş kapısındaki Arapça kitabede “Mescidi mustahseni erkane” yani “Her şeyi ile beğenilmiş mescit”  ve yapılış tarihi olarak 1593 yılı yazılıdır.

Klasik Osmanlı tarzındadır. Kesme küfeki taşından inşa edilmiştir. Kütlesel estetiği çok güzeldir. Camiye: tak şeklinde ve iki yanlarında birer niş bulunan, üstü stelaktitli muhteşem güzel bir kapıdan girilir. Kare planlıdır, ortada büyük ve yanlarda altı yarım kubbeyle örtülüdür. Basıkça olan merkezi kubbesi 13 metre çapında ve 18 pencereli bir kasnağa oturmakta ve bunu da altı fil ayağı üzerindeki kemerler taşımaktadır. Kubbe geç dönem kalem işleriyle süslüdür. Merkezi kubbenin yanlarında, etrafı pencereli kubbeler vardır.

Minber: geometrik desenlerle süslüdür ve döneminin en önemli yapıtlarından sayılmaktadır. Caminin son cemaat yerinde: sekiz antik sütun bulunur. Tek minarelidir. Minare gövdesi: onaltıgendir. Şerefedeki şebekeli mermer korkuluklar, devrinin özelliklerini taşımaktadır. Mihrap mahalli dört köşeli ve dışa çıkık durumdadır. Mihrap ve minberi: mermer yontuculuk sanatının güzel örneklerine sahiptir.

Mihrap da: imam yüzü hizasında, yeşil bir çini vardır. Mihraptaki çininin Ravzayı Mutahhara’yı (Hz Muhammed’in Medine’deki türbesi) çağrıştırdığı kabul edilmektedir. Camiye 1767 yılında yani yapımından 169 yıl sonra güneş saati konulmuştur. Yüksek konumdaki bu güneş saati dış etkenlerden uzak kaldığı için sağlam olarak günümüze ulaşmıştır. Güneş saati, Kutup Yıldızını gösterecek şekilde yapılmıştır. Cami hakkında anlatılan bir söylenti vardır.

Buna göre: 1660 yılındaki büyük yangında, cami içine sığınanlarla birlikte yanmış ve ertesi yıl tamir edilmiştir. Bu olay: Ayvansarayı tarafından yazılmıştır. 1196 yılındaki yangında, cami yeniden zarar görür. Caminin yıkılan minaresi, 1820 yılında yeniden yapılır. 1894 yılındaki deprem ise, bu camiyi yeniden harap eder. Minaresi, son cemaat yeri ve kubbeleri tamamen çöker. Minare: 20’nci yüzyıl başlarında taş külahlı ve değişik bir üslupla yeniden yapılır.

Fakat son cemaat yeri olduğu gibi bırakılır. Uzun yıllar boyunca, son cemaat yerinde, demir kirişlerle birbirine bağlanmış mermer sütunlar görülür. 1958 yılında yeniden bir tamir süreci yaşanır. 1982 yılında ise, kubbeler tamir edilerek son cemaat yeri yeniden düzenlenir. Caminin bahçeleri de bakımlı değildir ve bahçede Bizans dönemi sarnıcı ve başka bir yapının izleri yani yıkıntıları görülür.

Medrese

Caminin kuzeyindeki medrese: Klasik Osmanlı medresesi planındadır. Medresenin önünde, kapısı yola bakan ve üstü açık küçük bir giriş avlusu bulunur. Esas avluya girişi sağlayan kapıya 8 basamaklı bir merdivenle çıkılır.

Ortadaki kare avlunun çevresini, her yönde; başlıkları baklavalı dörder sütunun taşıdığı tuğla kubbeyle örtülü revaklar çevirir. İçte revakların arkasında, yine kubbe örtülü olan hücreler vardır. Restore edilmiş olan medrese, günümüzde Cerrahpaşa Tıp Fakültesinin “Tıp Tarihi Bilim Dalı Araştırma Merkezi ve Müzesi” olarak kullanılmaktadır.

