Çanakkale Gelibolu Şehitlikler

çanakkale
Çanakkale Gelibolu Şehitlikler

 

Çanakkale savaşlarının yapıldığı Gelibolu yarımadasına, iki yoldan gidebilirsiniz. Bunlardan; birincisi: Anadolu üzerinden gelinen ve Çanakkale üzerinden, feribotlar ile Eceabat’a ulaşılan yol. Diğer yol seçeneğiniz ise; İstanbul yada Edirne üzerinden, Gelibolu İlçesinden geçilerek, Eceabat’a ulaşılan yol.

Evet, Mart 2022 tarihinde yeni bir yol, 18 Mart Çanakkale Şehitler Köprüsü, bu köprü üzerinden de Şehitlikler bölgesine ulaşmak mümkün.

Gezimize, Eceabat’dan başlayacağız. sizde, buraya ulaşım için Eceabat’ı hedefleyin ve Eceabat’a geldikten sonra, bilgisayarınızdan, bu satırların yazılı çıktısını aldı iseniz, bir göz atın ve muhteşem bir geziye hazır olun. Herhangi bir rehbere ihtiyaç duymadan, bölgeyi en iyi şekilde gezebileceksiniz.

Çanakkale’ye düzenlenen gezilerde, daha Milli Park sınırlarından içeriye girerken, lütfen dikkatli olun. Milli Park sınırları içinde, bastığınız her yerde toprağın altında şehitlerimiz olabilir.

Gerçekten de, Çanakkale savaşları sırasında Gelibolu yarımadasının hemen her yerinde, kanlı çatışmalar olmuş, askerleriniz savaş hali olması nedeniyle, nerede şehit düştüler ise, oraya gömülmek/defnedilmek zorunda kalmışlardır.

Hele, büyük çatışmalar sonrası şehitlerimiz, çoğu kez, toplu gömülmek zorunda kalınmıştır.

Bu nedenle; buraya gelindiğinde, yere basarken bile hassas olunmalı, o güzel insanların ruhlarını rahatsız etmeyecek şekilde buralarda dolaşılmalıdır.

Çanakkale savaşlarının yapıldığı yıllardan bu yana, o topraklardan devamlı meçhul askerlerin naaşları çıkmakta, sanki ” Bizi unutmayın, bizim uğruna can verdiğimiz davayı unutmayın ” dercesine, arada bir bize görünerek, asli vazifelerimizi bizlere hatırlatmaktadırlar.

Zaten bu yüzden, buralara yeni yol veya herhangi yeni bir yapı yapılmasına karşıyım, çünkü, inanın toprağın her santimetre karesinin altında şehit naaşlarının bulunma olasılığı çok yüksek.

Gelibolu’ya ilk gittiğimde (muhtemelen 1981 yılı) bu söylenene inanmamış ve kitabelerin bulunduğu bölgede, elime bir çomak alıp, toprağı biraz eşelemiştim ki, inanın insan kemik parçaları çıktığını görünce ürperdim.

 

YABANCI ANITLAR-ŞEHİTLİKLER

Çanakkale Gelibolu Şehitlikler: Evet, bu gezi planını hazırlarken, yabancı şehitliklerine ait sizlere ayrıntılı bilgi-belge sunmak istemedim. Çünkü, her şeye rağmen, bizim için önemli olan, ülkemizin yabancılar tarafından işgal edilmesini önlemek adına, canını veren, binlerce aziz şehidimiz benim için önemli.

Gelibolu yarımadasında, 4 tanesi anıt olmak üzere, 32 tane yabancı mezarlığı var. Bu mezarlıklar ve anıtlar, yabancılara Lozan Barış Antlaşmasının 129’ncu maddesince tahsis edilmiş. İngilizler, Çanakkale savaşı ve Türk Devletinin kurtuluş savaşının bitiminden hemen sonra girişimlerde bulunmuşlar ve 3 yıl gibi kısa bir süre sonunda, Gelibolu topraklarındaki tüm anıt ve mezarlarını bitirmişler.

Örneğin; Helles Anıtı, 1926 yılında açılmış. Fransızlar ise; İngilizlerden tam 4 yıl sonra, yani 1930 yılında, Çanakkale’de toplu gömülen ölülerini tespit edip bir araya getirmişler ve bu karaya bir anıt ve mezarlık yaparak, altına defnetmişlerdir. Halbuki, o yıllarda, bize ait hiçbir anıt yoktu. Biz, Çanakkale şehitlerimizi, bundan tam 30 yıl sonra hatırlayacak ve ilk anıtımızı 1960 yılında açacağız.

Bölgeyi gezerken, yabancı şehitliklerini gördüğünüzde, o şehitliklerin imarı, tertip, düzen ve temizliğini sakın imrenmeyin, unutmayın ki, onlar tüm güçlerini kullanmalarına rağmen ve her türlü vahşete rağmen, burayı ele geçiremediler, bunun sıkıntısını asla içlerinden atamazlar.

Benim üzüldüğüm ve gördüğünüzde inanın sizi de üzecek olan şu; ” Asla ele geçiremedikleri, binlerce ölü vermelerine rağmen ele geçiremedikleri bazı yerlere, sonraki yıllarda şehitlik/anıt kurmalarına izin verilmesi ”

Yarımada yeteri kadar büyük, şehitlik/anıt kurabilecekleri birçok yer olmasına rağmen, bakıyorsunuz, büyük uğraşlar vererek ele geçiremedikleri bir kısım toprağımızın üstüne, şehitlik/anıt kurmuşlar ve şehitlerini gömmüşler, hani siz canlı iken ele geçiremediniz, bizi sizi ölünce işte o ele geçiremediğiniz yerlere gömdük, şehitlik kurduk, anıt kurduk.

Böyle mi demek istediler acaba?

Ayrıca; her yıl 25 Nisan tarihinde, yabancılar, yeteri kadar tören/ayin vs. yapıyorlar ve hatta günlerce öncesinden ülkemize geliyorlar ve 25 Nisan gününü kutlayıp gidiyorlar.

Şöyle ki; günümüzün Avustralya ve Yeni Zellanda ülkelerinden ( ki bu ülkeler, bizim ülkemize o kadar uzak ki, harita dahi yerini zor bulursunuz, o derece uzaktan geliyorlar) gelen insanlar (büyük çoğunluğu genç) 24 Nisan gecesi, Anzak Koyunun bulunduğu yerde geceliyorlar, gün aydınlanırken, yarı bellerine kadar denize girip, atalarının, çıkartma esnasında yaşadıklarını aynen yaşamaya çalışıyorlar.

Gerçekten; bunları bilelim, onlar kendi nesillerini bu şekilde yetiştiriyorlar, yani o kadar uzaklardan, Gelibolu yarımadasına, devlet imkanları ile getiriyorlar genç nesillerini.

Milli heyecanı yaşamalarını sağlamak için yarımadada her türlü imkanı yaratıyorlar.

Bizler ise, daha büyük kahramanlıklar göstermiş, daha da ötesinde ülkemizin kurtuluşunda büyük hizmetleri geçmiş, bu hizmeti kanları ile gerçekleştirmiş atalarımızın yattıkları bu toprakları belki de hayatımızda hiç görmedik, belki de bir kez gördük, belki de şu an ilk kez göreceğiz.

İnanın, kaçıncı kez geliyor olursanız olun, gördüklerinizden yine çok etkileneceksiniz.

Belki bazı şeyler size düzensiz gelebilir, örneğin: bir İngiliz mezarlık/anıtını görünce, aman ne temiz, aman ne düzenli, bizimkiler bakımsız demeyin, bu düşüncelerinizde mutlaka haklısınız, ama sonuçta, o muhteşem savaşı kazanan biz olduk, bu onur bize kat-kat yeter, orada çok büyük, çok gösterişli şehitlikler, mezarlar, anıtlar yapmak mümkün, ama kazanmanın verdiği onuru yaşamak bize daha çok yakışıyor, ya tersi olsaydı. Düşünün ya tersi olsaydı, düşünmek bile istemiyorum.

GEZİ PROGRAMI-PLANI

Çanakkale Gelibolu Şehitlikler: Bu programda, size, önce gidilecek yerin yol üzerinde tanımı/tarifi ve sonra ise, gidilen yerdeki anıt/mezar hakkında kısa kısa bilgiler vereceğim. Evet, Eceabat’tan yolculuğumuz başlıyor. Feribot limanının yanında uzanan sahil yolunu takip ediyoruz, karşımıza Milli Park Tanıtım Merkezi çıkar. 1987 yılında hizmete giren bu merkezde, bir müze var.

ECEABAT

Çanakkale Gelibolu Şehitlikler: Gelibolu yarımadasının uç bölümünde ve Çanakkale’nin tam karşısındaki koydadır. Bölgenin ilk yerleşimcileri Traklar’dır. Bölgede bugünkü Eceabat yerinde Madytos, şehre 4 km uzaklıkta Yalova köyünde Sestos, Kilitbahir köyünde Kynossema ve Bigalı kalesi yöresinde İdaion yerleşimleri kurulmuştur.

MÖ 461-404 yılları arasında Atina ve Sparta arasındaki Peloponnesos Savaşında, Atina merkez donanım üssü olarak kullanılan Sestos, daha sonra Sparta ve Atina arasında birkaç kere el değiştirmiştir.

MÖ 334 yılında ise, Büyük İskender’in hakimiyeti görülür. Roma  döneminde Sestos’un önemi azalırken, Madytos gelişmeye başlamıştır. Şehir, Hıristiyanlık ilk dönemlerinde önemli merkezlerden birisi haline gelir. Madytos adı zamanla Maydos’a dönüşür. Bu önemli şehir, Ortaçağ’da zamanla ortadan kalkarken, üzerinde bugünkü Eceabat kurulmuştur.

Buraya gelen ilk Türkler, Melik İshak Bey kuvvetleridir. Osmanlılar, 1354 yılında Rumeli’ye geçerken Ece Bey, Maydos’u almış ve adına uygun olarak şehre, Eceabat denilmiştir.

Yerleşme, Kanuni Sultan Süleyman döneminde merkezi Gelibolu olan Kaptan Paşa Eyaleti içinde kalmıştır. 1915 Çanakkale savaşı sırasında top atışlarıyla tamamen yıkılan Eceabat, sonra yeni baştan kurulmuştur.

Sestos

Antik Sestos şehri, Eceabat’a 4 km uzaklıktaki Yalova köyünde ve Akbaş Limanının güneyindedir. Burada yapılan arkeolojik kazılarda, Roma dönemine tarihlenen sikkeler, yazıtlar ve çanak-çömlek parçaları bulunmuştur.

Doğu Romalılardan kalma sarnıçlar hala kullanılmaktadır. Şehrin adı, tarihi süreçte ilk olarak Homeros’un destanlarında geçer.

Fatih Sultan Mehmet döneminde, Gelibolu Sancakbeyi Yakup Bey tarafından Kilitbahir Kalesi yaptırılırken, Sestos kalesinin taşları kullanılmıştır.

Milli Park Tanıtım Merkezi önünden ilerlemeye devam ediyoruz.

Çanakkale Gelibolu Şehitlikler: Önümüzde, yolun sağ tarafından, çam ağaçları ile kaplı bir tepe var. Burada, bir kitabe göreceğiz.

KİTABE

Çanakkale Gelibolu Şehitlikler: Kitabeyi ancak uzaktan görebileceğiz. 1962 yılında yapılmış. Kitabede:” Burada, Balkan ve Çanakkale Savaşlarında yaralanarak şehit düşen binlerce kahraman yatar ” yazılıdır.

Yolumuza devam ediyoruz. Bir askeri birlik var, yanından geçerken, birliğin hemen üzerindeki tepede, bir Mehmetçik silüeti ve ” Dur Yolcu ” şiiri, toprak zeminde, üzerine beyaz kireç dökülmüş taşlarla yazılmış, bunu göreceğiz. Şair Necmettin Onan’a ait bu dizeler, çok uzaklardan görülebilecek şekilde yazılmış.

Yolumuza devam ediyoruz ve bir kale bizleri karşılıyor. Kilitbahir kalesi.

KİLİTBAHİR KALESİ

Kilitbahir ya da Kilidülbahir Kalesi, Osmanlı yapımı kaleler içinde, mimari yönden tam bir başyapıttır. Kale, Fatih Sultan Mehmet döneminde, Gelibolu Sancakbeyi Yakup Beye tarafından yaptırılmıştır.

