Sinop

Sinop

Sinop: ülkemizin en kuzey ucu. Güzel ve şirin bir il. Aynı zamanda: iç kalede bulunan tarihi cezaevi ile ön plana çıkıyor. Burada: Selçuklu zarafetini yansıtan Alaaddin camisini, çocuklara “Pisagor” teoreminin öğretildiği Pervane Medresesini, acıklı bir tarihe tanıklık etmiş olan Paşa Tabyasını, soluk sarı  renkli duvarlarına mistik bir hava sinmiş Balatlar Kilisesini ve Amazonların erkeklere karşı verdikleri amansız savaşlardan fırsat bulduklarında, yalnızca kadınların becerebildikleri ustalıkla süsledikleri Serapis Mabedini göreceksiniz.

Amazonların, ünlü Diojen’in şehri.

Buraya birkaç gün zaman ayırıp ta giderseniz, kesinlikle güzel zaman geçirebilirsiniz.

Karadeniz’in hırçın dalgaları, bu ilin sessizlik ve sakinliğini etkilemiyor. Karadeniz bölgesinin en büyük turizm potansiyeli olan bu şirin beldeye: mutlaka gidin.

 

ULAŞIM

Hava alanı

Sinop hava alanının kent merkezine uzaklığı: 8 km. dir. Ulaşım: dolmuş veya taksilerle yapılmaktadır. Ancak, şu an için hava alanı aktif değildir, hava ulaşımı, Samsun üzerinden yapılmaktadır.

Karayolu

Otobüs terminali, kent merkezindedir. Bazı merkezlere uzaklık ise şöyledir: Sinop-Samsun arası uzaklık: 167 km. Sinop-Ankara arası uzaklık: 456 km. Sinop-İstanbul arası uzaklık: 690 km. Sinop-İzmir arası uzaklık: 1147 km. Sinop-Erzurum arası uzaklık: 894 km. dir.

Sinop Tarihi

TARİHİ

Tarih boyunca: şehir, işlet bir ticaret ve tersane faaliyetlerine ev sahipliği yapmış. Anadolu ile Kırım Yarımadası arasında, deniz ticaretinde önemli rol oynamıştır. Kırım Yarımadası ile Sinop Yarımadası arasındaki uzaklık: açık ve uygun hava şartlarında, tam ortada bulunulduğunda, her iki tarafı da görmek mümkün olmaktadır.

Denizciler: karayı kaybetmeden, karşıdan karşıya, Karadeniz’i geçebilirler. Öyle ki: Kırım-Sinop arası uzaklık: 280 km. dir.

Evet, şehir: antik çağdan bu yana, parlak ve yoğun bir ticari ve kültürel yaşantıya sahip olmuştur. Bu niteliğini: daha sonraki dönemlerde, yani: Bizans, Selçuklu, Candaroğlu ve Osmanlı yönetimlerinde de sürdürmüştür.

Ayrıca: kale ve tersanesiyle, bölgenin en önemli askeri üs alanlarından biri haline gelmiştir. Ancak: bu durumunu, Ruslar tarafından, 1853 yılında yapılan baskından sonra, kaybetmeye başlamıştır.

Şehirde: tarihi süreç incelendiğinde, kısa kısa şu sonuçlar ortaya çıkıyor. MÖ.2200-2000 yılları arasında: şehrin, buraya gelen: Akalar tarafından kurulduğu sanılıyor. MÖ.1340-1200 yılları arasında: Hititliler, bölgede görülüyorlar. MÖ.676 yılında, Frigler, bölgede egemen oluyorlar.

MÖ.656-546 yılları arasında: şehir, Lidyalılar’ın, Karadeniz’deki en önemli ticaret limanlarından biri haline geliyor. MÖ.480 yılında, şehir, kendi adına para bastırıyor.

Bu sikkelerde: yunus balığı üzerinde: kartal, gemi puruvası, tanrı ve tanrıça figürleri ve Roma döneminde arkaik bir Dionysos tasviri var. Bunların örneklerini: Sinop Müzesinde görebilirsiniz.

MÖ.169-120 yılları arasındaki dönemde: Pontus krallığının başkenti. MÖ.70 yılında, Romalılar, şehri ele geçiriyorlar. MS.1204 yılında, Sinop: Trabzon Rum İmparatorluğuna bağlanıyor. MS.1214 yılında ise, Selçuklular bölgede hakimiyet kurarlar.

1322-1461 yılları arasında, Candaroğulları-İsfandiyar oğulları bölgede egemenlik kurarlar. 1461 yılında ise: Osmanlılar bölgeye hakim olurlar.

1853 yılında, Osmanlı-Rus savaşlarında, şehir Rus donanması tarafından top ateşine tutularak yakılmış ve bu tarihten sonra, iyice küçülerek kale içine çekilmiştir.

Rus donanmasının bu baskını: Kırım Savaşının önemli çarpışmalarından biridir. Bu baskında: Rus Karadeniz donanması; Sinop’ta, Osmanlı donanmasına, ağır bir darbe indirir.

Yelkenli, ahşap gemilerin çarpıştığı son muharebe ve gülle yerine patlayıcı mermilerin kullanıldığı ilk deniz savaşı olarak, dünya deniz tarihine geçmiştir.

 

 

SİNOP İSMİ NEREDEN GELİYOR

Şehrin isminin kaynağı hakkında çeşitli söylentiler var. Bunlardan birkaç tanesinden söz etmek istiyorum.

1. Antik çağda, ırmak tanrısı Osopos’un kızının ismi: “Sinope” imiş. Sinope’nin, mutlu bir hayatı varmış. Ancak: bu güzeller güzeli kız, Tanrılar Tanrısı Zeus’un dikkatini çekmiş. Zeus: kızı elde etmek için her türlü yolu denemiş.

Ancak: güzel kız Sinope: Zeus’a: kendisine dokunmamasını, kız oğlan kız kalmak istediğini söylemiş. Zeus: bunun üzerine, bu güzel kızı: Karadeniz’de cennet benzeri, yemyeşil kıyılara bırakmış. (Bugün Sinop ilinin bulunduğu yere)

2. Hitit yazılı kaynaklarında: Sinop ilinden, “Sinova” ismi ile sözedilmektedir.

3. MÖ.200 yıllarında bu bölgede yaşayan ünlü şair Skymnos: şiirlerinde, Sinop bölgesinde yaşayan bir Amazon kraliçesinden söz eder. Bu kraliçenin adı: Sinope’dir.

 

GENEL

Şehir: Karadeniz kıyı şeridinin, kuzeye doğru, en çok sivrilerek uzandığı Boztepe Burnu üzerinde kurulmuştur.

 

Şehrin: iki limanı vardır. Bir tanesi kuzeybatıda ve diğeri ise, güneydoğudadır. Esas liman: güneydoğudaki koydadır. Kuzeybatıdaki: Akliman ve Hamsaroz Koyu, antik dönemlerde barınak yerleri olarak kullanılmıştır.

Yağmur miktarı diğer bölge illerine göre daha azdır. Bu nedenle: Karadeniz insanı, tatil için şehri tercih eder. İlin 175 km. uzunluğundaki kumsallarının, 70 km. lik bölümündeki plajlarda: denize girmek mümkündür.

 

İl insanlarının büyük bölümü, geçimlerini balıkçılıktan sağlamaktadırlar. Çünkü: il kıyıları sığdır ve ülkemiz balık üretiminin % 5-7 si gibi bir bölümü burada yapılmaktadır. Ancak: il de; genellikle deniz balıkçılığı hakimdir. Yetiştiricilikten öte, avcılık yaygındır.

Şehirde: iklim özellikleri, birbirine yakındır. Mevsimler arası sıcaklık farkları, çok fazla değildir. Sürekli esen rüzgarlar, şehirdeki yaşamı etkiler. Egemen iklim olarak: bütün yıl nemli ve yağışlı iklim görülür. Yazın birkaç gün dışında, Karadeniz iklimi egemendir ve bol yağış görülür.

 

DİYOJEN

Sinop şehir merkezine girerken, sol yanda kale görüldüğünde yolun ortasında beyaz bir heykel göreceksiniz. Bu heykel “Diyojen” heykelidir. Diyojen kimdir, heykeli neden buradadır gibi soruların cevapları için kısa bir anekdot: “Gölge etme, başka ihsan istemem”

Evet, Sinop’lu Diyojen, bu sözlerini; zamanın en büyük komutanlarından biri olan ve o zaman bilinen dünyanın tümünü ele geçirmiş olan Makedonya Kralı Büyük İskender’e söylemiş.

Evet, bu büyük filozof: MÖ.413 yılında, Sinop’ta doğmuş. Babasının sahte para bastığını ve servetini bu yoldan kazandığı öğrenildiğinde, şehirden sürülmüşler. Atina’ya gitmişlerdir.

Diyojen: her türlü gösterişten uzak, yaz-kış: bir fıçı içinde yaşamış. Tüm eşyası: bir asa, bir torba ve bir çanak imiş. En büyük erdemin: “doğaya uygun yaşamak olduğunu” söyler.

Böylece: insanda tutku, ölçüsüzlük, gösteriş ve kendini beğenmişliğin olmayacağını savunur.

Gündüz elinde fenerle dolaştığında, ne aradığını soran diğer insanlara: “ İnsan arıyorum” şeklindeki sözü de tarihin sayfaları arasında yerini almıştır.

 

NÜKLEER ENERJİ

Evet: Sinop il sınırları içinde: Nükleer Enerji için Termik Santral yapmak için seçilen yer: İnceburun’dur.

Yani: Hamsiloz Koyu ve hemen yakınındaki Sarıkız Milli Parkı. Yakın zaman sonra: buralar, Nükleer Santralin koruma ve girilmesi yasak alanları içine alınacakmış. Bu yüzden: bu güzellikleri acele görmenizde yarar var.

Atatürk ve Sinop

ATATÜRK VE SİNOP

1919 tarihinde, Samsuna gitmek üzere İstanbul’dan yola çıkan Atatürk; Sinop şehrine uğramış, ancak Samsuna karadan oluşma imkanı bulunmadığından, yine gemi ile yoluna devam ederek, Samsuna ulaşmıştır.

Sinop’ta kaldığı kısa sürede şehri çok beğendiğini ifade etmiştir.

Atatürk; daha sonraki süreçte: 15 Eylül 1928 Cumartesi günü, İzmir vapuru ile, Sinop’a gelir. O gün, Yalı Mektebinin bahçesinde kurulan, kara tahtanın başına geçerek Yeni Alfabenin, esaslarına ait ilk dersi verir.

Atatürk ile : ders sırasında, tahtaya çağırdığı, 50 yaşlarında ve cahil, Sinop’ta herkes  tarafından tanınan Bekir Ağa ile arasında şu konuşma geçer.

Adın ne? Bekir Paşam. Ne iş yaparsın? Arabacıyım Paşam. Okuman, yazman var mı? Yok Paşam, Senden öğrenmeye geldim. Evet: bu muhteşem insan, sahip olmakla ne kadar övünsek az olan bu insan, Atatürk: İlk harf devrimi ile ilgili işareti ve dersi: Sinop’ta vermiş.

Resim: Sinop Ortaokulu, zeytin ağacının altında çekilmiştir. Sinoplular için: 15 Eylül tarihi çok önemli.

Çünkü: bu tarihte hem Türk Milletinin en büyük önderini misafir etmiş ve hem de Harf Devrimini ifade eden; tarih sayfalarına geçen fotoğraflarda olduğu gibi, yeni alfabenin esaslarına ait ilk dersi, bugün, kendilerine bizzat, Başöğretmenlik yapan Büyük Atatürk’ten öğrenmişlerdir.

Sinop Üniversitesi

SİNOP ÜNİVERSİTESİ

2007 tarihinde kurulan Sinop Üniversitesi; Sinop şehrinde, 4 fakülte, 5 meslek yüksek okulu, 2 enstitü, 1 sağlık yüksek okulu ile eğitim ve öğretimi sürdürmektedir. Diğer bir kısım Meslek Yüksek okulu ise: Boyabat, Ayancık ve Gerze ilçelerinde bulunmaktadır.

 

 

YEME İÇME

Mısır çorbası

Mısır ve barbunyadan yapılır. Soğan ve kemikli et eklenir.

İçli tava

Hamsi, pirinç, tuz, karabiber, şeker eklenerek yapılır. Muhteşem bir tad, mutlaka denemelisiniz.

İçi etli hamur-Kulak hamuru

Bir çeşit mantı yemeğidir. Ama nasıl mantı, alışkanlık yapıyor, aman dikkat bir tabaktan sonra tekrar isterseniz, diğer lezzetlere yeriniz kalmaz. Ancak bunu söylerken şunu da ifade etmem şart, bu mantıyı şehir merkezinde birçok yerde yiyebilirsiniz, ancak şehirde bu mantıyı en iyi yaptığı söylenen yerde (ismini vermiyorum, zaten en iyi mantı nerede yenir diye sorarsanız, gösterirler.) oldukça büyük bir ücret ödemeniz gerekebilir.

Yani, diğerlerinde lezzet yok, lezzet olan yerde de fiyat pahalı, tercih sizin.