Şadırvan

Avlunun kuzeybatısında, mermer havuzlu ve onaltı köşelidir. Üstü açıktır.

Türbe

Caminin hemen yan tarafında, avluda ve sokak üstündeki türbe: sekiz köşeli, kubbeli, iki dizi pencereli bir yapıdır ve semte ve hastaneye ismini veren ve 1604 yılında vefat eden Cerrahpaşa ve 3 oğlu yatmaktadır. Türbenin batısında, kare planlı ve kiremit çatılı “muvakkithane” binası (zamanı ölçmek için yapılmış yapılara denir) bulunur.

haseki bostan hamamı.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Bostan Hamamı

 

HASEKİ BOSTAN HAMAMI

Haseki Hürrem külliyesi yakınında, Hekimoğlu Ali Paşa caddesi üstündedir.

Yapı: Fatih döneminden kalmadır. Hürrem Sultan tarafından: Mimar Sinan’a onarımı yaptırılmıştır. Fatih Sultan Mehmet’in, bu hamamda “Dellak Dede” eliyle yıkandığı rivayet edilmektedir.

16’ncı yüzyılda ise: Hürrem Sultan’ın özürlü kızı Mihrimah Sultan, kimselere görünmemek için burada; annesinin yaptırdığı büyük hamamda tek başına yıkanırmış. (Söylenenlere göre: tek memesi yoktur) Hamamda “Şeftali kurnası” denen bölüm: Mihrimah Sultana aitti. Hamam hakkındaki söylentilerden söz etmek istiyorum:

Evliya kurnası: kısmeti çıkmayan kızlar, bu kurnada yıkanır, abdest alır ve dua ederse: hemen kısmeti çıkarmış. 1900’lü yılların ortalarında, bu olay mum dikmeye kadar varınca, işletmeciler buna son verdirdiler.

Demir hindi şerbeti: 1910 yılına kadar, Sultan II. Abdülhamit’in son dönemi ve Meşrutiyetin ilk yıllarında: Şerbetçi Rüstem Ağa, İstanbul’un en lezzetli demir hindi şerbetini yapar ve hamamın kapısında satarmış. İstanbul’un birçok yerindeki insanlar, sırf bu şerbeti içmek için bu hamama gelirlermiş. Zengin, fakir hamama girenler yıkanıp çıktıktan sonra, mutlaka bir bardak şerbet içerlermiş.

bayrampaşa külliyesi.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Sadrazam Bayrampaşa Külliyesi
sadrazam bayrampaşa külliyesi.2
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Sadrazam Bayrampaşa Külliyesi

 

SADRAZAM BAYRAMPAŞA KÜLLİYESİ

Cerrahpaşa caddesi yakınlarında, Haseki hastanesinin hemen bitimindeki Haseki caddesi üzerindedir.

İstanbul Davutpaşa’da doğan Bayram Paşa: Yeniçeri ocağında yetişti. Sultan I. Ahmet’in kızlarından Hanzade Sultan ile evlenerek Saraya damat oldu. Ardından: Mısır Valiliği, Rumeli Beylerbeyliği ve İstanbul Kaymakamlığı yaptı. 1637 yılında ise Sadrazam oldu. Bayram Paşa, sadrazamlığı sırasında Şair Nefi’yi idam ettirmesiyle hatırlanır.

Sultan IV. Murat: Nefi’den bir daha hicviye yazmamasını istemesinden sonra Nefi, sözünü tutmamış ve Sultan IV. Murat’ın eniştesi Bayram Paşa’yı hicvetmiştir. Bayram Paşanın isteği üzerine, Padişah, Nefi’yi idam ettirmiştir. Şair Nefi, Bayram Paşanın evinde öldürüldükten sonra, cesedi Sarayburnu’ndan denize atılmıştır.

Sadrazam Bayram paşa: Eylül 1638 tarihinde, Urfa yakınlarında Celab mevkinde Bağdat seferi sırasında beyin kanamasından ölmüştür. Cesedi İstanbul’a nakledilmiş ve Avratpazarı mezarlığına defnedilmiştir.