İsminde de anlaşılacağı üzere “denizin kilidi” anlamına gelmektedir. Tam bir strateji ve ileri görüşlülük harikasıdır. Kaleye, Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 3 katlı kubbeli bir yapı kulesi ile sur eklenmiştir.

Kale, I. Dünya savaşında, Türklerin önemli bir savunma üssü olmuştur. Savaş alanının biraz dışında kaldığı için, Seddülbahir kalesi kadar yıpranmamıştır. Kalenin iç kısmı, ücretli olarak ziyarete açıktır.

Kilitbahir kalesinden çıktıktan sonra, yolumuza devam ediyoruz. Sol tarafımızda, denize bakan kıyıya paralel olarak uzanan tabyalar ile karşılaşacağız. Bunlar: Namazgah Tabyaları. Az ileride ise, Sultan 2’nci Abdülhamit tarafından yaptırılan, Hamidiye Tabyaları var.

Savaş sırasında, askerlerin barınma, cephanelik vb. gibi ihtiyaçlarının karşılandığı, topların mevzilendiği bu tabyalar, diğerlerine göre daha sağlıklı durumda. Ama, bugün yine de restore edilmeye ihtiyaçları var.

Aynı istikamette, biraz ilerleyince, önce Seyit Onbaşı Anıtını göreceğiz. Anıtın hemen arkasında ise, yolun karşı tarafından bulunan küçük tepeye ağaç merdivenlerden çıktığımızda Mecidiye Tabyasını göreceğiz.

SEYİT ONBAŞI ANITI

Çanakkale Gelibolu Şehitlikler: Seyit Onbaşı, Mecidiye Tabyasında numaratör olarak görev yapmaktadır. 18 Mart günü, Fransız ve İngiliz gemileri boğaza girerek, birer tabyayı kendilerine hedef seçerler.

Mecidiye Tabyasının tam karşısında, Quin Elizabeth ve Ocean zırhlıları, tüm hızları ile, bu tabyanın başına ateş yağdırırlar.

Bu yoğun düşman ateşi altında, mukavemet etmeye çalışan Mecidiye Tabyasının 40 yiğidi, oradan oraya koşuşturmakta, ellerindeki topları en iyi ve hızlı şekilde kullanarak düşman donanmasına engel olmaya çalışmaktadırlar.

O sırada, bir top mermisi, Mecidiye Tabyasının ortasına düşer ve ortalık karışır. Seyit Onbaşı, baygınlık geçirip kendisine geldiğinde, Yüzbaşı Hilmi Bey ve arkadaşı Niğdeli Ali’den başkasını göremez. 14 şehit ve 24 yaralı. Seyit Onbaşı, hemen denize bakar.

Fransızların dev gemisi Ocean, çevreye ateş kusmaya devam etmektedir. Tabyada ise, yalnızca bir top sağlam kalmıştır. Sağlam topun yanına yaklaşır ve acı gerçeği görür, topun vinci kırılmıştır. Ama, inanç ve azmin elinden ne kurtulabilmiştir ki?

Koca Seyit, hemen arkada duran 275 kiloluk top mermilerinden birine yaklaşır ve mermiyi sırtına alır. Topun basamaklarından çıkarken, kemiklerinin çıtırtısı duyulur, mermiyi namluya sürer ve patlatır, isabet ettiremez. Aynı olay, 3 kere tekrarlanır. Üçüncü mermide, onların en büyük zırhlılarından Ocean zırhlısını, dümen kısmından vurur.

O anda, dümeninden vurulan zırhlı kendi etrafında dönmeye başlar. Çevresinde bulunan tüm düşman gemileri, onun etrafından kaçışırlar.

Bu sırada, bir gece önce Karanlık Limana dökülen 26 mayından biri Ocean zırhlısına çarpar ve zırhlı, büyük bir hızla, boğazın derin sularına gömülür.

Bu olay, sadece bir zırhlının batırılması değil, aynı zamanda, kendini yenilmez ve batırılmaz ilan eden ve dünyanın en büyük donanması ilan edilen bir birliğin, yüzüne vurulan sert bir tokattır.

Bu tarihten iki gün sonra, Mevki Komutanı Cevat Paşa, tabaya, neferleri kutlamaya gelir. Koca Seyit’in bu kahramanlığı kendisine anlatılır. Paşa, kendisine: ” Şu mermiyi bir kez daha kaldır, senin fotoğrafını çekelim, millete hatıra kalsın ” der.

Seyit Onbaşı, tüm denemelerine rağmen, mermiyi yerinden bile kıpırdatamaz.

Ama ;” Şu anda bu mermiyi yerinden oynatamadım. Ama aynı olayı tekrar yaşasam, yine aynı şekilde o mermiyi kaldırırım ” der. Evet, o fotoğraf çektirilir, ama merminin içi boşaltılarak.
Anıt aslına uygun değil, mermiyi kucağında göstermekte.

Gerçekte, Seyit Onbaşı mermiyi sırtına alarak kaldırmıştır.

MECİDİYE TABYASI

Çanakkale Gelibolu Şehitlikler: 18 Mart günü, deniz bombardımanları sırasında şehit düşen askerlerimizin mezarlarının bulunduğu yer. Yoğun bombardıman sonrası, burası harabeye dönüşmüş ve tabyadan pek bir şey kalmamış.

Evet, yeniden yola düşüyoruz. Asfalt yolu takip ederek ilerlemeye devam ediyoruz ve birkaç km. sonra, Havuzlar Şehitliği.

HAVUZLAR ŞEHİTLİĞİ

Çanakkale Gelibolu Şehitlikler: Burası, deniz kenarında, çınarların gölgesi altında, etrafı duvarlarla çevrili bir anıt. 1961 yılında yaptırılmış. Burada yatanlar: 21 Haziran 1915 tarihinde, Kerevizdere Mevkiinde yapılan savaşlarda şehit düşen 2 subay ve 8 erimiz. Çanakkale’de, birçok şehitlikte olduğu gibi, burada bulunan anıt da sembolik.

Bu anıt, sadece burada yatan 10 şehidimizi değil, buraya çok yakın olan Kerevizdere savaşlarında şehit edilen 5 bin civarındaki askerimizi temsil etmekte. Zaten, bir süre sonra, buraya Kerevizdere savaşlarının yapıldığı yerden, birçok şehit kemiği toplanarak getirilecek ve toplu olarak Havuzlar civarında defnedilecekler.

Ayrıca, bu şehitlik, bizlere, vatan savunması adına Anadolu’nun o yıllarda nasıl Çanakkale’ye taşındığını gösterir. Havuzlar şehitliğinde yatan bu on kişinin nereli olduklarına bakmak bile bu söylediklerimizi doğrulamaya yetecektir. (Selanik, Kırşehir, Ankara/Kalecik, Eskişehir, Bursa/İnegöl, Ankara, Konya, Çankırı) Kerevizdere mücadelelerinde kahramanlaşan ve yine burada şehit olan Yüzbaşı Kemal Bey’de burada yatmaktadır.

Yolumuza devam ediyoruz. Behramlı tabelasını takiben, biraz sonra, yolun sağ yanında, Yüzbaşı Kemal Beyin şehit olduğu Behramlı Köyüne ulaşıyoruz. Burada durmadan, yolumuza devam ediyor ve 15-20 dakika sonra Alçıtepe Köyüne ulaşıyoruz. Köyde; Salim Mutlu Savaş Anıları Müzesini mutlaka gezin ve bir süre dinlenin, ihtiyaç molası.

ALÇITEPE KÖYÜ

Eceabat merkeze 10 km uzaklıktaki bu bölge, tarihe, Kitre savaşları olarak geçen kanlı çarpışmaların odak noktasıdır. Bu savaşlarda, binlerce Mehmetçik şehit verilmiştir. Bu mevki, burada yaşayan köylülerin, çevreden topladıkları 10 bin civarındaki şehit kemiklerini bir araya getirerek gömdükleri yerdir.

Köyün eski adı; Kirte’dir. Savaş başlayınca, burası harabe haline gelmiştir. Atatürk; 1930 lu yıllarda, Balkanlardan gelen göçmenlerin bir kısmını buraya yerleştirerek, bölgeye yeniden hayat kazandırmıştır. Köylüler, o yıllardan sonra 1970’lere kadar, Çanakkale savaşı artıkları olan metal malzemeleri, tarlalardan toplamışlar, bunları hurdacılara satarak geçinmişlerdir.

Bugün bile, hala, bu köy civarındaki topraklardan, kurşun ve gülle çekirdekleri çıkabilmektedir. Çanakkale savaşlarında, bu bölgede, bir metrekareye 6000 mermi düştüğünü düşünürseniz, bu durum normal.

ALÇITEPE KÖYÜ-BAKKAL SALİM MUTLU SAVAŞ ANILARI MÜZESİ

Çanakkale Gelibolu Şehitlikler; Bu müze, Alçıtepe Köyünde yaşayan Salim Mutlu isimli vatandaşımız tarafından, kendi gayretleriyle kurulmuştur.

Kendine ait evin, bir kısmını müze olarak düzenlemiş. Onun bu gayretini gören yöre halkı da, yörede buldukları eşyaları buraya getirmişler ve zamanla müze büyümüş. Mutlaka görün, gayet güzel bir müzedir.

Müzenin koleksiyonundaki eşyalar arasında: kurşunla delinmiş bir tütün tabakası, bir matara, kopmuş bir asker düğmesi, dağılmış bir tespihten arta kalanlar gibi ilginç eşyalar bulunmaktadır.

Alçıtepe köyüne girdiğimiz yol, sağ tarafa, sargı yerini gösteren tabelayı takiben dönelim, doğru ilerlediğimizde az sonra, yolun solunda, köy mezarlığı ile karşılaşacağız. Mezarlığın yola bakan yanında bir anıt görünecek, Son Ok Anıtı.

SON OK ANITI

Çanakkale Gelibolu Şehitlikler; 25 Nisan tarihinde yapılan çıkartmada, düşmanın en önemli hedeflerinden birisi de, Alçıtepe’yi ele geçirmekti. Çünkü, bölgenin en yüksek tepelerinden birisi burasıydı. Bu bölgede yapılan Kitre savaşlarında, ilk seferinde 3000 şehit verdik. Daha sonra devam eden çatışmalarda 11 bin şehit verdik, yani toplam 14 bin şehit. Ama düşman yine de burayı ele geçiremedi.

Bu anıt; Kitre savaşlarında kaybettiğimiz şehitlerimiz için yapılmış. Çatışmalar sonucu başarılı olamayacağını anlayan ve çekilmeye başlayan düşmana, son kurşunun atıldığı yer burası. Bu nedenle, anıta, son ok ismi verilmiş. 3 metre yüksekliğindeki anıt, 1948 yılında, 7’nci Tümen Komutanlığı tarafından yaptırılmış.

Son Ok Anıtından sonra, aynı yoldan deniz istikametinde batıya devam ederek, yaklaşık 2 km. sonra Sargı Yeri Şehitliğine ulaşıyoruz.

SARGI YERİ ŞEHİTLİĞİ

Çanakkale savaşlarının en büyük hastane yeri burası. Gözden çok uzak ve kuytu bir vadide kurulmuş. Bu konumu ile o kadar büyümüş ki, düşman askerlerinin de yaralarının tedavisinde kullanılan bir hoşgörü hastanesi haline gelmiş.

Bir seferde; 40-50 bin hastanın barındığı bu büyük hastane, adından dolayı ufak-tefek çiziklerin sarıldığı bir hastane gibi algılanmasın. Hastaneye getirilen yaralıların durumları o kadar ağırdı ki, anlatmaya yürek dayanmaz.

Ama kalleş düşman, burada da yapacağını yapmış. Ortaçağ tarihinde alışık olduğumuz vahşi yüzünü gene göstermiş. Çanakkale savaşlarında düşmana ait hiçbir hastane gemisine bir tek Türk kurşunu dahi atılmaz iken, buraya, kendileri tarafından acımasızca saldırılmış. 28 Haziran 1915 tarihinde, bir düşman zırhlısı tarafından, uzun menzilli topları ile yapılan bir gece saldırısında, bir gecede, 18 bin yaralı-hasta Mehmetçiğimiz burada şehit edilmiş.

Lütfen düşünün, tonlarca mermi, belki parmağını bile kıpırdatamayacak binlerce aziz askerin başına düşmekte.