Nokul

Bir çeşit börek.

 

ALIŞVERİŞ

Evet, Sinop’tan: dünyaca ünlü hediyelik: kotra ve taka maketleri, turistik çelik bıçaklar ve keten işlemelerinden alabilirsiniz. Özellikle çok sayıda gemi modeli satılıyor. Ancak buranın turistik bir yer olduğunu unutmayınız, fiyatlar aşırı yüksek, haşlanmış bir mısır 4 veya 5 TL satılıyor.

 

GEMİ MODELLERİ

İl merkezinde gemi modelleri yapımcılığı yaygındır. 1950 yılındaki aftan yararlanarak cezaevinden çıkan mahkumların bir kısmı; Sinop’a yerleşerek, gemi modelleri yapmışlar, yanlarında çalıştırdıkları çıkarlara, kotra yapımını öğreterek, bu sanatın il merkezinde yapılmasını sağlamışlardır. Gemi modelleri yapımında kullanılan ağaçlar: ceviz, gürgen, kavak, kiraz ve armuttur.

BIÇAKCILIK

Sinop’ta el yapımı bıçak üretilmektedir. Bu üretim: 1890 yılından, günümüze kadar sürdürülmektedir. Bıçakların yapımında: yüksek karbonlu İsveç takım çeliği, saplarının yapımında ise manda, geyik boynuzu, gül ağacı kökü kullanılır. Korkuluk ve tepe malzemesi: kaliteli pirinçten, kınları ise: kaliteli sığır derisinden yapılır. Bıçaklar: dekoratif bıçak, mutfak bıçakları ve av bıçağı olarak üretilir.

Sinop

GEZİLECEK YERLER

ŞEHİR MERKEZİ

Karadeniz dalgaları ne kadar hırçın ise, Sinop il merkezi o kadar sessiz ve sakindir. Merkez, iki caddeden oluşuyor. Kendi halinde, bir çarşısı var. Çarşısı sevimli  bir yer. Küçük ama temiz lokantalarında: Sinop pidesi, ya da kulak denilen cevizli mantı yiyebilirsiniz. Ama dikkat, buranın mantısı yani kulak, bağımlılık yapabiliyor.

Bir de: sahil yolu. Bu sahil yolunda: balıkçılar, çay bahçeleri var. Sahilde bulunan iskelede gezinin, akşam saatlerinde iskele de birçok balık tutan ve gezinen Sinoplular görebilirsiniz.

Sinop

Akşam saatlerinde zaten şehir iyice canlanıyor, sahil kesimi çok kalabalık oluyor.

Sinop
Sinop

 

Tekne yolculuğu

Hatta, akşam saatlerinde limandan bir tekne turu yapabilirsiniz. 45 dakika süren tekne turu bulunmaktadır. Yolculuk sırasında bir çay veya neskafe ikramı yapılıyor, ayrıca muhteşem yüksek volümlü Karadeniz müzikleri dinleyeceksiniz. Eğer üşürseniz, üst kata çıkmayın veya üst kata çıkarsanız polar isteyin çünkü soğuk oluyor. Sinop şehrinin ışıklarını, uzaktan seyretmek ilginç oluyor.

Sinop
Bu arada; şehri tepeden izlemek isterseniz, kaleye çıkacaksınız.

Çarşıyı gezdikten sonra: Sinop Cezaevine çıkmanız gerek. Çünkü: gerek kuruluşu ve gerekse yapısı ve içinde bulunanlarla, özellikleri olan bir cezaevi. O kadar çok şey yaşanmış ki, burada gezerken, o günleri hayal etmek mümkün.

Tüyleriniz ürperecek. “Dışarıda deli dalgalar, gelir duvarları yalar” dizelerini mırıldanırken, o dalgaların sesini duyabilir, duvarları görebilirsiniz.

Evet: ben size, Sinop il merkezinde gezilebilecek yerler hakkında, aşağıda ayrıntılı bilgiler vereceğim.

Siz kendiniz için, Sinop’ta kalma sürenize ve tercihlerinize göre bir gezi planı oluşturabilirsiniz. Tabii, Sinop’ta bulunduğunuz iklim de önemli, yaz ayları dışında, yani Temmuz-Ağustos ayları dışında, deniz kıyısında, sahilde, plajları, kumsalları gezmek pek anlamlı olmaz.

Sinop Arkeoloji Müzesi

SİNOP ARKEOLOJİ MÜZESİ

Müze, 1970 yılında, bugün bulunduğu binaya taşınmış. Karadeniz bölgesinin en büyük müzesidir. Okullar caddesindedir. Sinop ve çevresinde yapılan kazılardaki buluntular, burada sergileniyor.

Özellikle: şehir çevresinden toplanmış ikonalar var. Bahçesinde: şehitlik anıtı, Aynalı kadın türbesi ve Serapis Mabedi var. 19.yüzyılda Sinop ve çevresinde bulunan kiliselerde, günümüze kaldığı tahmin edilen ikonaların müzeye ne zaman ve nereden getirildiği bilinmemektedir.

Bunlar: kestane ağacından yapılmış panolara, alçı sıvanarak, bazılarında da bez alçı bir arada kullanılarak, üzerine çeşitli boya ve altın yaldızla yapılmıştır. Evet şimdi müzenin ayrıntılı, kat-kat gezi planını veriyorum.

Sinop Sinop Arkeoloji Müzesi

İç teşhir salonu-Zemin kat

Hemen girişte: Irmak tanrısı Asapos’un su perisi kızı Sinop kentinin kurucusu olduğu söylenen “Sinope” nin büstü var. Sonra: şehir merkezine, 16 km. uzaklıktaki: Demirci Köyü Kocagöz Höyük kazısında çıkan buluntular var.

Bunlar: Tunç çağına ait, pişmiş topraktan yapılmış, kulplu-kulpsuz, ayaklı-ayaksız vazo, tas, kupa, tabak, testi, kolyeler, değişik formda kaplar, kemik aletler, cilalı  taştan balta, bronz iğne ve mızrak uçları var.

Birinci galeri ve birinci salon arasında ise: çeşitli dönemlere ait sikkeler ve s on bölümde, Karadeniz deniz buluntuları olan amphoralar sergileniyor.

Sinop Arkeoloji Müzesi

Birinci salon

Hitit, Frig, Arkaik, Helenistik, Roma ve Bizans çağı eserleri sergileniyor. Bunlar: pişmiş topraktan yapılmış: testi, tabak, askı kulplu, süzgeçli kaplar, yonca ağızlı, boyalı testiler, küçük mezar buluntuları, altın, kemik, bronz ziynet eşyaları, Serapis mabedi buluntuları, silindirik mühür, bilezik, yüzük gibi ziynet eşyaları ile, Selçuklu ve Osmanlı defineleri-sikkeleri bu salonda sergileniyor.

Bölümün en önemli eserleri arasında: MÖ.5. yüzyıla ait, üzerinde aslan başı, karga başı ve koç bulunan, bronz hydria. Geyiğe saldıran aslan, MÖ.5.yüzyıla tarihlenen heykel gurubu bulunuyor.

Sinop Arkeoloji Müzesi

İkinci salon

Burada, yörenin giyim-kuşam, el işleme,  dokuma örnekleri ve çeşitli ziynet eşyaları, çini porselen, ateşli ve delici silahlar, yazı  takımları, fildişi-sedef kakmalı çekmece, mutfak eşyaları sergileniyor.

Birinci kat

Halı ve yazma eserler bölümü

Kula ve Gördes halı seccade örnekleri, çeşitli çatmalar, el yazma Kur’anlar, hat sanatına ait yazı çeşitleri, cilt kapakları, fildişi kakmalı nadide rahleler sergileniyor.

Sinop Arkeoloji Müzesi
Sinop Arkeoloji Müzesi
Sinop Arkeoloji Müzesi

 

İkona seksiyonu:

(Ağustos 2018 tarihinde müzeyi gezdiğimde, ikonaların asıllarının onarım ve bakım için  İstanbul’a gönderildiği, aynı yerde bulunan ikonaların benzerleri olduğunu öğrendim ve üzüldüm, keşke orijinalleri görebilseydim. Umarım siz ziyaret ettiğinizde orijinalleri görürsünüz.)

Evet, burada; Bizans sanat üslubunun özelliklerini taşıyan, zengin bir ikona koleksiyonu sergileniyor. İkona: Hıristiyan dininde, doğu kiliselerinde, duvar fresklerine karşılık, ahşap pano üzerine yapılan, her türlü dini resme verilen isimdir. İkonalar: kiliselerde, halk tarafından, kolayca görünecek yerlere asılıyorlardı.

Bizans dönemine ait ikonaların ana konuları, sıkı bir Taoloji programı ile saptanmıştı. Bunlar: İsa, Meryem’in resimleri yanında, Havari ve Aziz kişilerin resimlerinden oluşuyordu. Ya da yaşam öyküleriyle birlikte, çeşitli dinsel ve tarihi olaylar anlatılıyordu.

Müzenin kendine has özelliklerinden biri: Bizans sanat üslubundaki zengin ikon koleksiyonudur. Çeşitli boy ve ebatlarda, altın yaldız ve boya ile yapılan, 27 adet ikon vardır. Bu ikon koleksiyonunun sanat tarihi bakımından büyük bir önemi vardır.

Çeşitli boy ve ebattaki: İsa, Melek, Meryem ve Azizler ile ilgili konuları içeren, bol miktarda, altın yaldız kullanılarak yapılan, özellikle yabancı ziyaretçiler tarafından ilgi ile izlenen ikonalar burada sergileniyor.

Sinop Arkeoloji Müzesi Bahçesi
Sinop Arkeoloji Müzesi Bahçesi
Sinop Arkeoloji Müzesi Bahçesi

 

Bahçeye çıkıyorsunuz. Bahçe düzenlemesi de, müzenin içi kadar güzel ve zengindir. Çıktıktan sonra: sağ tarafa döndüğünüzde, yürüme yolu boyunca, duvara monte edilerek sergilenen, mozaikler, hem üstten küçük çatıcıklar yapılarak koruma altına alınmış, hem de aydınlatılması yapılarak gece de güzel bir görünüm elde edilmiştir.

Sinop Arkeoloji Müzesi Bahçesi

Arka kısımda: denizden balıkçı ağlarına takılması sonucu çıkarılan oldukça eski çapalar ve toplar var. Bu topların arkasında, diğer park kısmında da “Deniz Şehitleri Anıtı” var. Çapaların bulunduğu yerin az ilerisinde: 1950’li yıllarda yapılan kazılarda bulunmuş olan “Serapis Mabedi” kalıntıları var.

Sinop Arkeoloji Müzesi Bahçesi Serapis Tapınağı

Yine bahçe içinde: 1335 yılında, Sultan I. Murat’ın kardeşi, Süleyman Paşa’nın kızı İsmet Sultan Hatun için yaptırılmış bir türbe var. Buraya: Sultan Hatun Türbesi ya da Aynalı Kadın türbesi deniliyor.

Biri kapı önünde, dışarıda ve diğeri türbe içinde ve zemin taşlarının biri üzerinde, mermerden, birer ayna resmi varmış. Halk arasında: Aynalı kadın  denilmesinin sebebi buymuş.

2006 yılında restorasyona alınan Sinop Müzesi, ülkemizdeki en modern müzelerden biri haline geldi. Yıllık ziyaretçi sayısı: 200.000 civarındadır.

Yakın zaman önce: cezaevi duvarları arasında kalan eklentilerin bir kısmının yıkılması sırasında: eski devirlerde mancınıklarla kullanıldıkları tahmin edilen taş külleler bulundu. 40 civarındaki taş gülle: Sinop Arkeoloji Müzesine taşındı. Müze gezinizde, bunları da göreceksiniz.

 

Sinop Arkeoloji Müzesi Bahçesi

SERAPİS MABEDİ

Müzenin bahçesinde kalıntıları var. 1951 yılında bölgede yapılan kazılarda ortaya çıkarılmış. Güneyinde: altarı olan dikdörtgen planlı bir mabet. Kazı sırasında: pişmiş toprak malzeme, mimari parçaları ve sırasıyla Serapis, Dionysos, Herakles, İsis ve Kore figürleri bulunmuş. Mabedin, hangi tanrı için yapıldığı bilinmiyor. Ancak, bir yazıtında, bu mabedin Serapis’a ait olduğu görülmüş.

 

Sinop Şehitlik ve Deniz Şehitleri Anıtı
Sinop Şehitlik ve Deniz Şehitleri Anıtı

ŞEHİTLİK VE DENİZ ŞEHİTLERİ ANITI

Müzenin bahçesindedir. Yani, burayı ziyaret etmek isterseniz, Müzenin bahçesinden giriliyor, cadde üzerinde kendi kapısı kilitlidir. 1853 Osmanlı-Rus savaşları sırasında, Sinop limanında şehit  düşen denizcilerimiz için yaptırılmıştır.

Anıtın ilk yapımına: 1857 yılında Kaptan-ı Derya Mehmet Ali Paşa tarafından başlanılmıştır. Arkasında bir abide  yapılması  düşünülmüşse de, Mutasarruf Zihni Bey’in başka bir yere tayini nedeniyle yaptırılamamıştır.