Külliye: 1634 yılında dönemin Hassa baş mimarı Kasım Ağa tarafından yapılmıştır. Banisi: Sultan I. Ahmet’in damadı Bayram Paşa’dır. İstanbul’un bir semtine de ismini veren Bayram Paşa: aynı zamanda Sultan IV. Murat’a da Sadrazamlık yapmış ve 1639 yılında Bağdat’ın alınması sırasında şehit düşmüştür. Külliyede: cami, medrese, mektep, mescit, tekke, türbe ve sebil vardır. Tüm külliye yapıları: sokak dokusuna uygun, asimetrik bir plan içinde yerleştirilmiştir.

Cami

Külliyenin başyapıtı olarak kabul edilir, kalem işleri ve ayetlerle süslenmiştir.

Sebil

Sol tarafta, köşede parmaklıklı açıklığı olan güzel bir sebil vardır. Sebilin üzerindeki kitabede, yapım yılı olarak 1634 yazılıdır.

sadrazam bayrampaşa türbesi.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Sadrazam Bayrampaşa Külliyesi Türbe

Türbe

Sebilin hemen arkasında ise, caminin banisine ait, küçük bir cami görünümlü, saray gibi bir türbe bulunur. Türbede, Bayram Paşa, tek başına yatmaktadır. Burada bir ayrıntıdan söz etmek istiyorum. Türbenin çinileri 1990’lı yıllarda çalındı, ancak daha sonra bulunarak yerlerine yerleştirildi.

Mescit

Duvarlarla çevrili bahçe ve mezarlığın ötesinde, üç yandan derviş tekkesinin revaklı odalarıyla çevrili mescit bulunur. Dikdörtgen ve büyük bir bina olan ve kesme  taştan yapılan mescit aynı zamanda Semahanedir.

sadrazam bayram paşa medresesi.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Sadrazam Bayrampaşa Külliyesi Medrese

Medrese

Medrese: Osmanlı mimarisinde en eski medrese stili olan İznik medrese mimarisi etkilerini içermektedir. Ortada kare bir avlu vardır. Bu avlunun üç tarafından sütunlu revaklar bulunur. Revakların arkasında, kubbelerle örülmüş medrese hücreleri vardır. Bu kare mekanın, girişi batı bölümdedir. Girişin karşısında ise, mescit ve dershane binası bulunur. Günümüzde: Diyanet Eğitim Merkezi olarak kullanılmaktadır.

Tekke

Tekke ilk kurulduğunda “Kadiriye Tekkesi” olarak kurulmuştur. Daha sonra, 18’nci yüzyıl başlarında, “Bayramiye Himmetiyle” tarikatı tarafından kullanılmıştır. Yüzyılın sonunda ise “Halvetiye Sümbüliye” tarikatına ev sahipliği yapmıştır. 19’ncu yüzyıl itibarıyla tekrar “Kadiriye” tekkesi haline gelmiştir.

Bu tekke: yazılı kaynaklarda “Kadem-i Şerif Tekkesi” olarak geçmektedir. Çünkü: tekkede: bir zamanlar Üveys-el Karani’ye ait olduğu söylenen bir arakiye ve Hz Muhammed’in ayak izi muhafaza edilmektedir. Evet, tekke külliyenin batı kısmındadır. Kapı: Haseki caddesine cephelidir.

Bu kapıdan girildiğinde: türbe, sebil ve tekkeye ulaşılır. Tekke: arsanın güney ve doğu kesiminde, L biçimlidir. Tekkede: 10 adet derviş hücresi bulunmaktadır. Derviş hücreleri: medrese hücrelerine benzer. Ancak aradaki fark, penceresiz olmalarıdır. Bu hücrelerde ocak da bulunmaz. Büyük olasılıkla, bu yapı tarzı, tarikat yaşamında içe dönük yapımın göstergesidir.