Hiçbirinin, kaçacak ya da kendisini bir şekilde savunacak gücü/kuvveti yok. Öylece, ölümü bekler gibiydiler.

Zaten kısa sürede, bu daracık vadi ateşler içinde kaldı ve zavallı Mehmetçiklerimiz alev alev yandı. Bu unutulmaz vahşetin sabahında vadiye gelenler, binlerce yanık insan cesediyle karşılaştılar. Bir gecede, 18 bin askerimizi kaybettik.

Buyurun, medeni batı insanının vahşiliğine. Evet, burası Çanakkale’nin belki de en dokunaklı yeri. Bu kadar çok sayıdaki şehit, ne yazık ki, bu dar arazide toplu olarak gömülmek zorunda kalındı.

Bu nedenle, burayı gezerken, ayağınızın bastığı yeri bilerek gezin, çok önemli. Buraya; 1947 yılında, genel bir şekil verildi ve 1995 yılında ise Kültür Bakanlığı tarafından, bugünkü haline getirildi. Burada, bir anıt göreceksiniz.

Bir Mehmetçik, o geceki bombalama esnasında, yaralı arkadaşını korur halde. Anıtın hemen yanında bir selvi ağacı var, dikkat edin, bu selvi ağacının gövdesi, adeta burulmuş bir vaziyette. Bu haliyle, sanki bir gecede şehit edilen 18 bin askerin acılarını hatırlamakta ve onların bu sıkıntılı durumunu dile getirmekte.

Sargı yerinden çıkıyor ve ilerlemeye devam ediyoruz. Sola doğru biraz ilerlediğimizde, Nuri Yamut Anıtı ile karşılaşacağız.

NURİ YAMUT ANITI

Bu anıt, Çanakkale Milli Parkı içinde, özel teşebbüs tarafından yapılan ilk anıttır. 1943 yılında, Gelibolu’da, 2’nci Kolordu Komutanlığına atanan, Nuri Yamut Paşa, Çanakkale savaş cephelerini gezerken, bu bölgeye gelmiş ve sırtların tamamen şehit kemikleriyle kaplı olduğunu görünce, onların böylece açıkta kalmalarına gönlü razı olmamış, buraya şehitlik yaptırmış.

Anıt yapıldıktan sonra, şehitlerimizin kemikleri toplanmış, ardından topluca buraya defnedilmişlerdir. Kemiklerin toplanmasından sonra, yapılan tespitlere göre, buraya 10 bin civarında insana ait kemikler gömülmüştür.

Paşa, 8 metre yüksekliğindeki, taş yapı olan bu anıtı yaptırırken, masrafların karşılanması için kendi özel mülkü olan İstanbul’daki iki evini satmak zorunda kalmıştır.

Evet, Nuri Yamut Paşa anıtını gördükten sonra, geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz. Nereye kadar? Alçıtepe Köyüne kadar. Alçıtepe köyünden ilerliyoruz, ileride yol çatallaşıyor. Sol yan, Morto Koyu ve Şehitler Abidesine giderken, sağ yan ise, Seddülbahir köyü ve Yahya Çavuş Anıtına gider. Sağ tarafa devam ediyoruz. Az sonra Seddülbahir köyü.

SEDDÜLBAHİR KÖYÜ

Köy tarihi bir kimliği sahip. Osmanlı Padişahı 4’ncü Mehmet döneminden kalma bir kale ve İlk Şehitler Anıtı var. Bu anıta gitmek için, köyün içinden ilerlerken, ortasında çeşme olan bir meydanda, yol yine çatallaşıyor, buradan sola sapıyoruz, az ileride ilk şehitler anıtı.

İLK ŞEHİTLER ANITI

Onlar, 1’nci Dünya Savaşındaki ilk şehitlerimiz. 3 Kasım 1914 tarihinde, İtilaf Devletleri, 6 savaş gemisiyle birlikte Çanakkale boğazının girişine gelerek, top atışlarına başlarlar. Bu top mermilerinden bir tanesi, askeri cephaneliğe isabet eder.

Ateş alan cephanelik patlar ve cephaneliğin yan tarafındaki sığınakta bulunan 5 subay ile 81 erimiz şehit olurlar. Daha savaşın başlangıcında, her şeyden habersiz olarak hayata gözlerini yuman bu vatan bekçileri için bu anıt yaptırılmış. Anıtın yanındaki cami de tarihi özellikleri olan bir yer.

SEDDÜLBAHİR KALESİ

” Bahir ” Arapçada, deniz anlamına gelir. Kaleye, bu adın verilmesi de, deniz yolunda sed olması anlamında düşünülmüş. Yani, Seddülbahir kalesi, boğazdan yabancı gemilerin geçmemesi için bir nevi set olarak inşa edilmiş.

Ne zaman? Osmanlı Padişahı 4’ncü Mehmet’in küçük yaşta tahta bulunduğu sırada. Venedikliler, Çanakkale boğazını ablukaya alırlar, bunun üzerine, 1659 yılında, Sultanın annesi Hatice Turhan Sultan tarafından, bu kale yaptırılır.

Bu nedenle, kaleye ” Kaleyi Sultaniye ” adı da verilir. Kale; 1’nci Dünya Savaşında, büyük faydalar sağlamıştır. Askerlerimizin barınması, cephane muhafazası vb. gibi hususlarda bir çok kez kullanılmıştır.

25 Nisan Ertuğrul Koyu çıkartmasında, İngilizler, bu kaleyi ele geçirmek için çok uğraşmışlar ve kale içerisinde kanlı çatışmalar olmuş. Kale, bu çatışmalar sırasında taraflar arasında defalarca el değiştirmiş, bunun sonucunda da, büyük hasar görmüştür.

EZİNELİ YAHYA ÇAVUŞ ANITI

Hakim bir tepe üzerinde. Tepeden, Ertuğrul Koyu kuş bakışı görülebiliyor. Tam karşıda Seddülbahir kalesi var. Hatta, dikkatli bakıldığında, kalenin yanındaki, İlk Şehitler Anıtını bile görmek mümkün.

Burası; 25 Nisan sabahı, düşman askerlerinin çıkartma yaptıkları, önemli yerlerden biri. 26’ncı Alaya bağlı 10’ncu Takımın askerleri, burada, düşmanın büyük kuvvetlerini, iki gün boyunca tutarak, bir destan yazmışlar.

Öyle bir destan ki; o akşam uçaklardan biri, Ertuğrul Koyu ile ilgili verdiği raporda, bu koyun kıyıdan 50 m. içeriye kadar, bir ” kan gölü ” haline geldiğini söylemiş. Ertesi günü, çatışmalar iyice şiddetlenir. 3000 düşman askerine karşı, yalnızca 67 Türk kahramanı.

Zaten, düşman askerleri, iki gündür kendilerine dur diyen bu birliğin, en azından bir Tümen olduğunu sanıyorlardı. Alçıtepeyi ele geçirdiklerinde ise, gördüler ki, karşılarında yalnızca 62 kahraman Türk şehidi var.

Sonra, geri çekilmiş olan Yahya Çavuş ve 4 arkadaşının da çarpışa çarpışa şehit olması ile, tüm gücün 67 kişiden oluştuğunu öğrendiklerinde şok oldular. İşte, 66 arkadaşı ile Yahya Çavuşun çarpışarak şehit düştüğü yer burası.

Buradaki anıt, 1962 yılında yapılmış. 1933 yılında, Kültür Bakanlığı tarafından yeniden dizayn edilmiş.

Burada ayrıca, ayakta kalmayı başarabilmiş birkaç tabya var. Özellikle, Almanlardan almış olduğumuz bir görkemli topun, sadece namlu kısmı görülebilir.

İlk Şehitler Anıtından, Seddülbahir Köyünü geride bırakıp, Alçıtepe Köyü istikametinde, kuzeye doğru geri dönüyoruz. Yolda ilerlerken, sağa dönüyoruz. Morto Koyu.

MORTO KOYU

Eski Hisarlık Tepesine doğru bir kavis çizen bu koy, 25 Nisan kara çıkartmasında, Fransız askerleri tarafından işgal edilmiş. Burada, o kadar çok ölü bırakmışlar ki, koya, Morto ( Fransızca bu kelimenin anlamı, Ölü ) adını vermek zorunda kalmışlar. Koy üzerinde biriken ve neredeyse tepeler oluşturan insan cesetleri.

Bu ölülerin meydana getirdiği feci manzara, burayı tam bir ölü koyu haline getirmiş. Morto Koyunu dikkatli gezin, suyun içerisinde, hala, eriyik halinde, maden parçaları görebilirsiniz. Burada; plaj var, biraz mola vermek ve dinlenmek mümkün.

Burada, birde Fransız Anıtı var. Burada ölen 2236 Fransız askerinin isimleri yazılı. Bu isimlerin üzerinde ise ” Fransa için Öldüler ” ibaresi yazılmış. Anlamak mümkün değil.

Sanki; ” Fransa’yı düşman işgalinden kurtarırken öldüler ” der gibi, anlamsız bir cümle. Fransa adına bir ülkeyi işgal etmeye çalışırken ölenlere verilen anlam.

Evet, Morto Koyundan sonra, yolumuza devam ettiğimizde, birkaç viraj sonrasında, Çanakkale Abidesi bizi karşılayacak. Zaten, çok uzaklardan görünüyor, yaklaştıkça büyüyor.

ÇANAKKALE ŞEHİTLER ABİDESİ

1944 yılında açılan bir proje yarışmasında: Doğan Erginbaş ve İsmail Utkular’ın projeleri yarışmayı kazanır. Bu projeler, abideleşecektir. Abidenin yeri olarak ise, Seddülbahir Köyü yakınlarındaki eski Hisarlık Tepesi seçilir.

Böylece hem karadan ve hem de denizden tüm haşmetiyle kendisini gösterecek olan anıt, tüm bakanlara Çanakkale’nin geçilmezliğini hatırlatacaktır.

Abidenin yapımına, 1954 yılında başlanır. İşi alan mütahitler, nedense, anıtı bir türlü bitiremezler. İşi bırakanlar olur, yeniden devir alanlar ise işi sürüncemede bırakırlar. Yapılan araştırmalarda, inşaatta yolsuzlukların yapıldığı görülür.

Düşünün, lütfen düşünün rezilliği. Tarihine yabancı, milli değerlerinden yoksun yetişen insanlar, onlar için bu vatanda şehit olan atalarının adına yapılan bir abideden çalmaya utanmıyorlar. Böylece, abide, temellerinden yeni yükselmiş haliyle kalakalır. Dört yıl böyle geçer.

O sıralarda, bir gazete köşe yazarı, Çanakkale Şehitler Abidesinin içler acısı durumunu yazar. Bu yazıdan sonra, gazete tarafından halka çağrı yapılarak, abidenin yapılması için farklı bir kampanya hazırlanır.

Ama, yakın zamanda, başka bir konuda yapılan bir kampanyaya halkın katılımı istenen seviyede olmamıştır. Bu nedenle; gazete, başta bu kampanyaya da soğuk bakar. Ama, gözden kaçırdıkları bir şey vardır.

Ortada söz konusu olan Çanakkale Şehitleri Abidesidir. Unutulan konu, bu halkın tarihine ve atasına olan düşkünlüğüdür. Bu insanlar, evlatlarını bile çekinmeden vermişlerdi. Bugün, Çanakkale denince, nelerini vermezlerdi ki?

Kampanya başladı, halka duyumlar yapıldı. Abidenin yapımı için ihtiyaç duyulan 900 TL. iken, halktan, tamı tamamına 3 milyon TL. yardım toplandı. İşte bu destanı da yazan Anadolu halkı idi. Dün evladını veren, bugün evladının destanını abideleştirme adına parasını mı sakınacaktı?

Elbette, hayır. Böylece, 1960 yılında, Çanakkale Şehitlerimize yakışır bir abide yapılmış oldu. 39 metre 75 cm. yüksekliğindeki abidenin, bir ayağında, yukarı çıkan asansör sistemi bulunmakta.

SAVAŞ ESİRLERİ MÜZESİ

Abidenin hemen altında. Çanakkale savaş hatıralarının sergilendiği bir müze. 1971 yılında açılmış. Yabancı askerlerin üzerlerinden çıkan çeşitli materyaller ve bazı özel parçalar sergileniyor.