Mevcut şehitlik: 1933 yılında Vali Abdulhak Savaş’ın girişimleriyle, Cumhuriyetin 10. yıl dönümünde tamamlanarak, açılmıştır.

 

Sinop Etnografya Müzesi-Aslan Torunlar Evi

 

ETNOĞRAFYA MÜZESİ: (ASLAN TORUNLAR EVİ)

Şehirdeki en güzel Osmanlı dönemi sivil mimari örnek yapılarından biri olan: 19.yüzyıl başlarında inşa edildiği tahmin edilen, bir yerde bulunuyor. Kefeli Mahallesi, Kemalettin Sami Paşa Caddesindedir. Zaten Etnoğrafya ve Arkeoloji Müzeleri birbirine çok yakındır, yine de görünmüyor, yerlerini sormak gerekiyor.

Evet: Etnoğrafya müzesine gittiğinizde, yerler halı, içeride ağır bir hava var, ama görevli çok ilgili, müzede bir görevli var, giren olursa onlarla birlikte geziniyor. Öte yandan, sakin bir müze, Etnoğrafya müzeleri genelde ilgi çekmiyor.

Ağustos 2023 tarihinde bu müzeyi gezerken, bizden başka içeride kimse yoktu.

Evet, bina kesme taştan yapılmış, zemin kat üzerine, ahşap çatı arası ve 1 ve 2’nci katlar bindirme tekniğiyle yapılmış. Cephede: bol pencere ve geniş saçak var. 1 ve 2 nci katta bulunan: 4 oda ve 3 eyvan, ortadaki sofaya açılıyor.

Odalarda: ahşap dolar, ocak gibi öğelerle bulunuyor.  En alt zemin katta: Sinop ve Boyabat evlerinin sergilendiği galeri kısmı var. Önceleri burası, atların bağlandığı ahır kısmı imiş. Burada: ülkemizin çeşitli yerlerinden elde edilmiş mutfak eşyaları sergileniyor. Ayrıca: bir köy odası var.

Sinop Etnoğrafya Müzesi
Sinop Etnografya Müzesi
Sinop Etnoğrafya Müzesi

 

Birinci kat: Etnoğrafya Müzesi ve 2.kat ise: yaşayan konak olarak planlanarak, ziyarete açılmıştır. Birinci katta: Sinop yöresinde kullanılmış olan ziynet eşyaları, kılıçlar, dokuma tezgahı gibi eşyalar bulunuyor.

Sinop Etnografya Müzesi
Sinop Etnografya Müzesi

 

İkinci kat: geniş bir salon ve bunun çevresinde simetrik olarak planlanmış 4 oda ve 3 eyvan var. Bu eyvanlarda, konak yaşantısı canlandırılmış. Baş odada: konağın erkeklerinin yaşamı, oturma odasında ayrıntılı bir kına gecesi, namaz odasında evin büyüklerinin ibadetleri canlandırılmış. Ayrıca: gelin odasında, gelinin konak içindeki yaşamı ve eşyaları ayrıntılı bir şekilde sergilenmiş.

Sinop Kalesi

SİNOP KALESİ

MÖ.7. yüzyılda, şehri korumak için, yarımada üzerine yapılmış. Yalı ve Kafevi Mahallelerini kuşatır. İç ve dış limanların arasında bulunuyor.

Bazı kaynaklara göre, kalenin yapımı Hititlere kadar indiriliyorsa da, bu durum kesinlik kazanmamıştır. MÖ.72 yılında, Pontus kralı IV. Mithridates: Sinop’ta: mabet, tiyatro, gimnasium ve saray yaptırmış, şehrin çevresini de surlarla çevirmiştir.

Bunları izleyen dönemlerde: Selçuklular, İsfendiyaroğluları ve Osmanlılar tarafından da, kale, onarılmış ve eklerle genişletilmiştir. Bu dönemlere ait kitabeler, günümüzde kalede bulunmaktadır.

Bu kitabelerde, surları yaptıran kumandanların isimleri yazılıdır. Selçuklular, limanı kontrol etmek için, kaleye bir iç kale eklerler. Burç ve kulelerle, kaleyi daha da güçlendirirler.

Sinop Kalesi

Şehrin güneyinde, iç limana bakan kale: deniz kıyısında, birbiri içine giren, 2 bölümden meydana gelir. Kalenin 6 kapısı vardır. Bunlar: Kum kapısı, Meydan kapısı, Tersane kapısı, Yeniçeri kapısı, Dabağhane Kapısı ve Lonca kapısıdır.

Bu kapıların hepsi, ikişer kanatlı demir kapılardır. Ancak: 1950 yılındaki karayolu yapımı sırasında, bu kapıların çoğu yıkılır.

Günümüzde: yalnızca iki kapı kalmış. Biri: cezaevinin karşısındaki Loncakapı ve diğeri de, otogarın yakınında, kuzey kıyıda, denize düşecekmiş gibi duran ve bir burca benzeyen Kumkapı.

Sinop manzarası için: Limandaki burca çıkın. Surun bir kısmında yürüyerek, denizi seyredebileceğiniz gibi, kenti boğan yapılaşmayı da göreceksiniz.

Sinop Kalesi

Dış kalenin uzunluğu, kuzeyde: 800 metre, doğuda 500 metre, güneyde 400 metre, batıda 270 metredir. Sur duvarlarının kalınlığı: 3 metreyi bulur.

Selçuklu döneminde: iç kalenin bir bölümü tersaneye dönüştürülmüş ve dönemin en güzel savaş gemileri burada yaptırılmıştır. Osmanlılar da, bunu sürdürmüş ve burada kalyonlar, kadırgalar yapılmıştır.

SAAT KULESİ

İç kale burçlarından, doğu surları üzerindeki burcun üzerindedir. Kare planlı, düzgün kesme taştan yapılmıştır. Burcun batısından çıkan taş merdivenle kuleye varılır. Cumhuriyet dönemi yapılarından olan kule, şehirle özdeşmiştir.

Ancak, ne zaman ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Bunu açıklayan bir kitabe ve belgeye rastlanmamıştır.

Büyük olasılıkla, saat kulesinin: 1892 tarihinden sonra yapıldığı düşünülmektedir. Kule: dikdörtgen bir prizma şeklinde, üzeri mazgallı olup, dört köşesine de, birer saat kadranı yerleştirilmiştir.

 

Sinop İç Kale-Eski Sinop Cezaevi-Eski Sinop Tersanesi

İÇ KALE- ESKİ SİNOP CEZAEVİ-ESKİ SİNOP TERSANESİ

Güneydedir. 9500 metre karelik bir alana yayılmıştır. Kuzeydeki iç kale ise: 16875 m. Karelik alana yayılmıştır. Kuzeydeki iç kale: Sinop’un batısındadır. Güneyi ve kuzeyi, denize karşıdır. 11 burçla desteklenen iç kalenin duvarlarında, antik çağlara ait mimari parçalar, sütunlar, sütun başlıkları bulunmaktadır.

Buradaki surların yüksekliği: 18-22 metredir. Duvar kalınlıkları: 3 metreyi bulur. Ayrıca; bu bölümde, kaleyi bir uçtan, diğer uca kadar uzanan, gezinti yolu var. Selçuklular: şehri ele geçirdiklerinde, önüne uzun bir sur duvarı eklerler.

Buradaki duvarlar yapılırken, şehirdeki antik çağlara ait yapıların taşlarından yararlanılmış. İç kale: esas kalenin depo ve cephaneliği niteliğinde idi. İçinde: İbrahim Bey Camisi varmış. Sonraki yıllarda, bu cami ile birlikte depolar yıktırılmış, içerisinden bir yol geçirilmiş.

Güney bölümü: diğer bölüme göre  daha alçak olduğundan, sonraki yıllarda, burası hapishane olarak kullanılmış.

Sinop İç Kale-Eski Sinop Cezaevi-Eski Sinop Tersanesi

İç kale adı verilen ve hapishanenin bulunduğu alan: 1214 yılında, Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus tarafından, ana kalenin kuzeyden-güneye inen, dik bir surla kesilmesiyle oluşturulmuştur. Sinop hapishanesi, bu bölümde kurulmuştur.

 

Sinop İç Kale-Eski Sinop Cezaevi-Eski Sinop Tersanesi
Sinop İç Kale-Eski Sinop Cezaevi-Eski Sinop Tersanesi
Sinop İç Kale-Eski Sinop Cezaevi-Eski Sinop Tersanesi

 

Hapishaneyi çevreleyen iç duvar: 11 burçla desteklenmiştir. Burçların yüksekliği: 22 metre ve surların yüksekliği ise; 18 metredir. 3 metre kalınlığında olan surların üzerinde: yollar bulunmaktadır ve bu yollarda, muhafızların gezi yollarıdır.

Sinop İç Kale-Eski Sinop Cezaevi-Eski Sinop Tersanesi

Evet: İç kale: Selçuklular zamanında tersane olarak kullanılmıştır. Osmanlılar döneminde de, burası tersane olarak kullanılmaya devam edilmiş ve zamanın en mükemmel harp gemileri, burada yapılmıştır. Osmanlıların, Karadeniz’de mevcut en büyük tersanesi burada kurulmuştur.

 

Sinop İç Kale-Eski Sinop Cezaevi-Eski Sinop Tersanesi
Sinop İç Kale-Eski Sinop Cezaevi-Eski Sinop Tersanesi
Sinop İç Kale-Eski Sinop Cezaevi-Eski Sinop Tersanesi

 

Ancak; bölge, 1887 yılından sonra tersane vasfını kaybetmiş ve cezaevi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Cezaevinden mahkumların kaçışı imkansızdı.

Çünkü: dört bir tarafı, kale ile çevriliydi. Buradan: yalnızca iki kişi kaçmaya çalışmış, biri denizde boğulmuş, diğeri ise kaçmayı başarmıştır.

1939 yılında, iç kalenin kuzeyindeki bölmede: 2 katlı, 9 koğuşlu, ikinci bir taş bina yapılmıştır. 1950 yılında: cezaevi son şeklini almıştır.

Bu şekliyle, cezaevinde: 11 küçük, 37 koğuş, 21 hücre ve 64 gözlem hücresi bulunmaktadır. Gözlem hücrelerinde, siyasi hükümlüler ve idamlıklar kalmaktaymış.

Cezaevinin bir bölümünde de, çocuk İslahevi var. 432 yıllık bir geçmişe sahip cezaevinin eski durumuyla ilgili bilgileri, o zamanlar şehirde yaşamış ve cezaevinde yatmış kişilerin anılarından öğrenmek mümkün oluyor.

Sinop İç Kale-Eski Sinop Cezaevi-Eski Sinop Tersanesi
Sinop İç Kale-Eski Sinop Cezaevi-Eski Sinop Tersanesi

 

Daha sonraki süreçte: 1997 yılında, cezaevi boşaltılmış ve bölge, 1999 yılında Kültür Bakanlığına tahsis edilmiş ve Bakanlıkça: buranın kültür kompleksi haline getirilmesi çalışmaları sürdürülmektedir. Halen Müze olarak hizmete açıktır. 2004 yılında: 45.000 kişi tarafından  ziyaret edilmiştir. Cezaevini anlatan şiirler Sebahattin Ali tarafından yazılmış olup, özellikle “Aldırma Gönül” popüler olmuştur.

Sinop Şehitler Çeşmesi

ŞEHİTLER ÇEŞMESİ

Tersane çarşısındadır. 1853 yılındaki Osmanlı-Rus savaşında şehit düşen, Türk denizcilerin ceplerinden çıkan paralarla yaptırılmış. Yalnız burada hassas bir durum var.

Şöyle ki: bu denizcilerimiz şehit edildiğinde, yani Ruslar burayı bombaladığında, henüz harp ilan edilmemiş. Yani: adice bir baskın ve şehitler.

Hacı Ömer Camisinin doğusundadır. 3.80 x 3.80 metre boyutlarında, bir alana oturtulmuştur. Üstü: tek kubbe ile örtülüdür. Üzeri: çinko ile kaplanmıştır.

Sinop Balatlar Kilisesi

BALATLAR KİLİSESİ

Şehrin: Ada mahallesinde, Yusufoğlu aralığındadır. İlk bulunduğunda: 3062 metre karelik alanı kapsayan bu yapının: Roma döneminde yapılmış bir hamam olduğu düşünülmüş.

Ancak: 660 yılında, buranın Bizans döneminde yapılmış, dikdörtgen planlı bir bazilika olduğu anlaşılmış. Günümüze, yalnızca: kuzey ve güney duvarı kalmıştır.

Bu duvarlarda: İsa, Meryem ve havarilerle ilgili freskler sürekli açıkta bulunduklarından tahrip olmuş ve hala da olmaya devam ediyorlar. Ayrıca: şapelin tonozla örtülü üst yapısı, sağlam kalmış. Diğer bölümlerin üstü açık. Tüm duvarlarda, dört sıra tuğla kullanılmış.