Sıbyan Mektebi

Son onarımlarda yıkılmış olan mektebin kagir alt yapısı hala durmaktadır. Caddeden merdivenle çıkılan kısmı ayaktadır. Ama Sıbyan Mektebi kütlesi yok olmuştur.

 

Tevhidhane

Avlunun güney kısmında, bağımsız bir kütle olarak yapılmıştır. Girişi kuzeye bakar. Külliye giriş kapısı ve Tevhidhane kapısı karşılıklıdır.

 

Arasta

Kuzeyde bulunan hücrelerin altında, cadde kodundan yararlanılarak yapılan dükkanlar bulunur. Bu dükkanlar: beşik tonoz örtülü ve dikdörtgen planlıdır.

Sonuç

Külliye, 18’nci yüzyıldan günümüze kadar birçok onarım geçirmiş ve Sıbyan Mektebi dışındaki diğer yapılar sağlam olarak günümüze ulaşmıştır. Külliye yapıları: en son olarak: 1968-1973 yılları arasında Vakıflar İdaresi tarafından restore edilmiş ve günümüzde “Kadınlar Dayanışma ve Yardımlaşma Vakfı” olarak kullanılmaktadır. Belli dönemlerde, burada halka gıda yardımında bulunulmaktadır.

gevher sultan medresesi.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Gevher Sultan Medresesi

 

GEVHER SULTAN MEDRESESİ

Cerrahpaşa caddesi üstünde, Cerrahpaşa camisinin karşısındadır. Medrese: Sultan II. Selim’in kızı ve Kaptan-ı Derya Piyale Paşa’nın eşi Gevher Han Sultan tarafından, 1568 yılında inşa ettirilmiştir. Burada ilgi çekici bir husus var. Gevher Sultan, kocası öldükten sonra Cerrah Mehmet Paşa ile evlendirilmiştir.

Medresenin Cerrahpaşa camisinin karşısında bulunması, bununla açıklanabilir. Yapının güzel kapısı ve duvarları, yol boyunca uzanmaktadır. Yalın kapısındaki kemer biçimleri ilgi çeker. İçinde kubbeli 16 göz oda vardır. Kuzey yanda ise, yapının 12 göz pencereli duvarı bulunur.

Bu duvarın yüzünde, kubbelere bağlanan saçaklar, kirpi saçak türüdür. Kubbelerin yanlarında da şirin görünümlü bacalar bulunur. Yapı uzun süre harap durumda kaldıktan sonra, 1970’lı yıllarda “Tıp Tarihi Enstitüsüne” tahsis edilmiş ve günümüzde: bir yardım derneği tarafından kullanılmaktadır.

Davut paşa külliyesi.2
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Davut Paşa Külliyesi

DAVUT PAŞA KÜLLİYESİ

Hekimoğlu Ali paşa caddesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinin tam karşısındaki Davut Paşa Medresesi sokağındadır. Bölge: 1829 yılında, Sultan II. Mahmut döneminde, Yeniçeri ocaklarının yerine kurulan ve Avrupa’da kilere benzeyen kışlalarıyla modern ordunun eğitim yaptığı yerdir.

Günümüzde üniversite kampüsü olarak kullanılan alandaki tarihi kışla harabeleri: 1972 yılında eski eser olarak tescil edilmesine rağmen, 1985 yılında gıda toptancılarına tahsis edilmiştir. Davut Paşa: Sultan II. Beyazıt’ın emrinde: 1482-1497 yılları arasında Sadrazamlık yapmış ve 1485 yılında bu külliyeyi yaptırmıştır.

Külliye: cami, medrese, sıbyan mektebi, türbe, imaret ve hamamdan oluşmaktadır. Özellikle: gezgin dervişlerin gecelediği odalar çok etkileyicidir.

davut paşa camisi.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Davut Paşa Camii

Cami

1485 yılında yapılmış cami, İstanbul’da Osmanlı dönemine ait, en eski anıtsal mimari örneğidir. Caminin mimarisi: Osmanlı mimarisinin Bursa ekolü düzeneğini içeren ters “T” modelidir. Zaten, camiye tepeden bakıldığında, ters duran bir “T” harfine benzetilir. Caminin kitabesi: Beyazıt caminin de yazılarını yazan, hattat Şeyh Hamdullah’a aittir.