ABİDE ŞEHİTLİĞİ

1992 yılında Kültür Bakanlığı tarafından, Abidenin hemen yanına yaptırılmış, 600 şehidimizin isimleri ile temsili mezarları var. Düzenleme bakımından, gayet etkileyici.

Çanakkale şehitler abidesini de gördükten sonra; Gelibolu yarımadasının Ege Denizi boyunca uzanan kıyısından, kuzeye doğru yol alacağız. Abideden geri dönüyoruz. Motro Koyu kavisine kadar, oradan kuzeye devam ediyoruz.

Biraz sonra, yol Yahya Çavuş Anıtı ve Alçıtepe Köyü yönünde ikiye ayrılıyor. Biz; Alçıtepe köyünün bulunduğu sağ yana sapıyoruz. Köyün içinden geçip, Eceabat yönünden köyden çıkıyoruz.

Yaklaşık 5 dakika sonra, sol yana doğru ikinci bir yol ayrılıyor. Buradan, sol yana dönüp, Saroz Körfezine doğru uzanan yola giriyoruz. Uzunca bir süre (yaklaşık 20-25 dakika) bu yol üzerinde ilerledikten sonra, yol bir kez daha çatallaşıyor. Sol tarafa gideceğiz.

Anzak Koyu ve Anafartalar’a giden yolu takip edeceğiz. Biraz ileride, yol, Anzak koyu ve Anafartalar-Conkbayırı olarak ayrılır. Anzak koyu yönüne sapıyoruz ve kıyı boyunca 3 km. ilerliyoruz.

Az sonra, yolun sol tarafında, buranın Anzak Koyu olduğunu gösteren taş levha ile karşılaşıyoruz. Evet, şimdiki durağımız Anzak Koyu.

ANZAK KOYU

Anzak koyu taş levhası ile karşılaştığımızda, aracımızdan inip, kıyıya yürüyoruz ve Anzak mezarlığı ile karşılaşıyoruz. Sahilden, karşı sırtlara bakarsanız, Anzakların ne kadar yanlış bir yere çıkartma yaptıklarını göreceksiniz.

Bu yarlar, alabildiğine sarp. Özellikle: bir kaya çıkıntısı ( tam ufka silüeti düşen kaya) var, bu bölgeye gelmeden önce Mısır’da eğitim yapan Anzak askerleri, bu kaya çıkıntısını Mısır’da bulunan ” Sfenks ” heykeline benzetirlermiş. Sfenks heykeli, Mısır mitolojisinde, koruyucu statüsündedir.

Anzak askerleri, bu sfenks heykelinin, Türkleri koruduğunu düşünürlermiş. Buradaki mezarlık içinde, üç tane mezarın diğerlerinden farklı bir yöne uzandığını göreceksiniz. Bu mezarların taşlarını dikkatle okuyun, bunlar Hintli Müslümanlara ait mezarlar ve kıbleye dönük olarak yerleştirilmişler.

Anzak koyundan çıkarak, yola devam ediyoruz. Birkaç kilometre sonra önümüze gelen çataldan, sola dönüp biraz ileride yeniden sağa sapıyoruz ve şehitliklerle karşılaşıyoruz. Burada, üzerinde, yazıtların bulunduğu büyük beton bloklar var.

Dikkat ederseniz, bu beton bloklar, yere tek bir ayak üzerine yerleştirilmiş, çünkü, toprakta o kadar çok şehit naaşı var ki, en ufak bir kazma darbesi bile vurulmak istenmiyor.

YUSUFCUKTEPE-MESTANTEPE-İSMAİLOĞLU TEPE-KİREÇTEPE YAZITLARI

Burada, beş tane şehitlik ve kitabe var. Üzerlerindeki yazıları okuyup, bölgede gezebilirsiniz. Bu yazıtların hemen yanında, Kireçtepe Şehitliğini de göreceksiniz. Yanında kitabe var. Ayrıca, Kireçtepe şehitler anıtı var.

Hemen kitabenin yanında, Atatürk tarafından yaptırıldığı sanılan, top mermilerinin üst üste konması ile inşa edilmiş.

Evet, yazıtların bulunduğu yerden ayrılıyoruz. Geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz, az önce geçtiğimiz Anafartalar ve Conkbayırı’na giden yol ayrımına yeniden geliyoruz. Buradan Anafartalar yönüne sapıyoruz. Az sonra, yolumuzun sağ tarafında, ilginç bir heykel göreceğiz. Mehmetçiğe Saygı Anıtı.

MEHMETÇİĞE SAYGI ANITI

Bu kompozisyonda; bir Mehmetçik, yabancı bir askeri kucaklamış vaziyette.

Çanakkale savaşında, Üsteğmen olarak görev yapan ve Avustralya Genel Valisi olduktan sonra, 1940 yılında ülkemizi ziyaret eden Lord Casey’in bizzat şahit olduğu ve anlattığı bir olay üzerine, bu anıt yapılarak, buraya dikilmiş.

Lord Casey tarafından anlatılan anı şöyle: ” Conkbayırı’nda korkunç siper savaşları olmakta. Siperler arasındaki mesafe 10 metreye kadar inmiş. Süngü hücumundan sonra savaşa ara verilir.

Askerler siperlere çekilir. İki siper arasındaki açıklıkta; ağır yaralı ve bacağı kopmak üzere olan bir İngiliz Yüzbaşısı, avazı çıktığı kadar bağırır, ağlar, çırpınır, ” kurtarın beni diye ” yalvarır. Ama, siperlerden hiçbir kimse çıkıp ona yardım edemez. Çünkü, en küçük bir kıpırdanmada, yüzlerce kurşun yağmaktadır. Bu sırada, akıl almaz bir olay olur. Türk siperlerinden, beyaz bir iç çamaşırı sallanır. Arkasından, aslan yapılı bir Türk askeri, silahsız olarak siperden çıkar.

Herkes donup kalır. Asker, yavaş adımlar ile yürür, siperdekiler ise kendisine nişan alıp beklerler. Asker, yaralı İngiliz subayını kucaklar, kolunu omuzuna atar ve onların siperlerine doğru yürümeye başlar. Siperlerin önüne gelince, yaralıyı yere bırakıp, geldiği gibi, kendi siperlerine döner.” “Kendisine teşekkür bile edemedik, günlerce bu cesareti, güzelliği ve insan sevgisini konuştuk” der, Lord.

Bunları dinleyince, Sargı yerinde, bir gecede 18 bin askerimizi vahşice katleden top atışlarını yapan düşman askerleri geliyor aklıma. Yalnızca, bizim mi insan sevgimiz var?

Yolumuza devam ediyoruz. Az sonra, bir rampayı tırmandığımızda, yolumuzun sağ tarafında bir kitabe ile karşılaşıyoruz. Kanlısırt Kitabesi.

KANLISIRT KİTABESİ

Buradaki çarpışmalarda akan kanlardan, toprak kıpkırmızı olmuş. Bu nedenle de, buraya bu isim verilmiş. Üzerindeki yazılarda, burada meydana gelenler anlatılmakta.

Aynı yol üzerinde devam ediyoruz. Solumuzda 57’nci Alay Şehitliği.

57 NCİ ALAY ŞEHİTLİĞİ

25 Nisan kara çıkartmasında, düşman kuvvetleri hızla ilerlemektedir. Özellikle, Anzak koyundan çıkartma yapan düşman, burada gerekli tedbirleri almayan kuvvetlerimiz üzerine baskın bir konuma gelmiştir. 10 bin civarında Anzak kuvvetine karşı, 2 bin Mehmetçik mücadele vermektedir.

Kocaçimen tepesinde bulunan Atatürk, düşmanın harekatını daha iyi gözlemek adına Abdal bayırına doğru atını sürer. O sırada, düşmanın önünden çekilen askerlerimizle karşılaşır. Onları durdurarak, niye çekildiklerini sorar. 261 rakımlı tepede düşmanın çok etkili olduğundan ve cephanelerinin kalmadığından söz ederler.

Atatürk, onlara; ” cephaneniz yoksa süngünüz de mi yok? ” diyerek süngü taktırır ve yere yatırtır. Onlara yerlerinden ayrılmamalarını öğütlerken, kendilerine hemen yardımcı kuvvetler göndereceğini söyler.

57’nci Alay kuvvetlerini, bu düşman birlikleri üzerine sevk eden Atatürk, onlara; ” Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum. Bizler ölünceye kadar geçecek sürede, yerlerimize başka kuvvetler ve komutanlar geçecektir ” der.

Bu emir sonrasında, düşmana taarruz eden 57’nci Alay, son askerine kadar şehit olur. Mehmetçik, Çanakkale savaşlarında, en çok kanı, burada akıtmıştır. Atatürk’ün göğsüne bir şarapnel parçasının çarpma olayı da, işte tam burada gerçekleşir.

57’nci Alay, Çanakkale kahramanlık destanının bir örneğidir adeta. Alay Komutanı Hüseyin Avni Paşadan, onun yerine geçen Ali Hayri Beye ve kumanda heyetindeki en küçük rütbeli askere kadar, hepsi şehit olmuşlardır.

Şehitlik, 12 Aralık 1992 tarihinde açılır. Bir tek eri bile hayatta kalmayan Alayın, bu kahraman askerleri için yaptırılan anıtta, 3 katlı kule var. Savaştan sonra, tam bu bölgede, bir toplu mezar açıldığında: iki askerin, birbirine sarılmış olarak öldükleri görülür.

Yapılan kimlik tespiti sonunda, bunlardan birinin 57’nci Alaydan Üsteğmen Mustafa Asım, diğerinin ise Yüzbaşı Woiters olduğu anlaşılır. Onların bu durumunu hiç bozmadan, ikisi birlikte, yine aynı yere gömülürler.

57’nci Alay Şehitliği de, bu nedenle, bu bölgeye inşa edilir. Üsteğmen Mustafa Asım ve Yüzbaşı Woiters’in gömüldükleri yer ise, 57’nci Alay Şehitliği Kulesinin hemen önüdür. İşin ilginç başka bir yanı daha var.

1993 yılında, Kültür Bakanlığı bu iki düşman askerinin ailelerini bularak buraya getirir. Bu aileler, herkesin gözü önünde, sarılmış ve dünyaya dostluk mesajları vermişlerdir. Şehitliğin tam karşısında dev bir Mehmetçik heykeli var.

EN YAŞLI GAZİ HÜSEYİN KAÇMAZ ANITI

Çanakkale Gelibolu Şehitlikler: 12 Aralık 1992 günü, 57’nci Alay Şehitliğinin açılış törenine, hayattaki en yaşlı Çanakkale Gazisi olan Hüseyin Kaçmaz da davet edilir.

Bu açılışa gelen gazinin, yanındaki torunu ile oluşturduğu tablo, Çanakkale’de savaşan bir fedakar nesil ile günümüz neslini bir arada göstermesi bakımından çok anlamlı bulunmuş ve bunun üzerine bu anıt hazırlanarak, yerine dikilmiştir.

Şehitliğin hemen sağ tarafında. Bir elinde bastonu, diğer eliyle bir kız çocuğunu tutuyor. Bu kişi, en yaşlı gazimiz olan Hüseyin Kaçmaz. Kendisi, Balkan Savaşlarına katılıp esir düşmüş ve tüm tırnakları, Sırplar tarafından sökülmüş.

Daha sonra Çanakkale savaşına katılmış. Conkbayırı mücadelelerinde yaralanmış ve daha sonra da Kurtuluş Savaşına katılmış. Zonguldak Ereğlili olan ve İstiklal Madalyası sahibi Hüseyin Kaçmaz, 1994 yılında vefat etmiştir.

MEHMET ÇAVUŞ ANITI

Çanakkale Gelibolu Şehitlikler: Alay şehitliğinden, 200 metre ilerde. Asfalt yolun soluna doğru ayrılan bir yol var.

Tabela Mehmet Çavuş Anıtını gösteriyor. İçeriye doğru yürüdüğünüzde, 50 m. kadar sonra, 2 metre yüksekliğindeki bu anıtı göreceksiniz. 25 Nisan kara çıkartmasında, Anzak koyundan hareket eden birliklerin bir hedefi de Alçıtepeyi ele geçirmekti. Bölgeye hakim olan bu tepeyi ele geçirirlerse, bölgeye kısa sürede hakim olmayı hedefliyorlardı.