Sinop Balatlar Kilisesi

Çağının mimari özelliklerini taşıyan bu fresklere yazık, önlem alınmasını diliyorum. Giriş kısmında ve tavanlarda, boyalı grafikler var. Eskiden, bunların çok olduğu söyleniyor ama günümüzde bakımsızlıktan, bu kadarı yani az sayıda kalmış. Kilise: 2000 yılında kamulaştırılarak, halkın ziyaretine açıktır.

Sinop Alaaddin Camii

ALAADDİN CAMİ

Ulu cami, Büyük cami ve Alaüddin Camisi olarak da bilinir.

Selçuklu dönemi eseridir. Sinop’un en büyük camisidir. Sinop’un fethinden sonra, 1214 yılında yaptırılmıştır. Rumların şehre yaptıkları baskınlarda, büyük zarar görmüştür. 1268 yılında, Süleyman Pervane tarafından yeniden onarttırılır.

Sinop Alaaddin Camii

Büyük bir avlunun güneyindedir. Dikdörtgen planlı olup, beş kubbelidir. Avlunun ortasında, bir şadırvan, bir köşede de, İsfendiyar oğullarının türbeleri var. Burada bir de “Seyit Bilal Türbesi” var. Seyit Bilal: savaşta kopan kafasını kapıp koşarak, Sinop’a yetiştirdiği rivayet edilir.

Çandarlıoğulları döneminde, emsalsiz işçilikte bir minber ilave edilir, ancak bu minber: büyük kubbenin 1850 yılında yıkılması sırasında harap olur ve kalan bölümleri-parçaları: Trabzon Valisi Sırrı Bey tarafından, İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesine gönderilir.

Caminin arkasında: kesme taştan, yuvarlak gövdeli, tek şerefeli olan minaresi bulunur.

Caminin bahçesi: güllerin, palmiye ağaçlarının ve gölgeliklerin bol olduğu bir yer, keyifli ve genellikle kalabalık.

Sinop Pervane Medresesi

PERVANE MEDRESESİ

Hemen Alaaddin Camisinin karşısında. 1262 tarihinde yapılmış bir yapı. Sinop’un düşman işgalinden kurtuluşunun anısına: Selçuklu veziri Süleyman Pervane tarafından yaptırılmış.

Medrese: moloz ve kesme taştan yapılmış,  dikdörtgen planlıdır. Dönemin taş işçiliğini gösteren, görkemli bir giriş kapısı var.

Giriş eyvanında, tek katlı medrese avlusunun iki tarafında:; 16 oda sıralanmıştır. Girişin karşısındaki eyvan; 1889 yılında dershaneye dönüştürülmüştür. Giriş eyvanının iki yanında, birer kapı var.

Bu kapılardan, sağ taraftakinde, Muinüddin Süleyman Pervanenin torunu ve Mesut Celebinin oğlu Sinop Beyi Altınbaş ünlü deniz generali Gazi Çelebinin mezarının bulunduğu küçük bir bahçe var.

Odalarında, günümüzde: ahşap tekne maketi ve Sinop dokumaları gibi yöreye özgü el sanatlarının satış yerleri var.

Sinop Paşa Tabyası

PAŞA TABYASI

Yarımadasın güney ucunda, il merkezine 1 km. uzaklıkta, 19.yüzyılda, Osmanlı-Rus savaşları sırasında, denizden gelen tehlikeleri önlemek için yapılmıştır. Yarı ay şeklindedir. 11 top yatağı, cephanelik, asker koğuşu olarak kullanılan büyük mekanlar ve mahzen var. Günümüzde: burası, ziyarete açık bir yer. Yeme-içme mekanları oluşturulmuş.

Sinop Korucuk Tabyaları

KORUCUK TABYALARI

İl merkezine: 3 km. uzaklıktadır. Geniş bir alanı kapsamaktadır. Batı kısmında, toprak altında, kesme taşlardan örülmüş, tonozlu koridor ve 2 oda ile, batıdan doğuya uzanmış küçük tepeler arasında bulunan 5 adet top yuvasından oluşmaktadır. Osmanlı döneminde, savunma amacıyla yapılmış bir yapıdır. Günümüzde: özel kişinin mülküdür.

Sinop Akliman
sinop.akliman.1
Sinop Akliman

 

AKLİMAN KOYU

İlin batısında bulunuyor. Kent merkezine uzaklık: 9 km. Sinop’tan İnceburun’a en kısa, buradan gidilir. Sinop-Akliman-Hamsilos yolunun üstündedir.

Koyun hemen açığında: 2 ada var. Bu adalar: koyun güney ve kuzey kısımları ile birleşmiş gibidir. Koyun: kuzey yakasındaki adayı: kıyıya birleştiren bir köprü var. Bu köprü: açık denizden gelen  dalgaları da engelliyor. Ayrıca: bu adada “Akliman Feneri” bulunuyor.

Koyun güneybatı ucunda: bir küçük koy daha var. Ayrıca: ana koyun hemen güney kıyılarında, iki küçük, girinti daha var.

Kumsal gayet güzel, genişliği: 15-20 metre arasında, uzunluğu ise, bayağı var. Yani resimlerden de göreceğiniz gibi, burada denize girmek mümkün. Ayrıca: burada, Milli Parklar Müdürlüğü tarafından tanzim edilmiş, piknik alanı var.

Piknik alanı: her türlü ihtiyaca cevap verebilecek düzeyde. Burada: ormanla deniz iç içe. Yani: piknik alanıyla, ormanla denizin iç içe olduğu “ria” tipi bir kıyı örneği.

Türkiye’de: oksijen yoğunluğu ile, birinci sırada bulunan ve içinde bitki örtüsü ve yaban hayatı bakımından büyük bir zenginlik olan, Akliman Mevkii, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından, “Hamsilos Tabiat Parkı” ilan edilmiş. Zaten: 1991 yılında, birinci derece SİT alanı olarak da ilan edilmiş.

Sinop Hamsilos Koyu
Sinop Hamsilos Koyu
Sinop Hamsilos Koyu
Sinop Hamsilos Koyu

 

HAMSİLOS KOYU

Hamsilos Koyu: aslında, jeolojik ve coğrafi bir terim olan: “Fiyord”dur. Fiyord: buzulların oluşturduğu vadilerin,  deniz suyu ile dolmasıyla oluşan, dik yar ve kayalıkların arasındaki dar deniz koycuklarına verilen bir isimdir.

Dar koylar: buzullar tarafından aşındırılmış ve deniz seviyesinin çok altındaki taban,  deniz yüzeyinin bayağı altına kadar devam eden ilk duvarlar, kara tarafında ve ortada deniz tarafına göre, daha çok olan derinlik ve açık deniz ile bağlantılı fiyordların tipik özellikleridir.

Dolayısı ile: Hamsilos fiyordu: son buzul çağında, Karadeniz’in tamamen donduğu dönemde, buzullar erirken oluşmuştur. Genellikle, kuzey ülkelerinde görülen bu coğrafi oluşumun, Türkiye’deki tek örneği Hamsiloz koyudur.

Karadeniz’in hırçın olduğu günlerde, yörenin balıkçıları bu koya sığınıyorlarmış.  Burada: deniz, sanki bir nehir gibi karanın içine giriyor. Devecik deresi adlı küçük bir akarsuyun ağzında bulunan, 300-400 metrelik bir deniz girintisidir.

Burası 1991 yılında Doğal Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır. Dünyada tek benzeri, Norveç ülkesi kıyılarında bulunmaktadır. Koyun bulunduğu körfez, çiçek ve ağaçlarla bezenmiştir.

Evet: koyun bulunduğu milli park alanı, Sinop şehir merkezine yakın olduğu için, Sinoplular burayı sık ziyaret ediyorlar. Hamsilos koyu, il merkezine: 14 km. uzaklıktadır.

Ancak buraya giderken dikkat etmeniz gereken bir durum var. Yol üzerinde, hemen sağda bir süre sonra “HAMSİLOS TABİAT PARKI” diye bir tabela göreceksiniz ve bu tabelanın bulunduğu alana giriş ücretlidir.

Burada, deniz kıyısında piknik alanları var, ağaçların altında, denizin kıyısındaki yeşillik alanda insanlar mangal yakıyor, çocuklar top oynuyor, her yan duman, ağaçların altına çadırlar kurulmuş, hemen sağ yanda deniz kıyısında bir restoran bulunuyor ama burası Hamsilos koyu değildir.

Eğer Hamsilos koyuna gitmek istiyorsanız, burayı pas geçip deniz kıyısından Akliman istikametinde ilerleyin. Yine yol üstünde, piknik yapanlar, mangal yakanlar, denize girenler göreceksiniz, ama bunlar ücret ödemeden bu işi yapanlar, yani piknik yapacaksanız, ileriye devam edin, ücret ödemeden piknik ve denize girme imkanı var.

Bir süre sonra Hamsilos koyuna varılıyor. Burada: bir yerde aracınızı otoparka bırakıp yürümeye başlıyorsunuz. Ama mesafe uzun değil, bölgeye geldiğinizde, sol yanda muhteşem güzel Hamsilos koyu manzarası, sağ yanda ise, deniz görülüyor.

Bu güzelliği mutlaka yaşayın, yol sorunlu değil, buraya mutlaka gidin. Ancak burada piknik yapmak, ateş yakmak mümkün değil, ahşap kamelyalarda oturup çevreyi seyredebilirsiniz.

 

Sinop Mobil Korucuk Köyü Mevkileri

MOBİL KORUCUK KÖYÜ MEVKİLERİ

İl merkezine, 2 km. uzaklıktadır. Sinop yarımadasını çevreleyen yol üzerindedir. Sakin bir deniz ve tertemiz kumsalı var. Ayrıca: burada, turizm belgeli  tesisler, restoranlar, kamp ve karavan yerleri var. Sinop il turizminin en yoğun olduğu yer burası. Kumunun halk arasında, romatizma ve siyatik gibi hastalıklara iyi geldiği de söyleniyor.

Sinop Plajları

KARAKUM

Şehir merkezine uzaklık: 2 km. Sinop yarımadasını çevreleyen yol üzerinde. Karakum denilmesinin sebebi: sahildeki ince ve simsiyah volkanik kum bulunmasıdır. Burada: kamu kamp alanları var. Ayrıca: otel, tatil köyü, kafe, restoran, bungalow tipi evler, karavan ve çadır yerleri de bulunuyor.

 

Sinop İnce Burun
Sinop İnce Burun
Sinop İnce Burun

 

Sinop İnce Burun

İNCE BURUN

Ülkemizin, en kuzey ucundadır. Şehir merkezinden yaklaşık 1 saat uzaklıktadır. Aklimana giderken yoldan saptığınızda, sapaktan 13 km sonra buraya ulaşılır.

Ancak yol çok kötü, delik deşik, hız yapamazsınız, yavaş gidince yolculuk süresi uzuyor, bir de yol çok ıssız, pek hareketli ve keyifli bir yol değil, ama yine de, İnceburun güzel bir yer, bence gidin, bu güzelliği görün.

Burunda: gemilere geçiş kolaylığı sağlamak için, ince burun feneri var. Yüksekliği: 12 metredir.  Denizden yüksekliği ise, 26 metredir.

Kuruluş tarihi; 1863 yılıdır. Duvarlarının kalınlığı ise: 75 cm. Burada: denizde, bazen çok büyük dalgalar oluşuyor. Bunların yükseklikleri: 8 ile 15 metre arasında olabiliyor. Buraya giderseniz, muhteşem bir rüzgarla karşılaşacaksınız.

Ayrıca: burada küçük bir işletme var, sanırım aile işletmesi, burada tahta masalara oturup muhteşem manzara eşliğinde bir bardak çay içmeyi sakın ihmal etmeyin.

Hatta, muhteşem lezzetli haşlanmış mısır da yiyebilirsiniz. Evet, İnceburun o kötü yoluna rağmen güzel bir yer, yolu göze alın, yavaş yavaş gidin gelin ama bu güzelliği mutlaka görün.

 

BAHÇELER MEVKİİ

Şehir merkezinin girişindedir. İç limana bakan kısımda, ormanla kaplı bir alandır. Burada: ortalama 500 metre uzunluğunda ve 4 ile 10 metre arasında değişen genişlikte, kum sahil bandı var.

Bu bölümde: halk plajı, orman kampı ve dinlenme tesisleri ile, belediye kampı ve kampın içinde motel, restoran, kamp ve çadır yerleri bulunuyor. İnce, sarı kum ile kaplı olan sahip bandında, denize giriliyor. Bandın gerisindeki ormanlık alan ise: piknik ve mesire yeri olarak kullanılıyor.

 

SARIKUM

İl merkezine, 21 km. uzaklıktadır. Yörede: deniz, orman ve göl bir aradadır. Çeşitli balık ve yabanı hayvanların bulunduğu bölge: tabiat koruma alanı olarak ilan edilmiştir. Deniz kıyısında, ince taneli kumların oluşturduğu, geniş ve uzun bir kumsal var. Adını zaten bu kumun renginden alıyor.