Bu kitabede: mavi zemin üstüne, kahverengi palmetler ve yanlarda altın yaldızlı yazılar görülür. Girişten sonra, ana mekanı enlemesine genişleten, yan hücreler bulunur. Son cemaat yerinde 6 sütun vardır. Ortadaki 2 sütunun başlıkları: mukarnas ve diğer sütunların başlıkları ise baklava şeklindedir. Çünkü bu iki tür süsleme şekli: Osmanlı mimarisinde yüzyıllar boyunca kullanılan özelliklerdir.

Ön bahçede: kırık dökük sütun gövdeleri ve başlıkları görülür. Cami yapısında: en büyük özellik, güzel ve basık kubbedir. Yarım kubbe yoktur. Kubbenin pandifleri: olağanüstü güzelliktedir. Bunlar: derin oymalarla biçimlendirilmiş ve duvarların köşelerinde, aşağıya kadar indirilmiştir.

Sıbyan Mektebi

Külliyenin yapılarından olmasına rağmen günümüze ulaşmamıştır. Günümüzde görülen lisenin bulunduğu yerdeydi. Bu okul: Galatasaray Mektebinden sonra, İstanbul’daki en eski okul olarak önem kazanmıştı ve buradaki eğitim, 1485 yılında başlamıştı. Ancak mektep binası, 1894 yılındaki depremde hasar görür ve çatısı çöker.

Medrese

Kuzeydeki dar sokakta, külliyenin tamamen evlerle çevrelenmiş medresesi bulunur. Şehirdeki en eski medreselerden biridir. Avlusunda Bizans sütunları kullanılmıştır. Üç cephesinden her birinde: ocakları olan dershaneler görülür. Medresenin avlusu: Bizans sütunları ve sütün başlıkları ile süslüdür. Duvarlardaki freskler bakımsızlıktan solmuştur.

Türbe

Caminin avlusundaki türbe, sekizgen planlıdır ve kıble yönünde yapılmıştır. Klasik stil pencere düzenekleri, türbeye oldukça hoş bir görünüm kazandırmıştır. Giriş revağı: iki sütun üstündedir. Bahçedeki mezar taşları güzellikleriyle ilgi çeker.

hekimoğlu ali paşa camisi.2
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Hekimoğlu Ali Paşa Külliyesi

HEKİMOĞLU ALİ PAŞA KÜLLİYESİ

Davutpaşa camisinin yaklaşık 200 metre ilerisinde, aynı isimle bilinen cadde ile Koca Mustafa Paşa caddesi arasındadır.

Ali Paşa: Nuh Efendinin oğludur. Nuh Efendi: Venedik asıllı İtalyan’dır ve Padova Üniversitesinde tıp öğrenimi aldıktan sonra, İslamiyet’i kabul edip İstanbul’da hekim olarak çalışmaya başlamış, Sultan II. Mustafa döneminin Saray Hekimbaşısıdır. Annesi Türk asıllı olup Safiye Hanımdır. Ali Paşa: Sultan I. Mahmut’un 15 yıl Sadrazamlığını yapmıştır.

Anadolu Beylerbeyi olarak Kütahya’da bulunduğu sırada 1758 yılında hastalıktan ölür. Ancak bir söylentiye göre ise, hizmetinde çalışanlar tarafından zehirlenmiştir. Külliye: Sultan I. Mahmut’un dördüncü saltanat yılına rastlayan, ilk sadrazamlığı zamanında, 1735 yılında mimar Çuhadar Kayserili Ömer Ağa ve Hacı Mustafa Ağa tarafından yaptırılmıştır.