28 Nisan günü, toplu halde Kirte deresine doğru saldırıya geçerler. Bu saldırılar askerlerimiz tarafından püskürtülür ama zayiatımız 3 bin kişidir. Yine saldırırlar, çatışmalar çok şiddetli geçer, mermileri biten askerlerimiz, ellerine ne geçirirlerse, düşmanın üzerine öyle yürürler.

Kimisi kazma, kimisi kürek kimi de taş ve sopa ile düşmana saldırırlar. 2’nci Kitre savaşı denen bu çatışmalarda, 5 bin askerimizi kaybediyoruz ama bir adım bile gerilemiyoruz.

Bu kahramanlığı cephede duymayan kalmaz. Hatta, burada, kurşunu bittiği için eline geçirdiği taşlarla destan yazan bir Mehmet Çavuş vardır ki, Atatürk bile kendisinden övünçle söz eder. 1 Eylül 1928 tarihinde, harp sahasını gezen Atatürk, buralarda şehitlerimize yakışır bir anıt yapılmasını ister.

Bunun üzerine, 10’ncu Jandarma Er Okulu, düşmanın hiçbir zaman ele geçirmeyi başaramadığı Cesarettepe’de, bu anıtı inşa eder.

Yapılan bu anıt, zamanla Mehmet Çavuş adıyla anılmaya başlanır ve onun adını alır. Anıta bu ismin verilmesinin bir diğer sebebi de; Çanakkale’de, savaşlardan yıllarca sonra, bir tarlada bulunan ve hiç çürümemiş olan ve künyesinde Mehmet yazan, daha sonrada buraya gömülen bir şehidimiz olabilir.

Aynı yoldan, kuzeye doğru devam ediyoruz. Conkbayırı ve Atatürk Anıtı bizi karşılayacak. Bundan başka, hiçbir anlamı olmadan buraya konulan bir Anzak anıtı da var burada. Anzaklar asla burayı ele geçiremediler ki, anıtın ne işi var, daha aşağılarda yapılabilirdi.

CONKBAYIRI

Çanakkale Gelibolu Şehitlikler: Çanakkale savaşlarının en kaplı cephelerinden biri. Düşman, almak için çok uğraşmış. Stratejik bir nokta. 25 Nisandan itibaren, düşmanın buraya yaptığı acımasız saldırılar, tam 9 Ağustos gününe kadar sürmüş.

Bu tarihte, Conkbayırı hattında durdurulan düşman, bir daha ilerleme fırsatı elde edememiş. Conkbayırı sırtlarında meydana gelen çatışmalardaki kaybımız 9200. Düşmanın kaybı ise, 12 bin. Burada; siperleri görebilirsiniz.

ATATÜRK ZAFER ANITI

Çanakkale Gelibolu Şehitlikler:  sırtlarının kuzey bölümünde. Mutlaka uğramanız gereken bir yer. Tam zirvede, elinde kırbacı, başında kalpağı ile Atatürk heykeli var. Heykelin yanında, üst üste yığılı gülleler göreceksiniz.

İşte, tam burası, Türk tarihinin dönüm noktasının yaşandığı yer, Atatürk’ün göğsüne şarapnel parçasının çarptığı yer. Bu şarapnel parçası, Atatürk’ün saatine çarparak onu parçalamış.

Atatürk, daha sonra bu saati, hatıra olarak Alman Liman Paşa’ya vermiş. Liman Paşa da, karşılık olarak, kendi saatini Atatürk’ e verir. Liman Paşa’nın verdiği bu saat, bugün, Anıtkabir’de sergilenmektedir. Atatürk’ün hayatta kalmasına vesile olan saat ise, Almanya’da sergilenmektedir.

Conkbayırı ve civarında gezdikten sonra, geldiğimiz yoldan yani güneye devam ederek, geri dönüyoruz. Kabatepe yol ayrımına geliyoruz. Bu yol, bizi, aynı zamanda İstanbul ve Eceabat’a giden yol sapağına kadar götürecek. Muhtemelen 5 dakika sonra, Kabatepe Tanıtma Merkezine varıyoruz.

KABATEPE TANITMA MERKEZİ

Çanakkale Gelibolu Şehitlikler: Güzel bir mimarisi var. Mutlaka uğrayın, gezin. İçindeki müzede: bazı silahlar, haritalar sergilenmekte. Ayrıca; havada çarpışan mermiler, birbirinin içine girmiş mermi çekirdekleri, üzerinde mermi deliği bulunan kafatası göreceksiniz. Yapı önünde bulunan isimsiz asker anıtı da ilgi çekici.

Kabatepe Tanıtma Merkezinden ileriye, İstanbul’u gösteren tabelaya doğru ilerleyin. Yaklaşık 5 dakika sonra, yol deniz kıyısından, ikinci kez ayrılır. Sağa dönerseniz, 5 km. sonra Eceabat’a varacaksınız. Sonra feribot ile Çanakkale. Sola dönerseniz, yol İstanbul’a kadar gitmekte, yol üstünde Gelibolu’dan geçilecek.

Evet, bölgeden ayrılma durumunda, Gelibolu yolunu kullanacak iseniz: Gelibolu’ya gelmeden önce, yolun deniz kıyısında bir şehitlik daha var. Akbaş Şehitliği. Akbaş Şehitliğini sakın atlamayın. Buraya gelen birçok ziyaretçinin ne yazık ki bilmediği ve bu yüzden ziyaret edemediği bir yer burası. Özelliği ise: 200 civarında Mehmetçiğin, elbiseleriyle birlikte burada yatıyor olmaları.

Akbaş Şehitliğinin hemen karşısında bulunan Akbaş İskelesi, Çanakkale savaşlarında yaralananların İstanbul’a sevki için kullanılan bir üs konumunda idi. Buraya zaman zaman yaralılar getirilir ve buradan da hastane gemileri vasıtası ile İstanbul’a taşınırlardı.

İşte, bu Akbaş Şehitliğinde yatan askerlerimiz de, buradan İstanbul’a gitmek üzere hastane gemisine bindirildiklerinde, düşman gemileri tarafından gemi bombalanmış ve bu yaralı askerlerimiz, o şekilde şehit olmuşlar ve elbiseleriyle birlikte buraya gömülmüşlerdir.

İşte, dönüş yolunda, yine sizi düşüncelere sevk edecek, gerek savaşların ve gerekse düşmanların ne kadar vahşi oldukları ve olabilecekleri konusunda, büyük bir örnek.

İyi yolculuklar, gördüklerinizi düşünün, yakınlarınıza anlatın, görmediler ise, onlarda gelip, buraları görsünler, yaşananları hissetmeye çalışsınlar.

Gelibolu tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

Eceabat tanıtımı ve Çanakkale savaşı ile ilgili gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

Çanakkale tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

Truva tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

Çanakkale Asos Behramkale

Çanakkale Asos Behramkale

Asos: daha çok İstanbul ve yakın çevresinden ziyaretçileri yoğun olan bir yer. Burada: sizi, sessiz bir ortam, harika tarihi güzellikler, deniz bekliyor. Deniz deyince, Asos merkezde, denize girme imkanı yok, yakın çevredeki otel ve pansiyonların önünden girilebilir ama yine de, buranın denizi, soğuk, yani Asos’a giderken, tamamen denize girme özlemi ile gitmemek gerek.

Ben: son olarak, Asos-Behramkale bölgesine, Temmuz 2018 tarihinde gittim ve bu gezideki güncel notlarımı, buradaki yazıda sizlerle paylaşıyorum. Öncelikle şunu bilmek gerekir: yörenin eski ismi “Asos” iken, yeni ismi Behramkale’dir. Yani, ayrı bir Asos veya ayrı bir Behramkale aramamak gerekir.

Çanakkale Asos Behramkale

 

ULAŞIM

Çanakkale’den çıkıp, İzmir yolunu takiben güneye inerken, yaklaşık 1 saat sonra, Assos-Behram Kalesi tabelasını göreceksiniz, sonra tabelanın gösterdiği yoldan yaklaşık 20-25 dakika ilerledikten sonra, Asos’a varacaksınız.

Ayrıca; Balıkesir-Edremit ve batıya giden yolu takiben, Akçay-Küçükkuyu üzerinden de, Asos- Behram Kalesine ulaşabilirsiniz. İstanbul’a toplam 380 km. ve İzmir’e ise 290 km. uzaklıkta.  Akçay yöresinden, buraya ulaşmak isterseniz belli bir süre sonra ana kara yolundan ayrılarak, ara yollara girmeniz gerekiyor, ama sonuç olarak yol çok sıkıntılı değil.

Çanakkale Asos Behramkale

 

TARİHİ SÜREÇ

Ünlü Coğrafyacı Strabon’a göre; Assos, MÖ.2 bin yıllarında, Lelegler tarafından kurulmuş. Kentin ismi Assa olup, Luvi dilinde yerleşim anlamına gelir. Kentin gelişmesi, Midilli Adasından gelen göçmenlerin buraya yerleşmesinden sonra olmuş. MÖ.560 yıllarında, Lidyalılar bölgeyi ele geçirdiklerinde, Assos, Edremit Körfezinin kuzeyindeki en önemli ve güçlü kentlerden biri imiş. Denizden 283 metre yükseklikteki tepeye, zamanla, Athena Tapınağı ve tepenin eteklerinde ise bir tiyatro kurulur.

MÖ.546 yılında, Persler, Ege bölgesini ele geçirirler ve Assos Pers sınırları içine girer. MÖ.387 yılında, Pers yanlısı bir yönetici olan Eubolos, kentin yönetimini ele geçirir. Kentin ondan sonraki hakimi ise, azatlı kölesi ve mirascısı Hermias’tır. Hermias felsefe eğitimi görmüştür.

Ünlü felsefeci Platonun öğrencisi olmuş ve mantık biliminin kurucusu Aristotales’in arkadaşıdır. Aristotales, Hermias’ın çağrısı üzerine, Assos’a gelir. Hermiasın kuzeni Pyhias ile evlenir. İşte, Assos, ünlü Filozof Aristotalesin burada evlenmesine neden olacak güzellikte, saklı bir cennet.

Asos’ta 3 yıl kalan Aristotales, Gymnasıon’da dersler verir. Burası, bir felsefe okulu gibi kullanılır. Eflatun ve Sokrates de, bir zaman, burada dersler verirler. Doğrusu, Asos, felsefe dersi almak için çok uygun bir yer. Çünkü, limanın çok romantik ve değişik bir atmosferi var.

Büyük İskender’in, Persleri Anadolu dan çıkarmasından sonra, Assos çok gelişir, kent imar edilir. MÖ.241 yılında ise, Bergama Krallığının egemenliği altına girer. Daha sonra ise, Roma devletinin Asya eyaletlerinin bir parçası olur.
14’ncü yüzyılda, Sultan Murat Hüdavendigar zamanında, kent, Osmanlı topraklarına katılır ve Behram Kalesi adını alır.

GENEL ÖZELLİKLERİ

Asos’ta ilk kazılar, 1881-1883 yılları arasında Amerikalı araştırmacılar tarafından yapılır. Daha sonra uzunca bir süre ara verilen kazılara, 1980 yıllarında, Türk arkeolog ve araştırmacılar tarafından yeniden başlanır. Sonuçta, yılların emeğiyle, antik tiyatro ortaya çıkarılır.

GEZİLECEK YERLER

Behramkale bölgesine ulaştığınızda: aracınızı burada park edebilirsiniz. Park ücreti: 5 TL. Sonra, yukarı doğru tırmanmaya başlayın, antik bölgeye ulaşıyorsunuz. Antik bölgeye yani Akropolis bölgesine giriş ücreti: 8 TL.

Ama, müze kart geçerli. Hatta, Müze kartı olmayanlar için, burada çok kısa bir süre beklemenin sonucunda, Müze Kartı çıkartılıyor. Giriş kapısındaki görevlilerin, özellikle çok kibar olduklarını ifade etmek istiyorum.

Çanakkale Asos Behramkale

 

Evet, biraz önce söylediğim gibi, arabanızı park ettikten sonra, yaklaşık 10-15 dakikalık bir yürüyüş yapmanız gerekiyor. Yokuş yukarı ama keyifli bir yürüyüş, çünkü, yol boyu tahta tezgahlar üzerinde birçok satıcı, gerek yöresel ürünler ve gerekse el işi ürünlerini sergileyip satışa sunmuşlar.