Sinop Sarıkum Tabiat Koruma Alanı

SARIKUM TABİAT KORUMA ALANI

İl merkezinde, Abalı köyü yakınlarında, Sinop-İstanbul kara yolunun 7 km. de bulunmaktadır. Bu alanda: deniz, kıyı, kum, göl, sulak alan ve orman bir arada bulunmaktadır.

Bu nedenle: çok sayıda su kuşu ve yırtıcı kuşlar ile karaca, vaşak, toy, kuğu gibi nesli tehlikeye  düşmüş türler bölgede yaşamaktadır. Ayrıca: kayın, gürgen ve meşe gibi orman ağaçları bulunur. Burada: geyikleri görebilirsiniz.

Muğla Milas

Muğla Milas

Kaptan Cousteau, Gökova ve Mandayla körfezlerindeki kıyıları gördükten sonra, “Dünyada cennet arayan, Gökova’da bulur” demiş. Ama, yalnızca cennet değil, Milas yöresi tam bir tarih hazinesi. Ben buraya gittiğimde, özellikle: Uzunyuva ve  Gümüşkesen mezar anıtı ve Müzeden etkilenmiştim. Tarihi atmosferi sevenler için, mutlaka zaman ayrılması ve gezilmesi gereken bir yer.

ULAŞIM

Uluslar arası Milas hava alanı, bu bölgeye ulaşımın en kolay yolu. Hava alanı, ilçe merkezine, 10 km. uzaklıktadır. Kara yolu ile gelmeyi düşünenler için ise: gerek Aydın ve gerekse Söke üzerinden, buraya ulaşmak mümkün.

Muğla Milas

TARİHİ

Kentin kuruluşunun, MÖ.1000 yılına kadar uzandığı düşünülüyor. Bölgede, önceleri Karia ve daha sonraki dönemlerde ise, Menteşe Beyliğine başkentlik yapmıştır.

İlçenin, antik dönemdeki ismi: Mylasos ya da Mylasa. Karia bölgesinin ulusal tanrısı Zeus Karios Mabedi; bu bölgede bulunuyor ki, o dönemde Karialıların bir haç yeri gibi imiş.

Karialılar

Savaşçı milletti. Kalkan ve sorgucu bulmuşlardı. Denizlerde  de çok üstündüler. Korsan olan bu ırk; MÖ.7.yüzyılda, Mısır kıyılarına kadar inerler. Aynı yıllarda: Lidyalıların yanında, Pers savaşlarına katılırlar.

Lidya kralı Giges: kutsal emanet olarak saklanan, Herakles’in “Altın Savaş Baltası”nı; Karialılara hediye eder. Onlar da baltayı; Karya, Lidya ve Mysia’nın ortak haç yeri olan, Milas yakınlarındaki; biraz önce sözünü ettiğim, Zeus Karios Mabedine gömerler.

Zaten, Labranda’daki bu kutsal alana giden kutsal yolun başlangıç bölümü: Milas şehrinde, günümüzde “Baltalı Kapı” olarak tanınan ve alınlığında çift yüzlü Karya Baltası (Labros) bulunan kemerli anıtsal kapıdır.

Evet, tarihi süreç incelendiğinde: Mylasa isimli kentin, Karya bölgesinin batısındaki en büyük ve önemli kentlerden biri olduğu görülüyor. İsmindeki “Asa” eki: çok eski bir yerleşim yeri olduğunun ifadesidir. Şehir: MÖ. 450-440 yılları arasında: Attikadelos deniz birliği üyesidir. MÖ. 1’nci yüzyılda, şehrin liderliğini yapmış olan Euthydemos ve Heybreas adında iki önemli kişi yetişmiştir.

Tarihçi Strabon’a göre: Mylasa, iç Karia’nın 3 önemli kentinden biridir. Diğerleri ise: Alabanda ve Stratonikeia. Mylasa: MÖ.5.yüzyılda: İonia ayaklanmasına ve Pers ordularına karşı, bölge şehirlerinin direnişine katılır.

MÖ. 446 yılında, Berymdon Savaşından sonra: Pers hakimiyetinden kurtulurlar ve Attika Delos Deniz Birliğine katılırlar.

Mylasa

Diğer Karia kentleri gibi, MÖ.334 yılında, Büyük İskender tarafından, Karia kraliçesi Ada’ya teslim edilir. (Bu prensesin lahdi: belki dikkatinizi çekmiştir, Bodrum Kalesinde bulunmaktadır.)

Şehir: MÖ.129 yılında, Roma’ya bağlanır. Takip eden Bizans döneminde ise, piskoposluk merkezi haline gelir. MS.4.yüzyıldan sonra: şehir, yavaş yavaş önemini kaybeder. 5.yüzyılda, şehirde, küçük bir Hristiyan topluluğu olduğu görülüyor. 5.yüzyılın ikinci yarısında: Roma’dan gelerek, şehirde, Hristiyanlık için çalışan ve kızlar için manastır açan Kseni isimli, ünlü bir rahibenin yaşar.

Tarihi süreç incelendiğinde: 13.yüzyılda, Milas yöresi, Menteşe Oğulları Beyliği döneminde, Beylik merkezi olarak kullanılır. 17.yüzyılın ikinci yarısında, Milas bölgesine gelen Evliya Çelebi: ünlü Seyahatnamesinde, Milas için şunları yazar: Milas, Sodra dağı eteklerinde, 1000 kagir evin, tütünü ve narenciyesi bol, Şeyh es Şüşteri adlı evliyanın yaşadığı yer”

Şeyh Şüşterinin mezarı: günümüzde, Atatürk bulvarının tam ortasındadır. Mezar kaybolmasın diye, bir mermer üzerine adı yazılarak dikilmiştir.

İlçenin her yanı: mermerlerle kaplı. Doğal olarak, mabetler kenti adını almış. Milas sınırları içinde, 27 antik kentin kalıntılarını görmek mümkün. Özellikle: İasos, Labrabda, Euromos ve Heraklia öne çıkıyor ve bu şehirlerin kalıntıları ziyaret edilebilecek potansiyelde.

Takip eden dönemde, bölgede: Karialılardan sonra, Bizans, Selçuklu, Menteşe Beyliği ve Osmanlılar egemen olmuşlardır.

Milas isminin kaynağı: rüzgarlar  tanrısı Ailos’un soyundan gelen “Mylasos”dan gelmektedir.

Muğla Milas

GENEL

Milas: her ne kadar 27 antik kenti barındırarak, tarihi çekiciliğini öne çıkarsa da, doğal zenginliklerde barındırmaktadır. Milas yöresinde, iki göl var. Biri Bafa ve diğeri Tuzla gölleri. İkisi de denizden kopmuş, ikisi de tuzlu ama kuş zenginliği açısından büyük önem taşıyorlar.

Bafa gölü; Milli park olarak ilan edilerek koruma altına alınmış. Binlerce kuş barınıyor. Güllük deltasında ise, Tuzla sulak alanı bulunuyor. İlçe merkezine, 23 km. uzaklıkta, Sırtlandağı mevkiinde bulunan “Halep çamı” ormanı, tabiat koruma alanı olarak koruma altına alınmış. Çünkü: bu tür orman çok az yerde bulunuyor. Bu alanda: 40-50 yaş gurubu, Halem çamlarından oluşan bir orman var.

Muğla Milas Halıları

MİLAS HALILARI

Milas: Türkmen boylarının en eski yerleşim yerlerinden birisidir. Bunun doğal sonucu olarak, burada, kendine özgü karakteristik özellikler taşıyan halılar dokunmaktadır.

Halı geleneğinin, bölgede, 16.yüzyılda seccade halıları dokunmasıyla başlar. 18.ve 19.yüzyıllarda ise, renk ve özellik olarak, Barok stili özellikler taşıyan halılar dokunmaya başlanır. Dokumada, tamamen yün kullanılmıştır. Bu yünler: kök ve doğal boyalarla renklendirilmiştir.

Klasik el dokumaları: mihraplı, Milas seccadeleridir. “Ada Milas” isimli halılar, eski örneklerin başında gelir. Kenar süslerinin, yan yana sıralanmasından oluşur. Her suyun içindeki motifler, genelde birbirlerinin tekrarıdır.

Milas bölgesinde, başka bir gurubu oluşturan halılar da “Madalyonlu” örneklerdir. Bu halılar: kare, dikdörtgen, altıgen olarak, çeşitli tiplerde dokunur.

Günümüzde, Milas halıları, ilçenin şu köylerinde dokunmaktadır: Karacahisar, Ören Dört Tepe, Gereme, Bozalan, İkizköy, Pınarköy, Mezgit, Gürceğiz, Akçakaya.

Muğla Milas Evleri

MİLAS EVLERİ

Milas evleri: 19. ve 20.yüzyılın ilk yarısında yapılmıştır. Büyük bölümü restore edilerek kullanılmaya devam edilmektedir. Bu evler: 2 katlıdır, giriş avludan yapılır. Evlerin: ahşap destekli çıkmaları, sokağa taşar. Zemin katlar: genellikle depo ve kiler olarak kullanılır. Mutfak, tuvalet ve ahır: avlunun bir köşesindedir. Avludan üst kata, ahşap yada mermer bir merdivenle çıkılır. İlginizi çekerse, evleri gezebilirsiniz.

NE YENİR.NE İÇİLİR

Milas bölgesinde, zeytinyağlı yemekler yaygındır. Mumbar dolması, kabak çiçeği dolması, keşkek, çiçek kızartma, börülce, çaykama böreği düşünülebilir. Tatlılardan ise, zerde, mutlaka tatmanız gereken bir lezzet. Tabii bunların dışında, denize yakın bu bölgede: deniz ürünlerini de tatmanızı öneririm. Bunların dışında: Milas’ın köftesi de meşhurdur.

Labranda antik kent kalıntılarına giderseniz: buraya çıkarken Kargıcak köyündeki kır lokantasına mutlaka uğrayın. Burada: saçta yapılan oğlak kavurması ve tercihinize göre, mis gibi domateslerle hazırlanan menemen yemenizi öneriyorum.

NE SATIN ALINIR

Milas yöresinden: bu yöreye özgü, el dokuması halılar satın alabilirsiniz. Bunun dışında: İlçe merkezinde, Salı günleri Pazar kuruluyor. Bu Pazar, hem ucuz ve hem de renkli. Buraya, yerli ve yabancı turistler akın ediyorlar ve taze sebze ve meyveden, çam kokulu ballara, zeytinin her çeşidine, incecik işlenmiş yerel dokumalara kadar pek çok ürüne rastlamak ve satın almak mümkün.

GEZİLECEK YERLER

İLÇE MERKEZİNDE, GEZİ PLANI

İlçe merkezinde: Hisarbaşı mahallesinde bulunan, Zeus Karios Tapınağı var.

Muğla Milas Zeus Karios Tapınağı

ZEUS KARİOS  TAPINAĞI

Tapınağın Korint başlıklı tek sütunu: günümüzde ayakta olup görülebilir. Bu sütunun diğer ismi “Uzunyuva” Hisarbaşı mahallesinin doğusundadır. Tek bir sütundur. 3.5 metre yüksekliğindeki bir podyum üzerinde yükselir.

Tarihi yayınlarda: biraz önce sözünü ettiğim gibi: Zeus Kairos olarak bilinir. Ancak: üzerinde leylekler yuva yaptığı için, halk arasında, uzun yuva olarak adlandırılıyor. Sütunun uzunluğu: yaklaşık 10 metredir. Söylenenlere göre: bu sütun, Zeus adına yapılan bir tapınaktan geriye kalan tek sütundur.

Evet, maalesef, 2000 yıllık kaide mermerleri, birileri tarafından sprey boya sıkılarak boyanmış göreceksiniz. Ancak, özel bir teknikle eski haline getirilmesi için, bu mermer kaidenin temizlenmesi işi, İtalyanlara ihale edilmiş. Çünkü, mermer gözeneklere boya işlemiş.

Bu sütunun hemen başlangıç noktasındaki bir taş-yıkık barakada yapılan baskında: yerin 22 metre  derinliklerine kadar inen bir tünel ve bu  tünelin ucunda, Karya bölgesinin efsanevi ilk kralı Hekaios’un anıt mezarı bulunmuştur. Bu anıt mezar hakkında ayrıntılı bilgiyi, merak edenleriniz, yine bu siteden bulabilirler.

Kentin eski surlarından: günümüze gelen tek kalıntı: “Baltalı Kapı” olarak bilinen Kapı kemeridir.

Muğla Milas Baltalı Kapı

BALTALI KAPI

MÖ.1. yüzyılda yapılmıştır. Kapı kemerini: başlıkları bir sıra palmet ve yivle süslü iki paye taşımaktadır. Dış tarafındaki kilit üzerinde: çift yüzlü, balta kabartması bulunmaktadır. Zaten, kapı bu yüzden ismini almıştır. Kapının bulunduğu yer: Labranda’daki Zeus Tapınağına giden, kutsal yolun başlangıç yeridir.

Daha sonra: Gümüşkesen Anıtı görülmelidir.

Muğla Milas Gümüşkesen Mezar Anıtı

GÜMÜŞKESEN MEZAR ANITI

Sodra dağı eteğinde, Gümüşlük Semtindedir.