Tüm yapı birimlerinde: barok stil özellikleri görülür. Klasik Osmanlı mimarisinin en son eseri olan külliye: sadece mimari yönüyle değil, güzel sanatlar tarihi bakımından da önemlidir. Külliyenin kapı üstlerindeki manzumeler, çoğu Nedim’in çağdaşı olan Vehbi, Şair Hıfzı, Şair Nevres, Refi, Mehmet, Şair Münif, Ragıp Mehmet Paşa ve Şeyhülislam İshak Efendi’ye aittir. Yazılar, büyük hattatlar tarafından yazılmıştır. Bunlar arasında Cihangirli Mustafa önde gelir.

hekimoğlu ali paşa camisi.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Hekimoğlu Ali Paşa Külliyesi Camisi

 

Cami

Cami: sarnıçlı bir temel üzerine, yüksek bir platforma oturtulmuştur. Cami yapılmadan hemen önce, burada Abdal Yakup Tekkesi bulunduğu söylenmektedir. Ali Paşa: babası Hekimbaşı Nuh Efendinin kabrine yakın olduğu için, bu alanı uygun bulmuştur. Cerrahpaşa camisinin tam bir kopyasıdır. Ancak onun tersine, biraz zayıf ve kişiliksiz kalır.

Hatta: soluk çini kaplamalar bile, bu kişiliksizliği yumuşatamaz. Çiniler: Türk işidir ama eskisi gibi İznik değil, Tekfur Sarayındaki yeni çini atölyelerinde üretilmiştir. Bu çinilerin en büyük özelliği: sırların mavimtırak bir renk alması, sarının fazlaca kullanılmasıdır. Yapının geneli incelendiğinde: klasik ve barok üsluplar görülür. Üç avlu ve üç kapı vardır. Ana giriş kapısı: rokoko öğeler ve geleneksel oymalarla süslenmiştir.

Avlu girişinde, kapı üstünde, Ragıp Paşa tarafından yazılan Türkçe kitabede, caminin yapım tarihi olarak 1734 yılı yazılıdır. Mimar olarak ise Ömer Ağa isimleri geçer. Kubbe: altıgen planlı olacak şekilde, bir ayak sistemi üzerine oturmuştur. İç mekan: 18’nci yüzyıl Tekfur Sarayı çinileriyle döşenmiştir. Bu çiniler: tüm mekanın duvarlarını, pencerelerin üst hizasına kadar kaplar. Yan duvarlarda: 16 çini plaka üstüne “Kabe” manzarası resmedilmiştir.

İç mekan kemerleri: klasik ve sivri modellidir. Vaiz kürsüsünün ahşap işçiliği ve mermer minberdeki zarif oymalar gayet güzeldir. Mihrap bölümü: dışarıya çıkıntı yapar. Sol duvar üstünde: Hünkar Mahfili bulunur. Minare: caminin ince ve zarif minaresi, uzun servi ağaçları ve yaşlı çınarlarla kaplı bahçede, son derece çekici görünür.

Türbe

Hazirede bulunan türbe: 1745 yılı yapımıdır. Yapı: iki kubbelidir. Türbede: Hekimoğlu, karısı Muhsine ve oğlu yatıyor. İkinci kubbenin altında, bir zamanlar burada olduğu söylenen zaviyenin kurucusu Abdal Yakub ve Şeyh İbrahim yatmaktadır. Avlu cephesi ahşap sundurmalı olan türbenin kapı alınlığında, talik yazılı kitabe vardır. Avluda su terazisi ve bir kuyu bulunur.

hekimoğlu ali paşa.kütüphane.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Hekimoğlu Ali Paşa Külliyesi Kütüphane-Uygulamalı Türk-İslam Sanatları Kütüphanesi

 

Kütüphane-Uygulamalı Türk-İslam Sanatları Kütüphanesi

Külliyenin kütüphane bölümü: avlunun köşesindedir. Vakfiyede kütüphanede kaç kitap vakfedildiği belirtilmemiştir. Ancak personel kadrosu incelendiğinde, kütüphanenin oldukça zengin bir koleksiyona sahip olduğu söylenebilir. Şeyh Mehmet Rıza Efendi, 1740 tarihinde zengin bir koleksiyonu, bu kütüphaneye bağışlamış ve kitapların bakımı için ek personel tayin edilmiştir. 