Bunlardan hoşunuza gidecek bir şeyler bulabilirsiniz. Ama, özellikle: buraya özgü küçük örgü heybeler ve gerek limon kekiği ve gerekse doğal kekik, mutlaka almanızı öneririm. Çünkü, buraya has bir lezzet. Doğal kekik: 3 su bardağı 10 TL. iken, daha ağır olan (az kullanılması gereken) limon kekiği ise, 2 su bardağı 10 TL. den satılıyor.

Antik bölgeye vardığınızda, Akropolis bölgesine girmeden önce, hemen solda bulunan tarihi camiyi gezmenizi ve görmenizi öneriyorum. Burası: Alaattin camisidir. Özellikle, kapı bölümüne dikkatinizi çekmek istiyorum.

Caminin önündeki boşluk, ahşap yürüyüş yolu yapılarak gayet düzenli hale getirilmiş, muhteşem bir manzara ziyaretçileri bekliyor. Tuvalet ihtiyacı için, hemen burada bulunan ve 1 TL. karşılığında kullanılan ve yöre köylüleri tarafından işletilen tuvaletler çok temiz.

Çanakkale Asos Behramkale  Hüdavendigar Camii
Çanakkale Asos Behramkale  Hüdavendigar Camii

 

HÜDAVENDİGAR CAMİİ

Bir tepenin üzerinde, 14’ncü yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor. Osmanlı dönemine ait tipik bir yapı. Caminin giriş kapısı yakınında, Skamantos Kralı tarafından onarımı yaptırılan Carnellus Şehrinin kilisesinin bulunduğu ve kilisenin kapısına yazdırdığı yazıtın günümüze kadar ulaştığı ( yalnızca üzerindeki haç işaretinin iki kanadı kırılmış) görülebilmekte. Caminin iç süslemelerindeki kadırga resimleri de, cami mimarisinde alışılmış değil, Mutlaka görülmeli.

Evet, bu ilginç camiyi gezdikten sonra, giriş kapısından girerek, Akropolis bölgesine giriyoruz.

Çanakkale Asos Behramkale Akropolis

 

 

Buraya girdiğinizde, sağ bölümden yukarıya doğru ilerlemenizi öneriyorum. Sağ bölümden gezmeye başlayınca, karşınıza önce bir yapı kalıntısı çıkıyor.

Artemis Tapınağı

 

Sonra devam ettiğinizde, on metre sonra Artemis tapınağının sonradan yapılmış bir betimlemesi (camekan içinde) görülüyor. Minyatür, camekan içindeki, o dönemin izlerini yansıtıyor. Ziyaretçiler için güzel bir sunu. Bu arada çevrenizdeki muhteşem manzarayı izlemek durumunda kalıyorsunuz ki, gerçekten çok büyük ve geniş bir alan rahatlıkla izlenebiliyor.

Ben, bu girişten sonra, Asos antik kentiyle ilgili bilgiler vermek istiyorum.

Denize ve karaya hakim bir volkan konisi tepe üzerine kurulmuş Akropol, yaklaşık 3 km. uzunluğunda, çevresindeki surların 6’ncı yüzyılda yapıldığı sanılıyor. Surların uzunluğu 4 km. En son dönem surları, 4’ncü yüzyıla ait. Bunların onarılarak Roma döneminde de kullanıldığı sanılıyor. Günümüzde ise, surların büyük bölümü ayakta ve iyi durumda.

En yüksek noktada, Athena Tapınağı var. Tepenin eteklerinde ise tiyatro. Kentin güneybatı yönündeki konut alanlarında yapılan kazılarda Hıristiyan mahallesi bulunmuş. Bölgede gezerken, kafanızı ufka kaldırdığınızda, deniz yüzeyinde, hemen karşınızdaki Midilli adasının muhteşem görüntüsünü görebilirsiniz. Tepeden, güneye denize doğru teraslar iniyor.

Bugünkü köy ise, kuzeye doğru yerleşmiş. Türkler bölgeye geldiklerinde, güneye doğru yerleşim durmuş. Bunun, korsanlardan korunmak için olduğu düşünülüyor. Oysa antik dönemde, kent denize bakıyor da ve Egenin ünlü imbat rüzgarını alıyordu.

Kette, zor işlenen ama dayanıklı bir taş kullanılmış. Bu taşa, antik yazarlar ” insan yiyen taş ” ismini vermişler. Mezarlıklarda kullanılan lahitler ise çok değerli imiş. Bunların değeri, lahitlerin yapımında kullanılan şap imiş.

Çanakkale Asos Behramkale  Athena Tapınağı
Çanakkale Asos Behramkale  Athena Tapınağı
Çanakkale Asos Behramkale  Athena Tapınağı

 

ATHENA TAPINAĞI

Athena, mistik dönemde, üretici zekanın ve savaşların tanrıçası. Ülkeyi saldırılardan korurmuş. Bir başka özelliği ise, şehir tanrıçası ve uygarlığın, el sanatlarının, tarımın koruyucusu, dizginin yaratıcısı imiş. Mitolojide, kadınlara dokumayı öğreten tanrıça olarak geçiyor. Dokumanın bu yörede, bu kadar önem kazanmasının nedenlerinden biri olarak da belki düşünülebilir.

Athena adına, antik çağda şehirlerde tapınaklar yaptırılmış. Assos şehrinde ise, Athena adına yaptırılan bir tapınak var ve akropolün en yüksek yerine, 236 rakımlı tepeye yapılmış. MÖ.525 yılında yapıldığı tahmin ediliyor. Asos un en önemli tarihi yapısı. Yapının önemi, mimari özelliklerinden kaynaklanıyor. Anadolu da, arkaik çağda yapılmış ve kabartma firizlere sahip tek örnek yapı.

Dorik üslupla olmasına karşın, İyon üslubunun özelliği olan çatı altı firizleri var. Bu anlamda, mimaride, birden fazla medeniyetten etkilenildiği söylenebilir. Yanlarda 13 er, ön ve arkada ise 6 şar sütunla çevrili, pepiteros planında. İki basamaklı platform, günümüze kadar ulaşabilmiş. Batı kanadı, 1.20 metre yüksekliğini hala korumakta.

Kazı çalışmalarında sağlam kalmış sütunlardan çıkarılan kalıplar ile, yeni sütunlar dökülmüş ve böylece tapınağın bir bölüm sütunu ayağa kaldırılmış.

Tapınağa ait bazı sütun parçaları ise, Berlin müzesinde sergilenmekte. Tapınağın kabartmaları ise: Paris, Bostan (1881 yılında kaçırılmış) ve İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergileniyor. Dorik başlıklar, sütun kaideleri ve öbür mimarı kalıntılar ise, çevrede görülmekte.

Çanakkale Asos Behramkale
Çanakkale Asos Behramkale

 

Bu muhteşem tapınağa mutlaka çıkın ve Ege denizinin manzarasını seyredin. Özellikle, buradan gün batımı bir harika, sakın kaçırmayın.

Evet, buranın en önemli kalıntısı, Artemis Tapınağı. Bu tapınağı da gördükten sonra, çıkış kapısına doğru ilerliyoruz Tapınağın tepenin en üst noktasında bulunması ve çevreye hakimiyeti muhteşem.

Çıkış kapısından çıkıyoruz ve geldiğimiz yoldan aşağıya doğru ilerleyerek aracımızın bulunduğu otopark bölgesine ulaşıyoruz. Aracımızı aldıktan sonraki hedefimiz, bu kez “Liman” bölgesidir. Yalnız, daha önceki gelişlerimde de şahit olduğum üzere, limana inen yol çok korkunç, dar ve virajlı, burada aşırı dikkat göstermeniz gerekiyor.

Limana inen bu yolda ilerlerken, solunuzda yine bir kısım antik kalıntı göreceksiniz, bir süre mola verip bunları da izleyebilirsiniz.

Çanakkale Asos Behramkale Tiyatro

 

TİYATRO

1985 yılından bu yana, tiyatroda, arkeolojik çalışmalar sürdürülmekte. Tiyatronun tarih içinde, deprem gördüğü ve çöktüğü tespit edilmiş. Devrilmiş duvarları yeni baştan örülmüş. İki yandan tonozları varmış, tonozlardan biri yeni üretilen taşlarla ayağa kaldırılmış. Yeni çalışmalar ile, oturma sıralarındaki eksiklikler tamamlanmış. 10 yıl öncesinde tanınmayacak bir durumda olan tiyatro, günümüzde, bilimsel kazı ve restorasyonlar sonucu gün ışığına çıkarılmış. 4000 seyirci kapasiteli.

Harabe yapı, bir zamanlar taş ocağı olarak kullanılmış ve taşları, bölgedeki diğer yapılarda bolca kullanılmış. Sahne binasının yanından giden, 2000 yıllık bozulmamış bir cadde ortaya çıkarılmış, görülebiliyor.

Çanakkale Asos Behramkale Batı Nekropolü-Mezarlık

 

BATI NEKROPOLÜ-MEZARLIK

Mezarlık, MÖ.7’nci yüzyıldan, 2’nci yüzyıla kadar, 900 yıl kullanılmış. En eski gömüler, yakılan cesedin küllerinin çömleklere konulup, ağzı kapatılarak gömülmesi şeklinde imiş. Sonradan daha büyük küplere, ölü, ana karnında gibi konularak gömülür olmuş. Dönemin inancına göre, ölü geri gelmesin diye. küpün ağzı taş ile kapatılıyormuş. Ölen erkek ise, geri gelme ihtimaline karşın, eşi, tanınmamak için, bir süre peçe ile dolaşıyormuş.

Günümüzde, batı dünyasındaki cenazelerde, kadınların tül-peçe takmasının kökeninde, bu dönemdeki inanç olabilir mi?
Küp gömülere, ölü için hediyeler konuluyormuş. Türkiye’deki defin avcılarının mezar kazmaya meraklı olmaları ve çok sayıda ” bir küp dolusu altın ” bulma öyküsünün altında, bu kültürün bulunduğu anlaşılıyor.

Daha sonraki mezar tipleri, lahitler. Yüzeye yakın bulunan lahitlerin hepsi, daha önce defineciler tarafından soyulmuş. Ancak, altlardaki lahitlerde iskelet kalıntıları ve ölü hediyeleri bulunabilmiş. Bu buluntuların en değerlisi ise, MÖ.4’ncü yüzyıla tarihlenen, pişmiş topraktan yapılma bir kadınlar orkestrası heykelciği. Hiçbir müzede, benzer bir örneğini bulunmamakta imiş.

Yolda aracımızla ilerlemeye devam ediyoruz ve biraz sonra, Liman bölgesine ulaşacağız. Burada, yani liman bölgesi içindeki otopark sıkıntılı, benden size öneri, liman bölgesine varmaya yakın, yolun sağ bölümüne aracınızı boş bulduğunuz bir yere park edin ve liman bölgesine yürüyerek inin, çünkü liman bölgesi içindeki otopark küçük ve sıkıntılı, büyük olasılıkla yer bulamayacaksınız.

Çanakkale Asos Behramkale Asos İskelesi

 

ASSOS İSKELESİ

Assos kentinin limanında, iki mendirek var. Bunlardan biri günümüzde onarılmış ve kullanılıyor. Limanda çoğu otel ve motel, geçen yüzyılda yapılmış taş yapılar. Bölgede yeni bina yapılmasına izin verilmiyor. Doğal olarak, mevcut taş yapılar yani otel olarak kullanılan taş yapılar, çok otantik görüntüler sunuyor.

Ama, buranın en ilgi çeken yanı: hemen denizin kıyısındaki restoranlar. Bu restoranlarda bir şeyler yerken, denize biraz ekmek kırıntısı attığınızda, birçok balığın toplandığını görebiliyorsunuz. Ayrıca: yine mendirek bölgesinde küçük bir yürüyüş yapabilirsiniz.

Ama, burada en büyük önerim, hemen sol yanda, Asos otelin yanındaki dondurmacıdan dondurma almanız, bu muhteşem lezzeti mutlaka tatmanızı öneriyorum. Restoranlarda yemek yemek, elbette ekonomik güç ile orantılı ama mutlaka dondurma yemelisiniz.