Mezar yapım tekniği ve mermer süslemelerin karakteristik özellikleri nedeniyle, MS.2.yüzyılın ortalarına tarihlenmektedir.

Antik kent nekropolü (mezarlığı) içindeki bu ihtişamlı anıt, Milas şehrinin yöneticisi, komutanı veya diğer bir üst düzey kişi veya aile için yaptırılmış olmalıdır. Çünkü: nekropol alanında, bu şekil bir yapı yapılması için, dönemin kent senatosunun izninin gerektiği biliniyor.

Mezar yapısı

Sodra Dağı ocaklarından çıkarılan, gri damarlı mermerden yapılmış. Arazi yapısı meyilli olduğu için, düz bir platform üzerinde yükseliyor. Yapı: 3 bölümden oluşuyor. Bunlar: gömülerin bulunduğu mezar odası, dinsel törenlerin yapıldığı ve sütunlarla çevrili orta kat ve bu sütunlar tarafından desteklenen çatı katı.

Giriş kapısı: batı cephesindedir. Mezar odasının zemininde: mevcut izlerden, ölülerin lahitlerin içine defnedildikleri anlaşılmaktadır.

İkinci katta

Çatıyı taşıyan sütunlar var. Bu sütunların arasında, zamanında ahşap korkuluklar bulunduğu anlaşılıyor.

Orta katın, zemin döşemesinde; kuzey tarafta bulunan ve huni gibi aşağıya doğru daralan delik: buradaki dinsel törenler sırasında, mezar odasına kutsal bir sıvı ya da kurban kanı akıtıldığını gösteriyor.

Çatının tavanı: mezarda yatan kişinin önemini vurgularcasına, geometrik ve bitkisel motiflerle, nakış gibi işlenmiştir.

Gezimize devam ettiğimizde, Firuz Ağa Camisi karşımıza çıkıyor.

Muğla Milas Firuzağa Camisi

FİRUZAĞA CAMİSİ

İlçede, Menteşe Oğulları döneminden kalma en önemli eserdir. Daha sonra: Osmanlı dönemine ait bir yapı görülebilir.

Muğla Milas Çöllüoğlu Hanı

ÇÖLLÜOĞLU HANI

İlçe merkezinde, Belen camisinin yakınındadır. 1737-1738 yılları arasında, Abdülaziz Ağa tarafından yaptırılmıştır. Günümüzde özel mülkiyettedir ve yıkık durumdadır. Yapının: kuzey ve güneyde, iki girişi vardır. Güneydeki giriş, tam eksende, güneydeki ise sağ köşededir.

Girişten sonra: taş döşeli bir avlu ve avlunun çevresinde, çift katlı odalar bulunmaktadır. Alt kat binek hayvanlarına, üst kat ise insanların konaklamasına ayrılmıştır. Soğuk ve güvenlik nedeniyle, alt kat pencereleri küçük yapılmış, kapılar ise bunun tersine hayvanların girebilmesi için büyük yapılmıştır.

Elbette: Milas Müzesine mutlaka zaman ayırmalısınız.

Muğla Milas Müzesi

MİLAS MÜZESİ

İlçe merkezinde, Hayıtlı Mahallesindedir. İlçe ve çevresindeki ören yerlerindeki kazılarda elde edilen eserlerin bir kısmı, burada sergileniyor. Müze: 1987 yılında hizmete açılmış.

Müze Müdürlüğü: Milas Kültür Merkezi binası içinde bulunmaktadır. Kültür Merkezi: toplam 1.5 dönümlük bir bahçe içinde, bodrum katı da bulunan, 2 katlı bir yapıdır. Binanın ana giriş katında: Müze sergi salonu ve idari birimler var.

Muğla Milas Müzesi

Teşhir salonunda 11 vitrin bulunmaktadır. Bu vitrinlerde: Stratonikeia kazılarında ortaya çıkarılan: altın eserler, İassos kazılarında bulunan pişmiş toprak kandiller ve ayrıca: heykeller, heykel başları sergileniyor. Yani, sergilenen eserler: MÖ.6-5 bin yıllardan başlayarak, Roma dönemine kadar uzanan geniş bir dönem içerisinde tarihleniyor.

Sergilenen eserler arasında: seramikler, taş baltalar ve altın eserler ile mermer heykel başları ve torsolar bulunuyor. Müzede sergilenmekte olan, özellikle geometrik dönem (MÖ.10-8.yüzyıl) ve klasik dönem (MÖ.5-4 yüzyıl) seramik eserleri,  dönemlerinin özelliklerini son derece iyi ortaya koyan örnekler olması açısından ilgi çekiyor.

Bunların yanında: Iasos antik kenti kazılarında ele geçirilen, MÖ.6.yüzyıla ait bir av sahnesinin betimlendiği duvar kabartması ile yine İassos bölgesindeki Çanacıktepe de bulunan, Helenistik döneme ait, iki yanında koçları ile betimlenmiş, Artemis heykel gurubu, müzenin önemli eserleri arasında öne çıkıyorlar.

Bir diğer önemli obje ise

Karya’nın iki önemli kenti olan Latmos ve Pidasa arasında yapılan “Dostluk ve Kardeşlik Anlaşmasının” yazılı bulunduğu yazıt. 1998 yılında, Arkeologlar tarafından, Kapıkırı köyüne ait yayla evlerinden birinde bulunmuş. MÖ.2-3.yüzyıllarda gerçekleştirildiği tahmin edilen yazıtta: Latmos ve Pidasa kentlerinin dini törenlerden, kız alıp vermeye ve mülk edinmeye ve savaşlarda ortak hareket edeceklerine dair konuların ayrıntıları yer almaktadır. “Aralarında evlenme yoluyla akrabalık tesis etmeleri için, hiçbir Latmoslu bir başka Latmosluya kızını vermemeli veya kız almamalı ve 6 yıl süreyle, Latmoslu Pidasalıya ve Pidasalı Latmosluya kız verip almalı……..” Mutlaka görmelisiniz.

Bahçe ise, açık sergi alanı olarak kullanılıyor.

Evet, ören yerlerinde gerçekleştirilen kazı çalışmaları ile bulunan eserlerin tamamı, yer sıkıntısı nedeniyle açık teşhir edilemiyormuş. Bu nedenle: Türkiye Kömür İşletmeleri Milas Lojmanları önündeki, yaklaşık 14 dönümlük arsa, yeni müze yapımı için, tahsis edilmiş. 2009 yılı eser sayısı: yaklaşık 55 bine ulaşan müzedeki eserlerin, günümüzde yalnızca 569 tanesi kapalı teşhir ve vitrin, 430 tanesi Balıkpazarı ve Açıkhava müzesinde sergileniyor.

MİLAS’IN ÇEVRESİNDE GEZİLECEK YERLER

Muğla Milas Beçin Kalesi
Muğla Milas Beçin Kalesi

BEÇİN KALESİ

Milas-Ören karayolu üzerindedir. İlçe merkezine, 5 km. uzaklıktadır. Bizans yapısıdır. Menteşe Oğulları döneminde onarılmıştır. Milas şehrini merkez yapan Menteşe Oğulları, hükümet merkezini ise, savunması kolay olduğu için “Beçin” kalesine taşımıştır.

Kalenin güney bölümü: surlarla çevrilidir 1974 yılında restore edilmiştir. Kalede: hamam ve sarnıç kalıntıları görülebiliyor. Esas yerleşimin bulunduğu: 200 metre yukarıdaki iç kale bölümünde ise: Bizans şapeli, Menteşe oğulları döneminden kalma: Kara Paşa Medresesi, Türbe, Ahmet Gazi Medresesi, Orhan Bey Camisi, Hamam, Bey Hamamı, Kızılhan, Yelli Camisi ve Medresesi günümüze kadar ulaşmıştır ve görülebilir.

Muğla Milas Labranda

LABRANDA

Labranda ismi: Zeus’un sembolü, Amazonların savaş aracı olan, “çift yönlü” bir balta olan “Labrys”den gelmektedir. Aslında Zeus’un simgesi, elinde şimşek tutmasıdır.

Herakles (Herkül) Amazon Kraliçesi Hippolyte’yi öldürdüğü için çifte ağızlı baltayı; 3 yıl kölesi olarak yaşayacağı Lydia Kraliçesi Omphale’ye hediye eder. Bu balta uzun yıllar Lidya hazinesinde kalır. Aradan yıllar geçer. Lidya’da iktidarı elinde tutan Mermnad hanedanlığı, gücünü Milaslı muhafız Arselis’ten alır.

Ancak Gyges’in ayaklanması sırasında, Lidya hazinesi de yağmalanır. Hazineden çift ağızlı baltayı alan ve Milas’a getirip Zeus kült heykelinin eline veren kişi Arselis’tir. Yani: Arselis, Zeus’un Labraundos olarak anılmasını sağlayan kişidir. Böylece Zeus’un çift ağızlı balta ile anılmasını sağlar. Çift ağızlı balta taşıyan Zeus simgesi, Karya sikkeleri ve Roma dönemine kadar uzanan dönemde sıkça görülür.

Antik kent: İlçenin kuzeyinde, Koca Yayla bölümünde bulunmaktadır. İlçe merkezine, 14 km. uzaklıktadır. Denizden 650 metre yüksekliktedir. Antik Latmos dağ sırasının güneybatı bölümündedir. Bir antik kent olmaktan çok, bağımsız bir kutsal alan, bir kült merkezi olarak tasarlanmıştır.

Yolu iyi durumdadır

Ülkemizin, en iyi korunmuş antik kentlerinden biridir. Kayralıların, ikinci kralı, Mozolus burada doğmuş ve kral olduğunda, burayı başkent yapmıştır. Daha sonra ise, başkentini, harika mozolesini yaptırdığı, Halikarnassos’a taşımıştır.

Labranda: Zeus Labrandosun kutsal alanıdır. Antik dünyada tapınaklar tanrının evi olarak kabul edilmekteydi ve bu bağlamda Labraunda, sahip olduğu anıtsal tapınaklar ve bağlantılı yapıları ile Zeus Labraundos’un (Labraunda’lı Tanrı Zeus) evidir.

Burası muhtemelen kendi rahipleri tarafından yönetilmekte ve çevre yerleşimlerinin tamamına ait bir hac yeri olarak kabul görmekteydi. Buraya ulaşmak ve dini ritüellerini yerine getirmek isteyen Karyalılar, Milas’tan başlayarak 14 km boyunca devam eden, 8 metre genişliğindeki taş kaplamalı “Kutsal Yol” u büyük kortejler halinde ve coşku ile geçiyorlardı. Kutsal alan her yıl, büyük dinsel bayramlar için gelen ziyaretçileri 5 gün boyunca ağırlıyordu.

Bu bölgede: MÖ.600 yıllarından itibaren yerleşim bulunduğu öğrenilmiştir. Bu kutsal alanda yapılan araştırmalarda: MÖ.497 yılında, Karyalılar ile Persler arasında bir savaş yapıldığı ve Kayralıların yenildiği görülüyor.

MÖ.355 yılında, Labrandada yapılan kurban şöleninde: Karya kralı Mousolos, kendisine yapılan bir suikastten son anda kurtulur.

Bunun üzerine

Burada bir dizi yeni yapılanmaya gidilir. İlk önce: Hekatomnid yapı projesini hayata geçirmek için büyük mermer bloklarının taşınması gerekir ve Milas ile Labraunda arasına taş döşeli bir yol inşa ettirir. Suni teraslar, küçük bir Dor bina, anıtsal merdiven, iki geniş ziyafet salonu, sundurmalı yapı, stao ve çevresi sütunlu Zeus Tapınağı gibi yerler yapılır.

Mousolos öldüğünde kardeşi ve karısı olan Artemisia, Kraliçe olur. Ancak kendisi, Karya hükümdarı olarak sadece 2 yıl kalır. Ünlü antik dönem yazarı Strabon: kocasının acısına dayanamayan Artemisia’nın MÖ 351 yılında öldüğünden söz eder. (Kocası için yaptırdığı; dönemin sanat harikası mezar anıtı halen Londra British Museum’da sergileniyor.)

Artemisia&dan sonra Karya Kralı ve Satrapı olarak Anadolu’nun en zengin adamı olarak yazılan İdrieus başa geçer ve MÖ 344 yılına kadar ülkeye hükmeder. İdrieus, imar faaliyetlerini sürdürür, ilk olarak tapınağı genişletir. Ancak, MÖ.344 yılında, İdreus’un ölümü sonrasında, bu imar faaliyetleri biter.

Helenistik dönem sonrasında, şehir eski canlılığını kaybeder. Ancak, MS 1’nci yüzyılda Lbraunda yeniden önem kazanır. İmar çalışmalarında en göze batanı: ziyaretçilere hem ruhani hem de fiziki arınma imkanı sağlamak için tapınak girişleri arasına yapılan hamamdır. MS 2’nci yüzyılda, alana ticari ve dini yapılar eklenmeye devam edilir. MS. 4.yüzyılda: bölgede büyük bir yangın olur ve kutsal alanın, kült yeri olarak kullanılması sona erer.