Kitapların bulunduğu bölüm: merdivenle çıkılan bir kafes gibi yapılmış olup, bu yapı, daha önce görülmemiştir. Alt bölüm: tünel şeklinde, sivri kemerli bölümdür. Üst bölümde, 4 kemer üstünde yükselen dikdörtgen bir kubbe vardır. Kütüphane: Cumhuriyet döneminden önce Millet Kütüphanesine ve 1962 yılında ise Süleymaniye kütüphanesine nakledilmiştir. Ancak; kitaplar taşınmasına rağmen, saklandıkları, parmaklıklı, boyalı ahşap kafesler hala durmaktadır.

Duvarların üst kısımları: zarif çiçek desenli friz çerçeveler ve tonozu çiçek desenli madalyonlarla süslüdür. Kütüphaneye giden merdivenlerin tepesindeki sütunlu revakta: tüm külliye gayet güzel görülmektedir. Buranın yazıları da hattat Mustafa Efendi tarafından yazılmıştır. Yandan merdivenlerle çıkılan üst kat: günümüzde “Türk İslam Sanatı Kitaplığı” olarak kullanılmaktadır. Burada: 10 yıldan bu yana, İslam ve Türk sanatları, tatbiki olarak öğretiliyor.

Bunlar arasında: hat, tezhip, ebru, minyatür, katı, musiki ve Osmanlı Türkçesi dersleri bulunmaktadır. Kütüphanenin fevkani kitap dolapları, İslam-Türk sanatlarını havi yüzlerce ansiklopedi, atlas, albüm, fotoğraf, kitap, dia, CD ve el yazması eserleri muhafaza ediyor. Bunlar kursiyerlerin ve araştırmacıların hizmetine sunulmaktadır.

İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki  Hekimoğlu Ali Paşa Külliyesi Sebili

Sebil

Külliyede, girişte bir sebil vardır. Sebil: güzel barok sitili ve harika madeni şebekeleriyle dikkat çeker. Yani, metal işçiliği muhteşem güzeldir. Beş bronz parmaklığı vardır. Üst kısmında: uzun kitabe ve rokoko tarzı asma, çiçekler ve gül bezek oymaları bulunan zarif bir fresk vardır.

tıp fakültesi.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Cerrahpaşa Tıp Fakültesi-Cerrahpaşa Hastanesi
hastane.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Cerrahpaşa Tıp Fakültesi-Cerrahpaşa Hastanesi

 

CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ-CERRAHPAŞA HASTANESİ

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinin Cerrahpaşa kısmında bulunan ilk binası: Belediye tarafından satın alınıp 80 yatakla, 1911 tarihinde hizmete açılan Taküyiddin Paşa Konağıdır.

Ahşap olan bu bina, zamanla ihtiyaca cevap vermeyince yıkılarak, yerine günümüzdeki idare binası ve 150 yataklı yeni klinik yaptırıldı ve 1912 yılında hizmete açıldı. Belediye, zamanla yaptığı istimlaklar ile hastaneyi genişletmeye devam etti. 1930 yılında İç Hastalıkları kliniği hizmete girdi. 1938 yılında Farmakoloji ve Tedavi Kliniği inşa edildi. 1967 yılında Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı ile Çocuk Kliniğinin bulunduğu binalar tamamlandı.

14 Aralık 1930 tarihinde, Cerrahpaşa Hastanesini ziyaret eden Atatürk, şimdiki Dekanlık binasının balkonunda oturarak görüşünü “Bu hastane at nalı şeklinde sahile kadar uzanmalıdır” sözleriyle dile getirmişti. Atatürk’ün dediği gerçekleşmiş ve hastane sahile kadar inmiştir.