Çanakkale Asos Behramkale Asos İskelesi
Çanakkale Asos Behramkale Asos İskelesi
Çanakkale Asos Behramkale Asos İskelesi

      

SONUÇ

Assos’a yıl boyunca her mevsimde gidilebilir. Zaten kış tatillerinde de dolup taşıyor. Ama asla gürültülü-patırtılı bir yer değil. Bu huzur ortamı, sessiz. Athena Tapınağından mutlaka gün batımını görün. Ayrıca limanda, yine balığınızı yerden, gün batımını izlemenin keyfini tadın. Kısa bir zaman ayırdığınızda, Assos’tan mutlu bir şekilde ayrılmanız mümkün.

Truva tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

Gelibolu tanıtımı ve şehitliklerle ilgili yazım için.

Çanakkale tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

Altınoluk tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

Çanakkale Biga

Çanakkale Biga: Biga’ya, bir kez gittim. Önce ilçe merkezinde gezdim, kalabalık ve modern görünümlü bir yöremiz. Daha sonra Karabiga bölümüne gittim ve özellikle Karabiga’nın güzelliğine hayran oldum. Mutlaka burayı görmelisiniz. Özellikle: Karabiga’da, deniz kıyısındaki restoranlarda muhteşem deniz manzarasına karşı mutlaka zaman ayırın.

Çanakkale Biga

ULAŞIM

Edremit körfezine ulaşmak isteyenlerin kullandıkları: Bursa-Balıkesir yolu üzerinde bulunmasa da, Bandırma üzerinden bu bölgeye ulaşmak isteyenler ve de özellikle İstanbul üzerinden, Bandırmaya (İstanbul Yenikapı-Bandırma arası, deniz otobüsü bulunmaktadır) gelip de, Edremit körfezine ulaşmak isteyenler, Biga’dan geçmek durumunda kalıyorlar. Biga her ne kadar iç bölgelerde kalsa da, Biga’nın Karabiga nahiyesi, deniz kıyısında ve Marmara Denizinin kıyısında muhteşem bir güzellik sunuyor ziyaretçilerine.

Evet, Biga: İl merkezi Çanakkale’ye, Lapseki üzerinden: 84 km. uzaklıktadır. Bursa ve İstanbul’a toplamda: 3 saat uzaklıktadır. İzmir’e ise 6 saat uzaklıktadır. Ankara’ya, 8 saatlik otobüs yolculuğu ile ulaşılır.

TARİHİ

Biga’nın, tarih sahnesinde ilk kez: Truva kralı An Comenen tarafından, MÖ.2000 yıllarında kurulduğu düşünülmektedir. Kuruluş yeri olarak ise: günümüzde, Biga-Çiçekli mezarlığının, güneybatısında kalan “Öğlen kavakları” yöresi olduğu düşünülüyor. Burada, bolca eski kalıntılara rastlanmaktadır.

Su kaynaklarının da bulunması, eskiden burada bir yerleşim bulunduğunun en büyük kanıtıdır. Dolayısı ile, antik “Pega” kentinin, burada kurulmuş olması ihtimali yüksektir. Ancak, burada günümüze değin, herhangi bir arkeolojik kazı yapılmamıştır.

Takip eden tarihi süreçte, bölgede egemen olan topluluklar şunlardır: Frigler ve Misyalılar. Daha sonra ise, İonlar görülür. MÖ.560 yıllarında ise, Lidyalılar. Daha sonra Persler ve MÖ.334 yılında, Büyük İskender. Yalnız burada, tarih açısından özellik arz eden bir durum var.

Büyük İskender ve Persler arasında, Anadolu’nun ele geçirilmesiyle sonuçlanan “Granikos Savaşı” Kocabaş Çayı kıyısında, Çınar köprü köyünün yakınlarında gerçekleşir. Büyük İskender, Perslerle, bu çayın kıyısında, MÖ.334 yılında karşılaşır ve bu savaşta, İskender, sayıca kendi ordusundan çok üstün olan Pers ordusunu, büyük bir bozguna uğratır.

Pers ordusunun bozguna uğramasında, paralı Yunanlı askerlerin büyük etkisi olur ve İskender, özellikle bu paralı Yunan askerlerini öldürtür. İskender’in tarih sahnesinde yerini alması açısından, bu savaşın büyük önemi var.

MÖ.73 yılında Romalılar bölgede egemenliği ele geçirirler. İmparatorluk ikiye bölününce, bölgede Bizanslılar egemen olurlar. Anadolu Türk Beylikleri sırasında, Karesi Beyliği, Biga ve çevresinde egemen olur.

Bölgenin tarihinde, bu dönemlerde yaşanan en büyük olay: 1302 yılındaki büyük depremdir. 1350 li yıllarda, bu bölgede yine büyük bir deprem olur.

Biga, ilk olarak Selçuklu Sultanı Alaaddin’in Beylerinden “Bayboğa” tarafından ele geçirilir ve ismine izafeten, yöreye “Boğa” ismi verilir. Bu isim: bu yörenin boğalarıyla ün kazanmış olmasıyla da ilgili olabilir. 1353 yılında, Şehzade Süleyman, Anadolu’dan Rumeli’ye geçiş yolunda, Biga’nın Kemer köyündeki iskeleyi kullanır. Devam eden süreçte, Osmanlılar, yörede egemen olurlar.

1921 tarihinde, Biga ilçe olarak konumunu alır. Bu tarihte, Biga Yunan işgaline uğrar. Ancak, 12 Eylül 1922 tarihinde, Yunanlılar, Biga’yı İngilizlere terk ederler. 18 Eylül 1922 tarihinde ise, Türk Ordusu tarafından, Biga, Anavatan topraklarına katılır.

Biga’nın sözcük anlamı: Yunancada “kaynak” ve “pınar” anlamına gelmektedir. Kelime kökeni ise: Pegasus olduğu düşünülüyor. Pegasus, hatırlayanlarınız olabilir “efsanevi kanatlı at”.

Antik çağda ise, Biga isminin anlamı: iki tekerlekli savaş arabasıdır. Başka bir söylentiye göre: şehrin surları dışında, herhangi bir saldırı anında, düşmanı korkutmak için serbestçe ve iri bir kara boğa gezdirilir. Kent, adını bu boğadan da almış olabilir.

 

BİGA EFSANELERİ

PEGASUS EFSANESİ

Bellorophon, Pegasus isimli kanatlı ata sahip olunca, onun sayesinde birçok zaferler kazanır. Ama, bu durum onun gurura kapılmasını ve Pegasus’a bindiğinde, atı doğruca gökyüzüne sürmesine neden olur. Ancak, Pegasus’u tam bu sırada bir at sineği ısırır ve üzerindeki Bellorophon’u atar. Kendisi, gök yüzüne gider.

BALIKKAYA EFSANESİ

Söylenenlere göre: zamanında bir kadın, Allah’ın gökyüzünde olduğunu ve ona ulaşmak için: 40 veya 1000 deveyi üst üste koymanın yeterli olacağını söyler ve ardından: “Allah’a ulaşamazsam taş olayım” der. Derken, bir gün: 40 veya 1000 deveyi üst üste dizer, kendisi de en üste çıkar, ancak “Allah’a” ulaşamaz ve orada taş kesilir.

Biraz önce söylediğim gibi, her iki efsane arasında benzerlik var. Her ikisinde de, gökyüzüne ulaşmak asıl hedef. Ama ulaşılamıyor.

GENEL

Biga: antik dönemlerden buyana gelen Kocabaş Çayının sol kıyısında, eğimli bir yüzey üzerinde kurulmuştur. Ancak, yakın zamanlarda, çayın sağ bölümü de yerleşime açılmıştır.

İlçe merkezi denizden 15 km. iç kesimde kalmasına rağmen, deniz kıyısında “Karabiga” bölümü bulunmaktadır. Marmara denizi kıyısında, Biga’nın 72 km. sahili bulunmaktadır.

Ekonomi: burada tarım ve hayvancılık öne çıkıyor.

İklim: yazları sıcak ve kurak Akdeniz iklimi, kışları ise kar yağışlı ve soğuk karasal iklim görülmektedir. Nem fazlalığı, Karadeniz iklimini anımsatır.

Nüfus özelliklerine bakıldığında ise, ilçe dışına büyük bir göç hareketinin bulunduğu izlenmektedir. Okuma-yazma oranı ise: % 99 seviyesindedir. Çanakkale-18 Mart Üniversitesine bağlı: Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ve Biga Meslek Yüksek Okulları da, ilçenin hayatında öne çıkmaktadır.

Bu okulların öğrencilerinin yaşam tarzı ile Bigalı yerli halkın yaşam tarzı arasında elbette farklılıklar sık sık gündeme geliyor ve genellikle büyük metropollerden gelen öğrenciler, burada yaşamanın sıkıntılarını hissediyorlar.

Konaklama: Biga ilçesinde: özel sektör tarafından işletilen, 44 odalı bir termal kaplıca tesisi bulunmaktadır. Başkaca bir tesis yok.

Ülkemizdeki en modern ilçelerden biridir. Türkiye’nin en çok köyü olan ilçesi olması nedeniyle, yerli halk, Çarşamba günleri bütün köylülerin merkeze inmesiyle zenginleşir.

Son olarak: mübadele sırasında, Rumların, bölgeyi terk ederken toprak altına gömdükleri altınlar, söylenenlere göre, daha sonra buraya yerleşenler tarafından bulunmuş ve pek çok kişi zengin olmuş. Günümüzde bile, insanlar bahçelerini kazıp define arıyorlarmış.

NE YENİR

Biga denilince akla hemen gelenler şunlar: cevizli lokum, peynir helvası ve köfte.

Özellikle, burada üretilen “peynir tatlısı” mutlaka tatmanız gereken bir lezzet. Hatta, satın alıp, yakınlarınız için hediyelik olarak bile düşünebilirsiniz. Köftesi bir kez tadıldığında,  diğer köfteler, insana kıyma yumağı gibi gelir. Mutlaka denemelisiniz.

NE SATIN ALINIR

Biga’dan peynir tatlısı ve helva satın alabilirsiniz. Gerek kendiniz ve gerekse yakınlarınız için, kesinlikle iyi bir alışveriş, iyi bir hediyelik olacaktır. Daha iyi bir şey almak isterseniz, “Yağcıbedir halısı” satın alabilirsiniz. Bu yörede, Yağcıbedir halıları meşhur.

GEZİLECEK YERLER

ULU CAMİ

Fatih Sultan Mehmet tarafından, Manisa Sancakbeyi olarak görev yaptığı dönemde yapılmıştır. Çünkü: Sultan Mehmet, Edirne’ye geçerken, bir gece burada konaklamış ve bu sırada, bu bölgede cami ve hamam bulunmadığını görmüştür. Bunun üzerine: cami ve hamam yapılmasını emreder ve yapılır. Cami ve hamamdan oluşan külliye: Evliya Çelebinin gezi anılarında da yazılıdır.

Evet, bu cami, Biga’nın en eski camisidir. Cami dışında, burada, birçok türbe ve mezar da bulunmaktadır.

BİGA ŞEHİTLİĞİ

Çanakkale savaşında yaralanarak Biga Harp Hastanesine getirilen ve tedavi edilirken şehit olan, 173 askerimiz burada gömülüdür. Şehitliğin kapısında: Meşhet yazılı mermer kitabeden, yapımının 1916 yılında olduğu görülmektedir. Meşhet sözcüğü, Osmanlıcada “şehitlik” anlamına gelmektedir.

Şehitliğin uzunluğu 45 metre, genişliği 40 metredir. Şehitlik içinde: şehitler için dikilmiş güzel bir anıtta bulunuyor. Anıtın yüksekliği: 6 metreye yakın. Kaidesi ise, bu yörede bolca bulunan “yeşilimsi” bir taş. Bunun üzerinde; top mermisi şeklinde mermer bir sütun bulunuyor. Anıt: Kayserili Mehmet Sadık Usta tarafından yapılmıştır.

Çanakkale şehitleri için yapılan sembol mezar taşlarından: fesli olanlar erlere, kabalaklı olanlar rütbeli askerlere aittir. Şehitlerin künyeleri de yazılmıştır. Ancak, Yunan işgali sırasında, bu künyeler Yunan askerleri tarafından tahrip edilerek, yok edilmiştir.

HALİMBEY KONAĞI KENT MÜZESİ

Bu yapı, 1900 yıllarında, Halim Bey tarafından yaptırılmıştır. En büyük özelliği: Avrupai bir mimari tarz kullanarak yapılmış olmasıdır. II. Derece  tarihi eser olarak tescillenmiş ve koruma altına alınmıştır. 2004 yılında, buranın restorasyonu yapılmış ve Belediye tarafından “Kent Müzesi” olarak dizayn edilerek halkın ziyaretine açılmıştır.