Gelelim günümüze

Antik dönemde: Mylasa ve Labranda arasında, 8 metre genişliğinde ve 12 km. uzunluğunda kutsal bir yol vardı. Burası, zamanında, Mylasa’nın (bugünkü Milas) dinsel merkezi olarak kullanılan Labranda ile arasındaki bağlantı yolu idi. Günümüzde: bu kutsal yolun döşeme izlerini görmek mümkün.

Alana giriş, güney ve güneydoğuda bulunan iki giriş kapısından sağlanıyor. Bunlardan biri: “Dor binası” olarak isimlendirilen, dikdörtgene yakın ve düzensiz oluşumuyla dikkati çekiyor. Kuzeye dönük, 4 sütunlu, mermer cepheli. Roma döneminde, bu yapı, hamam kompleksinin içine dahil edilmiş.

Propylon bölgesi

Kuzeyde, uzun odalara açılan bir duvarla sınırlanıyor. Bu uzun odalar: depo veya hazine odaları olarak kullanılmış. 12 metre genişliğindeki merdivenlerle, orta terasa ulaşılıyor. Burası: Hekatommos sülalesinin başlattığı ilk yapıdır. Mabet benzeri bir binadır. Burada, büyük olasılıkla: Mausolosun karısı ve kız kardeşi olan Artemisia’nın ve belki de Zeus’un heykellerinin saklandığı düşünülüyor.

En üst terasta

Zeus Mabedi bulunuyor. Mabet:  doğu yönüne dönük. Cephede 6 ve yanlarda 8 olmak üzere, bir sıra sütun dizisi bulunuyor. Bu sütunlu mabet: İdrieus tarafından takdis edilmiş. Mimar Pytheos tarafından yapıldığı düşünülüyor. Evet, burası yerleşimin en iyi korunagelen yapısıdır. Güney duvarı, döşeme seviyesinden 8 metre yüksekliğindedir.

Kutsal alanın kuzeyinde, dik bir yokuş var. Bunun güney yamacında, mabedin üzerinde 15 metre uzunluğunda, bir mezar var. Mezar odası ve girişi: çıkıntılı tonozdur. Çatı: Dor düzeninde, granitten yapılmıştır.

Kutsal alanın, batısında, 200 metre uzaklıkta: stadyum bulunuyor. Bu bölüm, kentin Roma döneminde yapılmış. Stadyumun arkası, istinat duvarı ile sağlamlaştırılmış. Her iki başta da, yarışların başlama ve bitiş taşları bulunuyor. Bunları günümüzde de görebilirsiniz. Kutsal alanda yapılan, 5 günlük şölenlerde, burada yarışların düzenlendiği  düşünülüyor.

Kehanet ve su

Şehirde su işlevselliğiyle ön plana çıkmıştır. Hatta: burada “hydrophoroi” yani “su testisi taşıyan kadın” heykelcikleri bulunmuştur. Buna bakarak: şehrin Zeus tapınımından önce, Ana Tanrıça Kybele için bir kült yeri olduğu düşünülmektedir.

Ancak: burada suyun kehanetle ilişkisi de yoğun olarak izlenmektedir. Çünkü: şehir, bir kült alanı olmasının yanında aynı zamanda bir kehanet merkeziydi. Çünkü, MS 1’nci yüzyılda, antik dünyada birçok yerde, birçok kehanet merkezi vardı.

Arkeolojik verilere göre: Labraunda’da içinde süslü ve kutsal balıkların bulunduğu bir havuz varmış. Bu balıklara bir soru sorulur, ardından suya atılan yemleri yeyip yemediklerine bakılırmış. Yemleri yediklerinde “evet” ve yemediklerinde ise “hayır” olarak sorunun cevabı verilirmiş. Bu havuzdan evet yanıtı alındığında, havuza: altın takılar, bilezik ve küpeler atılırmış. Ünlü filozof ve devlet adamı Plinus: Labraunda’da yılan balıklı bir gölcük olduğundan söz etmiştir.

Evet, Labranda bölgesi kazıları

1948 yılında, İsveç Üniversitesi elemanları tarafından başlatılmış ve günümüze kadar devam etmiştir. İsveçli arkeolog Prof Axel Persson, tunç çağı buluntularını tespit etmek için geldiği Milas’tan, Labraunda’yı keşfederek ayrılmıştır.

Gerek Zeus Tapınağının dayanıklı temelleri ve gerekse kutsal balıkların havuzu olan mermer bir yapı, toprak altından henüz çıkarılamamıştır. Tapınak alanının üzerindeki yamaçta çıkarılanlar arasında: 2 metre kalınlığındaki duvarı olan ve “Andron” ismi verilen erkekler kulübü ve içinde, 3 adet, lahde benzeyen yapı ile birlikte bulunan bir abide benzeri mezar var.

Muğla Milas Euromos
Muğla Milas Euromos

EUROMOS

Milas-Söke karayolunun 12’nci km. dedir. Ana yol tam ortasından geçmektedir. Özellikle: antik kentin tapınağının sütunları, yoldan geçerken rahatlıkla görülebiliyor. Bu sütunlar yüzünden, yöre halkı, buraya: “Ayaklı” ismini vermiş.

Karia’nın önemli kentlerinden bir tanesidir. Antik dönemde önemli yolların kavşağında bulunması, kıyı Karya’yı iç Karya’ya bağlaması nedeniyle önemlidir.

Evet, şehrin ismine: tarihte ilk kez, MÖ.5.yüzyılda rastlanıyor.

Bu tarihte, Perslere karşı kurulan Attika-Delos Deniz Birliğine vergi veren şehirler listesindedir.

Euromos şehri: Mylasa ile vatandaşlık anlaşması yapar. Zaman zaman ise, Herakleia şehrinin saldırılarına maruz kalırlar ve Mylasa şehrinin yardımını isterler.

Likya egemenliği, arkasından Perslerin bölgeyi işgaliyle birlikte karmaşık bir süreç, daha sonra yapılan barış antlaşmasıyla Pers egemenliğinin kabullenilmesi, Büyük İskender ve sonrasında generalleri tarafından bölge değişik güçler tarafından el değiştirir. Sonra Romalılar bölgeye gelir ki, bugün kalıntıların büyük kısmı Roma dönemine aittir. Özellikle tapınak öne çıkar. Sonra Bizans dönemi, sonra Türk Beylikleri dönemi (14’ncü yüzyıldan sonra Menteşe Beyliği yöreye hakim olur) olur.

Şehrin Bizans döneminden  sonra yerleşime sahne olmadığı görülür. Bu bir şans, çünkü her yeni gelen topluluk, kendinden önceki kalıntıları değiştirerek ve tahribata uğratarak kullanır. Bizans’tan sonra yerleşim olmaması kalıntıların iyi durumda kalmasını sağlamıştır. Ancak kalıntıların ve özellikle mermerlerin büyük bölümü, kireç ocaklarına götürülmüş ve yok edilmiştir.

Yazılı kaynaklarda, Heredot buradan söz eder. Nis denen bir kişi öne çıkar. Bu kişi, kehanet merkezleri arasında bilgi alışverişi yapan veya kehanetlerin çözümlenmesine yardım eden kişidir. Heredot, bu kişiye Europos ismini verir. Çünkü Trakya’da Karca bir yazıtı okuması, Karca bilmesi ve ilaveten Europoslu olması, bu şahsın Euromoslu olduğu kanaatini uyandırır.

Neden Europos değil de Euromos? Çünkü Atika-Delos listelerinde ve bazı yazıtlarda kentin ismi Europos olarak geçer. Dolayısı ile Europe, kentin ismi, Euromos ise yakın bölgeye verilen isim olarak kabul görür.

Euromos, MS 4’ncü yüzyıldan itibaren karşımıza çıkar. Bu büyük ölçüde Pers Saprapı Mousolos’un bölgeyi Helenleştirme politikasının neticesi olarak verilmiş bir isim olmasıdır.

Kalıntılar ve surların içindeki yerleşime bakılınca, Euromos’un antik dönemde önemli bir yerleşim olduğu kesindir.

Euromos şehrinde, Zeus Lepsynos tapınağının UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesine dahil olması için çalışmalar sürdürülmektedir. Eğer asıl listeye girerse, özellikle Avrupa’dan önemli destekler alınır ve destinasyon olarak bütün dünyaca bilinir.

Günümüzde, antik şehirde görülebilecek kalıntılar şunlar: İmparator Hadrianus zamanına tarihlenen, Zeus Tapınağı. Bu tapınakta yapılan kazılarda, MÖ.6.yüzyıla ait kalıntılar bulunmuştur.

Tapınağın cephesindeki 8 sütun, günümüzde hala ayaktadır. Sütunların diğerlerinin de ayağa kaldırılması için çalışmalar sürdürülmektedir. Sütunlar üzerindeki kitabede: tapınağın yapımında para yardımında bulunanların isimleri yazılıdır.

Bunun dışında: surlar, tiyatro, agoradaki lahit mezarlar görülebiliyor. Tiyatronun, beş sırası görülebiliyor. Tapınağın karşısındaki yamaçlarda dolaşırsanız, sur kalıntılarını görebilirsiniz.

Muğla Milas Iassos
Muğla Milas Iassos
Muğla Milas Iassos

       

IASSOS

Kıyıkışlacık köyündedir. Maalesef, burada da, köy, antik şehir kalıntılarının hemen üzerine kurulmuştur. İlçe merkezine: 18 km. uzaklıktadır. Eskiden buraya yalnızca deniz yolu ile ulaşılıyorken, günümüzde karayolu bağlantısı da bulunmaktadır. Antik şehir: kıyıya çok yakın, kayalık küçük bir ada ile bu adanın karşısındaki alanda kurulmuştur. Adanın çevresi 2.5 km. ve yüksekliği 70 metredir. Zamanla, ada karayla birleşerek, yarım ada halini almıştır.

Ören yerinin girişinde: tabelalar ile, aydınlatıcı bilgiler verilmiş. Ancak, dediğim gibi, antik kent kalıntıları; gerek köylüler ve gerekse hayvanları tarafından, işgal edilmiş durumda. Biz yine de, İassos kentini anlatmaya devam edelim.

Kent: MÖ.9.yüzyılda, Argoslu kolonistler tarafından kurulmuştur. Daha sonra Milet şehrinden gelen göçmenler, kente yerleşmişlerdir. Bu yörede bulunan sikkelerde: sakallı bir kişinin başı üzerinde “kurucu İassos” diye yazdığı görülmektedir. Bu nedenle, şehrin adının buradan geldiği düşünülmektedir.

Bunların yanında: bölgede yapılan arkeolojik araştırmalarda: Miken çömleği, Miken evleri bulunmuş ve yerleşimin çok daha eskilere kadar gittiği değerlendirilmiştir.

Muğla Milas Iassos
Şehrin en önemli tanrıları

Apollo ve Artemis’tir. Şehirdeki kabartmalardan birinde: Artemis, Astias’ı gösterir. Bu yerel tanrıça: Astias isimli bu yerel tanrıça: Artemis’e benzemektedir. Şehirde, bu iki tanrı dışında tapınılan Diyonizos adına ise, festivaller düzenlenir. Bu festivallerde: müzik ve tiyatro gösterileri sunulur.

Şehir: tarihi süreç içinde: Perslerin, Ispartalıların eline geçmiş ve MÖ.403 yıllarında yağmalanmıştır. MÖ.386 yılında yapılan kral barışı ile, şehir, yine Pers egemenliği altına girer. Daha sonra ise, İskender, saldırarak burayı ele geçirir. MÖ.201 yılında, Makedonya kralı V. Philiph, MÖ.219 yılında Roma imparatorluğunun egemenliği görülür.

Romalılar döneminde, imparatorluğun bölgedeki en güçlü üçüncü şehri olur. Ancak, her ne kadar özel bir koruma alanına sahip olsa da, kent, uzun süre herhangi bir ulusun egemenliği altında kalmamıştır. Şehrin en  dikkati çeken yerlerinden biri olan surları ise, 19.yüzyıla kadar sağlam olarak gelmiş olsa da, günümüzde bu surlardan eser kalmamıştır.

Bunun dışında, İassos şehri, döneminde, bulunduğu konumun çok imtiyazlı olması, ünlü mermeri ve balıkçılık ile öne çıkmıştır. Antik çağlarda, bir ada üzerinde bulunan İassos şehri, bölümün başında söz ettiğim gibi, günümüzde bu adanın ana kara ile birleşmesi sonucu, anakaradan ulaşım mümkün hale gelmiştir.

Burada görebileceğiniz kalıntılar şunlar:

Zeus Megistos Tapınağı: kentin doğu bölümündedir. Burada: bir adak yapısı yani kutsal bir yer var.

Tiyatro: Zeus Tapınağının üstündedir. Kentin ortasında bulunan yükseltinin kuzey-doğu yamacındadır. Helenistik geleneklere göre kurulan yapı: Zopatros tarafından, Roma döneminde onarılmıştır. Tiyatro duvarındaki yazılarda: oyuncular, müzisyenler ve bu etkinliklere destek veren kişilerin isimleri yazılıdır.