Evet, bu dev hastane külliyesi günümüzde bünyesinde birkaç eser barındırmaktadır. Şimdi bunları görelim;

şahsultan camisi.2
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Şah Sultan Camii

Şah Sultan Cami

Cerrahpaşa hastanesinin sınırları, 1981 yılında genişletilince, bu cami, hastane bahçesi içinde kalmıştır. Cerrahpaşa hastanesi sınırları içindeki dört camiden biridir. Hakim bir tepeye inşa edilmiş olması nedeniyle, Marmara’ya karşı manzarası vardır. Cami: Yavuz Sultan Selim’in kızı, Sadrazam Lütfi Paşanın eşi Şah Sultan tarafından, 1528 yılında yaptırılmıştır. Kendi türbesi, Eyüp Cami civarındadır. Caminin bahçesinde 1983 yılında, sekiz musluklu bir mermer şadırvan yaptırılmıştır.

Caminin mihrabı alçı, minber ve kürsüsü ahşaptır. Minaresi caminin sağ tarafındadır. Doğu tarafında ise ağaçlıklı, loş ışıklı bir yerde hazire vardır. Burada bulunan çeşitli kabirler arasında Melami Şeyhlerinden Hüseyin La-Mekani’nin kabri bulunmaktadır. Uzun yıllar bakımsızlık nedeniyle harap durumda olan cami, 1953 yılında tamir ettirilmiştir. Ancak kubbeli olan yapı, bu tamir sonucu düz tavanlı ve çatılı hale getirilmiştir. Yalnızca temelleri kalmış olan son cemaat yeri de 2 katlı olarak yeniden yapılmıştır. Cami: 1981-1982 yılları arasında yeniden tamir görmüştür.

Çavuşzade Mustafa Cami

Bu güzel ve küçük cami, Mimar Sinan eseridir. Cami: minberini bağışlayan Çivicizade kızı Ümmü Gülsüm adıyla da anılmaktadır. Yapı: kagirden, düz çatılıdır ve yüksekçe bir zemin üstünde durmaktadır.

Ancak bu caminin orijinalinden günümüze sadece turuncu renkli ve çok şirin minaresinin bir kısmı kalmıştır. Diğer bölümler yenilenmiştir. Caminin yanında 1847 yılı yapımı Muhasip Beşir Ağa çeşmesi görülür. Diğer yanında ise, Bizans işi olduğu tahmin edilen bir duvar ve tuğla kemer kalıntısı vardır.

tıp tarihi müzesi.1
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Cerrahpaşa Tıp Tarihi Müzesi
tıp tarihi müzesi.2
İstanbul Cerrahpaşa ve Haseki Cerrahpaşa Tıp Tarihi Müzesi

 

CERRAHPAŞA TIP TARİHİ MÜZESİ

Müze: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi eski dekanlık binasındadır.

1933 yılında, Atatürk’ün gerçekleştirdiği Üniversite Reformu ile: Türkiye’de ilk defa İstanbul Üniversitesi bünyesinde Tıp Tarihi Enstitüsü kurulmuştur. Enstitü bünyesinde bir koleksiyon oluşturulması için, ilk defa tıpla ilgili dokümanlar ve malzemeler toplanmaya başlamıştır. Ardından, çeşitli kurumların katkılarıyla 28 Mayıs 1985 tarihinde Cerrahpaşa Tıp Tarihi Müzesi açılır. Müzede: Türk Tıp Tarihine ait çok zengin materyaller bulunmaktadır.

Koleksiyonun en eski eseri: MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenen toprakaltı buluntulardır. Bunlar arasında: yüzyıllar öncesinde Anadolulu hekimlerin kullanmış oldukları: 12 adet bronz spatül, bistüri, pens, küvet gibi antik tıp aletleri bulunmaktadır. Müzenin  duvarları oyularak yerleştirilmiş olan vitrinlerde: geçen yüzyılın mikroskoplarından, enjektör aletlerine kadar bir yığın malzeme sergilenmektedir. Ayrıca: geçmişin önemli hekimlerine ait şahsi eşyalar, madalyalar, dişçi aletleri, reçeteler, kitaplar ve daha birçok değişik malzeme müzenin envanterinde kayıtlıdır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.