KIRKGEÇİT TERMAL TESİSLERİ

Ilıcabaş köyü sınırları içindedir. İlçe merkezine 18 km. uzaklıktadır. Biga-Çan kara yolu üzerinden, 12 km. uzaklıktadır. Suyun özellikleri: sıcaklık: 52 derecedir. Suni soğutma yapılmadan, doğal ısıyla kullanılabilmektedir. Sülfat ve klorür iyonları ile bor elementi hakimdir. Radyoaktivite oranı ise; 6.5. Kükürt ve hidrojen de bulunmaktadır. Termal tesislerde, konaklamak ta mümkün. (İrtibat telefonu: 0286-3948008)

KARABİGA

Burası bir yerleşim yeri. Deniz kıyısında bulunmasına rağmen, “Kara” biga ismi verilmiş. Anlayamadım. Biga şehir merkezindeki otobüs terminalinden, buraya, her saat başı belediye otobüsleri çalışıyor.

Evet, Karabiga, Biga’dan yaklaşık 26 km. kuzeyde, Marmara Denizi kıyısındadır. Karabiga yarımadasının bu yerleşim yerinde, yaklaşık 3000 kişi yaşıyor. Buraya gittiğimde: gözlerime inanamadım. Muhteşem bir manzara. Deniz kıyısında restoranlar var, buralarda tamamen deniz manzarası eşliğinde, leziz deniz ürünlerinin tadına bakabilirsiniz.

Yemekten sonra ise, yürüyerek, sahil boyunca dolaşın, limandaki balıkçı teknelerini ve ağlarını tamir etmekle uğraşan balıkçıları, balık satılan tezgahları izleyin. Gerçekten buralara yakın olanlar için, Karabiga mutlaka uğranılması gereken bir yer.

Günümüzde: Karabiga’da “Karabiga Kaleleri” olarak bilinen kalıntılar: muhtemelen MÖ.7.yüzyılda burada egemenliklerini sürdüren “Milet” kolonisine ait. Bu kalıntıların ismi ise, Anadolu uygarlıklarının Kır Tanrısı Priapos’tan geliyor. Bir liman kenti olarak öne çıkıyor. Kent zamanla büyük üne kavuşur, özellikle bağlarından toplanan üzümlerden yapılan şarap, öne çıkar. MÖ.334 yılında, burada Romalılar egemen olurlar.

Büyük İskender, daha önce sözünü ettiğim gibi, günümüzde Kocaçay olarak isimlendirilen Granikos çayının kıyısında, Perslerle yaptığı savaşı kazanır. Daha sonra bölgede egemen olan Bizanslılar, İspanyadan getirttiği paralı Katalan askerlerini, burada konuşlandırır ve Türklere karşı savaşta kullanır. 1364 yılında, şehir, Osmanlıların egemenliğine girer.

Savaşta, kent yakılır-yıkılır. Osmanlılar, bunun üzerine, isli-is kokan bu şehre, Kara şehir anlamında “Karapiga” ismini verirler. Sanırım yazının başında söz etmiştim, deniz kıyısında bulunmasına rağmen, niye buraya Karabiga ismi verilmiş diye. İşte, buraya Karabiga ismi verilmesinin sebebi bu.

Kalıntılar: yerleşim yeri merkezinden, yaklaşık 3 km. uzaklıkta. Bölgede herhangi bir resmi kazı çalışması yapılmamış, ancak SİT alanı olarak ilan edilerek koruma altına alınmış.

Bunun dışında, Karabiga bölgesinde yapabilecekleriniz şunlar: biraz önce dediğim gibi, sahil kıyısındaki restoran ve kafelerde mutlaka oturup, bir şeyler yiyip-içebilirsiniz. Limandan tekne kiralayarak, denize açılıp balık tutabilirsiniz. Denize girmeyi düşünürseniz, alternatifleriniz var elbette: Kadınlar hamamı plajı, Kocakum ve küçük mersin gibi koylardan denize girebilir ve buralarda aynı zamanda çadırlı kamp yapabilirsiniz.

Nato bölgesinde: zamanınız varsa, çam ağaçlarının gölgesinde piknik de yapabilirsiniz.

Çanakkale Biga

KEMER KÖYÜ

Kemer köyünde, “Parion” antik kenti öne çıkıyor. Parion sözcüğünün anlamı hakkında, net kayıtlar yok. Söylenenlere göre: Truva dönemindeki “Paris” bir zamanlar burada yaşamış ve buna istinaden, şehre “Paris’in yeri” anlamında “Parion” ismi verilmiş.

İlk kurulumu, MÖ.8.yüzyıla kadar giden şehrin, antik çağda: üzüm bağları, şarapları ve ön yüzünde “gorgo başı” bulunan sikkeleriyle ün salmış, bir balıkçı kenti olduğu düşünülüyor.

Parion şehrinin ismi, tarih sürecinde, ilk kez “Heredot” tarafından gündeme getirilir. Pers kralı Dareios, MÖ.513-512 yıllarında, İskit seferine çıktığında: Parionlular, onun yanında sefere katılırlar. Atina-Sparta savaşında, Parionlular, Atinalıların yanında yer alırlar.

Büyük İskender, Pers zaferinden sonra, burayı kendisine bağlar. Daha sonra ise, şehirde, Trakya kralı Lysimachos’un egemenliği görülür. MÖ.241 yılında ise, Bergama krallığı, şehri egemenliğine alır. Daha sonraki dönemde, Romalılar şehri ele geçirir. Ünlü coğrafya yazarı Strabon: şehir hakkındaki yazılarında, buranın zengin toprak ve bağları bulunduğunu yazar.

Ayrıca: bu bölgede, yakınlarda bulunan bir “Nemesis” mabedinden söz eder. Bu mabet yıkılınca, bütün hazinesi ve hatta taşları bile yerinden sökülerek, Parion şehrine taşınmış ve şehirdeki mabette, görkemli bir sunak inşa edilmiş.

Evet, bu antik şehirde: Arkaik, Helenistik ve Roma dönemi eserleri bulunduğu sanılıyor, ancak günümüze kadar resmi kazı çalışmaları yapılmamış. Ayakta kalan ve toprak üstündeki eserlerden biri: Kemer köyü girişindeki su kemerleridir. Bu kemerlerin yakınında ise, bir “Nekropol” bulunuyor.

Çevrede ise, çok sayıda “Tümülüs” var. Bu Tümülüslerden biri “Bakır tepe tümülüsü”, 1970 yılında, Çanakkale Müzesi yetkilileri tarafından kazılmış ve içinden bir kadına ve bir erkeğe ait, iki lahit bulunmuştur. Çevredeki diğer Tümülüsler ise, köylüler ve define avcıları tarafından tahrip edilmişlerdir.

Köyün hemen üzerinde ise, MÖ.300 yıllarında yapıldığı sanılan, çelenklerle süslü frizleri olan bir mabet kalıntısı görülüyor. Mabedin alt kısmında ise, günümüzde toprak altında bulunan bir tiyatronun varlığı söz konusu. Ünlü müzecimiz Osman Hamdi Bey, buradan çıkarılan bir lahdi, İstanbul Arkeoloji Müzesine götürmeyi başarmış.

Evet, bu tarih hazinesi yörede, 2005 yılından sonra, Erzurum Atatürk Üniversitesi öğretim üyesi başkanlığında, kazı çalışmaları sürdürülüyor. Buraya giderseniz, biraz önce söylediğim gibi: su kemerlerini, mabet kalıntısını görebilirsiniz. Kazıların sponsoru ise, İÇDAŞ.

Özellikle, son yılki kazılarda: odeon açılması, amfi tiyatro ve roma villası kazıları yapılıyor. Bu roma villasında: günümüzden yaklaşık 2 bin yıl önce, kalorifere benzeyen bir sistemle ısıtma yapıldığı öğrenilmiş olması ilginç. Bu ısıtma sisteminde, ateşin yandığı bir merkez var.

Burada ısıtılan su ya da ortaya çıkan buhar, duvar ve zemine yerleştirilen kanallar sayesinde, binanın içinde sürekli devir-daim yaparak, sıcaklığın belirli bir oranda tutulmasını sağlıyor. Bu sistem, günümüzdeki kalorifer sisteminin ilk örneklerinden biri olabilir.

Villa: Roma döneminin gösterişli hayatını yansıtan bir mimariye sahip. Avlusu sütunlarla çevrili, mimari ögeler, villada çok lüks bir yaşamın olduğunu gösteriyor. Merkezde bir havuz var, havuzun çevresi sütunlarla çevrili. Villanın hemen antik tiyatronun karşısında inşa edilmiş olması, burada çok önemli bir kişinin ikamet ettiğini gösteriyor.

Çanakkale Biga

Çanakkale Biga: 2010 yılı kazılarında: nekropol bölgesinde bulunan “savaşçı lahdi” büyük ilgi çekiyor. Kum taşından yontulmuş lahitte: koku kabı, ter temizleme aleti ve bronz bir iğne bulunmuş. Ter temizleme aletinin, sporcular tarafından kullanıldığı biliniyor. Koku kabı üzerinde ise: savaşa gitmek üzere, siyah figür kullanılarak yapılmış, ailesine veda eden bir savaşçı resmi var.

Kabın: MÖ.6.yüzyıla ait olduğu sanılıyor. Bu figürün, kazı ekibi tarafından yapılan yorumu şu: iki yanında bulunan annesi Hakabe ve karısı Helena ile kız kardeşlerine veda eden Paris; daha sonra, Truva savaşlarına katılıyor. Figürler: Parion şehrinin kuruluş tarihi ve mitolojisi hakkında fikir vermesi açısından ilginç bulunmuş.

Çanakkale Biga

KALAFAT KÖYÜ

Burası, 100 yıllık bir Boşnak köyü. İlçe merkezine, 3 km. uzaklıktadır. Köy bölgesinde bulunan “Nilüfer gölleri” tam bir doğal güzellik sunuyor. Göl yüzeyleri, nilüfer çiçekleriyle kaplı. Gölün tamamı 7 dönüm. 2 dönümlük bölümünde, nilüfer çiçekleri yetişiyor. Kurak mevsimlerde, bu çiçeklerin kurumaması için, Belediye tarafından sulama yapılıyormuş.

Bolu-Abant yöresini bilenler için, göz yüzeyindeki nilüfer çiçeklerinin yarattığı güzellik, gerçekten muhteşem bir doğal görüntü sunuyor. Zaten, bu göl, Türkiye’de, Abant gölünden sonra, nilüfer çiçeklerinin yetiştiği, ikinci göl olarak öne çıkıyor.

BALIKKAYA TEPESİ

İlçe merkezi, Balıkkaya tepesi eteklerinde kurulmuştur. Denizden ortalama yükseklik 50 metre iken, tepede yükseklik 200 metreye kadar ulaşır. Tepede, büyük bir kayalık var. Bu kayalık, kaygan taşlardan oluşmuş. Kayalık içinde bir de mağara bulunuyor. Mağaranın içinde, kucağında bebeği olan kadına benzeyen bir kayalık bulunuyor. Kadının göğüslerinden önceleri süt, şimdi ise su aktığına inanılıyor.

BİGADİÇ KALESİ

İlçenin doğusunda, bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Kalenin, 11.yüzyılda, Bizanslılar tarafından yapıldığı “Achyraos” kalesinin üzerine inşa edildiği söyleniyor. Burası, işgal yıllarında Yunanlılar tarafından karargah olarak kullanılmış, kalenin dış surları, günümüze kadar sağlam olarak gelmiştir.

HİSARKÖY

İlçe merkezine 23 km. uzaklıkta, Hisarköy sınırları içindedir. Burada: antik kalıntılar bulunmaktadır. Bu kalıntılar: tonozlu köprü ve tüneller, tiyatro ve yazıtlar görülmektedir. Buranın, Roma döneminde önemli bir kaplıca merkezi olduğu anlaşılmıştır.

Buradaki en kapsamlı çalışma ise, 1979 yılında, Alman arkeologlar tarafından yapılmış ve Roma dönemine ait birçok kalıntı bulunmuştur. Ancak, burada halen yeterli ve gerekli kazıların yapılmadığı söylenmektedir.

Lapseki tanıtımı.

Gelibolu tanıtımı.

Çanakkale tanıtımı.

Truva tanıtımı.