Seyirciler kısmı, yuvarlatılmış kesme bloklardan yapılmıştır. Sıralar ise, beyaz mermerdir. Günümüzde yıkık durumda olan sahne binası ise, daha sonraki dönemlerde yapılmıştır.

Kale: kentin en üst noktasındadır.

Hıristiyanlık döneminden kalmadır. Limana hakim durumdaki kalenin içinde, tipik bir ortaçağ kulesi ve büyük bir sarnıç bulunmaktadır. Kale  duvarları, dıştan yuvarlak ve kare kalelerle desteklenmiştir.

Agora: Kent meclisi olarak kullanılan yapı: daire biçimli orkestra ve onun arkasındaki dört merdivenli, üç bölüme ayrılmıştır. Oturma sıralarının altları, tonozlarla desteklenmiştir. Agoranın çevresini saran stoalarda bulunan yazıtlara göre, yapım tarihinin, MS.130 yılları olduğu düşünülüyor. Agoranın, güneybatı köşesindeki geniş düzlükte, Artemis Astias Tapınağı bulunuyormuş.

Anıtsal Mezar: şehirdeki ilginç yapıların başında gelmektedir. Mezar odasının üzerinde, küçük bir korint tapınağı var.

Balık Pazarı: Roma dönemine ait, en ünlü mezar, halk arasında balık pazarı olarak bilinmektedir. Balık pazarı anıt mezarı: 1995 tarihinde “Balık Pazarı Açıkhava Müzesi “ olarak ziyarete açılmıştır. İassosta yaşayanların balık düşkünlüğünü, ünlü coğrafyacı yazar Strabon şöyle yazmaktadır.”

Bir gitar konserini dinleyen İassoslular, balık satışının başladığını bildiren kampana sesini duyunca, konseri bırakıp, balık pazarına inerler. Yalnız, kulağı ağır işiten biri kalır. Sanatçı, yerinden kalkar ve bu tek dinleyiciye doğru ilerler.

“Bana gösterdiğiniz hürmet ve müzik sevginiz karşısında minnettarım. Çünkü, kampana vurur vurmaz, sizden başka herkes kalkıp gitti” der. Adam “ Ne diyorsun, kampanamı çaldı? Öyle ise, bana da müsaade” diyerek, pazara  doğru koşmaya başlar.

Şehirde yapılan kazılarda bulunan pek çok para üzerindeki “Yunus balığını” gösteren resimler: ünlü İassos efsanesini anımsatır. Bu efsaneye göre: “ Yunus balığı ile çok iyi bir dostluk kuran İassos’lu bir çocuk, hem Plinius ve hem de Aelian tarafından zikredilir.

Plinyus: Büyük İskender’in, bu hikayeden çok etkilendiğini ve İassos’lu bu genci yanına aldığını ve hatta onu deniz tanrısı Poseydon’un rahiplerinin başına getirdiğini anlatır.

Son olarak: İassos bölgesini ziyaret ederseniz, müzede satılan küçük taş ve seramik heykelciklerden satın almayı unutmayın, güzel bir anı ve hediyelik olarak kullanabilirsiniz.

Muğla Milas Bargylia
Muğla Milas Bargylia
Muğla Milas Bargylia

BARGYLİA

İlçe merkezine, 25 km. uzaklıkta, Boğaziçi köyündedir. Eski bir Karia kentidir. Kentin adı: halk dilinde “Varvil”dir. Karya dilinde ise, kentin adı “Andanos” tur. Kentin isminin: MÖ.2000 yıllarında, Luwi veya MÖ.1000 yıllarında Karia dilinden geldiği ve “yüksek yer” anlamında kullanıldığı tespit edilmiştir.

Yine de, antik dönemlerde, şehir isimlerinin efsanelerle bağlantılı olduğu bilinmektedir. Bu şehre ait efsane ise şöyledir: “Bellerophon’un yakın arkadaşı Berglos, kendisinin kanatlı atı Pegasus’un attığı bir çifte ile ölür. Buna çok üzülen Bellarophon, arkadaşının anısına, bu kenti kurar ve kente, onun ismini verir. Bu yüzden, Barglia şehrinin sikkeleri üzerinde, Pegasus tasvirleri bulunur.

Tarihi süreç içinde, kentin ismine ilk kez: MÖ.5.yüzyılda kurulan Attika-Delos Deniz Birliğine ödenen vergi listesinde rastlanır. Büyük İskender’in, Karia bölgesini ele geçirmesinden sonra, kent, üs olarak kullanılır. MÖ.3.yüzyıldan sonraki dönemde gelişme gösteren kent, bu dönemde özellikle: Artemis Kindyas Tapınağına sahip olması ile ün kazanır. Helenistik dönemde de, kentin önemi vurgulanır ve Bergama krallığının donanmasının, kent limanından yararlandığından söz edilir. Hıristiyanlık döneminde ise, kent bir piskoposluk merkezi olarak öne çıkıyor.

Bir zamanlar deniz kıyısında bulunan kent önünde, zamanla bataklık oluşur. Bu bataklık, Osmanlı döneminde tuzla olarak kullanılır. 17.yüzyılda, burayı ziyaret eden Evliya Çelebi: Tuzla’da üretilen tuzun lezzetinden söz eder ve bu tuzun Batı Anadolu’da tüketildiği gibi, Fransa’ya ihraç edildiğini de yazar.

Kent ören yerinde

Bizans döneminde, savunma duvarları yapılmıştır. Bu duvarlar, kalıntılar boyunca uzanan tepelik üzerinde dağılmıştır. Kuzeye bakan bölümde ise: Helenistik bir tiyatro ve tapınak alanları görülmektedir.

Özellikle: Arthemis Kindyas’ın çok saygı gördüğü bu kentte, alçak bir tepeciğin kuzeyindeki kalıntılarda, Roma izleri açıkça görülmektedir. Kabartmalı sunak üzerinde, uzun elbiseli, elinde oku ile Arthemis Kindysos, Lir çalan Apollon ve uzun pelerinle bir erkek tasvir edilmiştir.

Bu erkek, kente adını veren, Bargyolos’tur. Tiyatronun güney duvar parçaları günümüze ulaşmıştır. Cavea’nın parçaları ise, yerlerinden sökülerek başka yerlerde kullanılmıştır. Oturma sıralarından günümüze herhangi bir iz kalmamıştır.

Muğla Milas Heraklia-Latmos
Muğla Milas Heraklia-Latmos
Muğla Milas Heraklia-Latmos

HERAKLİA-LATMOS 

Heraklia antik kentin kalıntılarına, günümüzde: Bafa gölünün, Bodrum yönündeki bitiminden, Çam içi köyünden dönülüp, 9 km. lik asfalt bir yol ile varılıyor. Kentin ilginç bir mitolojik hikayesi var. Şöyle ki: “Ay tanrıçası Selene; bir gece burada uyuyan çoban Endymion’u görür.

Ona aşık olur. Zeus; Selene’nin aşkını kıskanır ve genç çobana, öfkeyle bir ceza verir. Çobanı: hiç uyanmamaya, sonsuz bir gençlik uykusunda uyumaya, mahkum eder. Evet, çoban Endymion, o tarihten bu yana, hiç uyanmadan aynı yerde kalmıştır. O derin uykusunda düşler görürken, ay tanrıçası Selene, her gece gelip yanında yatarmış. Selene, Endymion’a, tam 50 çocuk doğurmuş. “

Burası, antik dönemde liman kenti olarak kullanılmış. Günümüzde ise, ön bölümünde “Bafa gölü” ve arkasında ise, antik dönemdeki ismiyle, Latmos dağları (günümüzdeki ismi: Beş parmak dağları) uzanmaktadır. Bilinen tarihi: MÖ.7.yüzyıla kadar uzanmaktadır. Helenistik ve Roma dönemlerinde parlayan kent, deniz ticaretiyle zenginleşmiştir.

Kent: yarı  tanrı Herakles adına istinaden: Herakleia adını almıştır. Surları; 6.5 km. uzunluğunda ve 26 kule ile desteklenmektedir. Bu derece görkemli surlar ve kuleler: şehrin savunmasına verilen önemi ifade ediyor.

Kent: düzenli bir plana sahiptir. Athena Tapınağı: bir kaya üzerindedir. Mermer yazıtından kolaylıkla görülmektedir. Agoranın doğusundaki bir ev avlusunda: Boulevterion bulunmaktadır. Kent: Bizans döneminde, piskoposluk merkezi olarak kullanılmıştır. Buranın kutsal alanı, Hıristiyanlık döneminde de kutsal sayılmıştır.

Antik kentte: günümüzde, çam içi köyünün gençleri tarafından, eşeklere binilerek, yaklaşık 5-6 saat süren turlar düzenleniyor. Arap Avlusu denilen bölgedeki, antik tiyatro kalıntıları görülebiliyor.

Antik kentte, bugün görebileceğiniz kalıntılar şunlar: Athena Tapınağı, Agora, Surlar, Mezarlar, Tiyatro, Bouleterion, Endiymion Tapınağı, Yediler Manastırı, adalarda kilise ve manastır kalıntıları görülebiliyor.

Muğla Milas Keramos
Muğla Milas Keramos

KERAMOS

Bodrum-Milas karayolu üzerinde, Beçinkale yoluyla ayrılan yerde, 45 km. lik asfaltla ulaşılır.

Eski adı: Gereme ve yeni adı “Ören Gökova”dır. Antik dönemde: Keramos kenti, Kayralıların Krysaor birliğinin bir üyesidir. Adının anlamı ise: “Çömlek” tir. Helenistik dönemde, kent, Rodos egemenliği altındadır. MÖ.129 yılında, Roma döneminde, kent, Romanın Küçük Asya eyaleti içinde yer alır ve daha sonraki dönemde, giderek önemini kaybeder.

Günümüzde burada görülebilecek kalıntılar şunlar: Meşekayası dağları üstünde, sur duvarları ve kayalık bir terasta bulunan ve yerel halk  dilinde “Bakıcak” diye bilinen yerde, kentin iki önemli tapınağı bulunmaktadır. Bu tapınaklar, 25 metreye varan uzunlukları ile dikkati çekmektedir.

Kurşunlu yapı, taşları birleştirmek için kullanılan kurşun zıvanalar nedeniyle, bu ismi almıştır. Teras duvarlarının doğu bölümü yıkılmıştır. Terasın üstündeki düzlemde ise: Korinth ve İyon düzeninde, yapı parçaları bulunmaktadır.

İzmir Dikili

İzmir Dikili

Gerek denizi, gerek mavi bayraklı plajları, gerek yeşil doğası ve gerekse jeotermal kaynakları, kaplıcaları ve gerekse tarihi değerleriyle öne çıkan, İzmir’e yakın bir gizli cennet. Özellikle: İzmirliler için, buradaki plajları mutlaka öneririm.

İzmir Dikili

ULAŞIM

Dikili-İzmir arası uzaklık: 118 km. Dikili-İstanbul arası uzaklık: 605 km. Dikili-Ankara arası uzaklık: 580 km. Dikili-Ayvacık arasındaki uzaklık: 42 km. Dikili-Altınova arasındaki uzaklık: 25 km. Dikili-Bergama arasındaki uzaklık: 24 km. Dikili-Kınık arasındaki uzaklık: 42 km. Dikili-Midilli arasındaki uzaklık ise: 18 mil.

TARİHİ

Tarihte, bu bölge: Mysia adı ile bilinmektedir. Bölgede: ilk yerleşimcilerin, Luwiler ile Helenlerin Leleg ve Peselag adını verdikleri kavimlerdir. Daha sonraki dönemde ise: Lidyalılar, Persler, Frigyalılar, Romalılar ve Bergamalılar, bölgede egemenlik kurmuşlardır.

Antik çağlarda ise, Dikili çevresinde, farklı uygarlıklara ait birçok kent kurulmuştur. Bu kentlerin en gelişmişi: bir dönem, Aristoteles’in de yaşadığı “Atameus” şehridir.

Ortaçağda ise: bölgede, Bizanslılar, Cenovalılar, Selçuklular ve Osmanlılar görülür. 1850 yılından sonra ise, Kabakum ve Adalardan gelen Yunan halkı da, Dikili’ye yerleşmiş ve 1925 yılındaki mübadeleye kadar, bölgede yaşamışlardır.

Evet, Dikili’nin tarihini değerlendirirken, daha yakın dönemlere geldiğimizde, günümüzde: Beylik Zeytinliği olarak isimlendirilen bölgede, Bergama valisi Karaosmanoğlu, bir çiftlik kurduğu ve çevresine de zeytin ağaçları diktiği görülür.

Bu zeytin ağaçlarının dikildiği yere “Dikmelik” ismi verilir. Günümüzdeki, Dikili sözcüğünün buradan türediğine inanılmaktadır. Ancak, bu sözü edilen yer, günümüzdeki Dikili yerleşim yerinden uzakta bulunuyor. Yine de, Dikili sözcüğünün, zeytinlerin dikili olduğu veya dikili çiftlik denmesinden geldiği kesindir.

Yukarıda sözünü ettiğim gibi: 1839 yılında, buraları iyi bilen ve ticaretle uğraşan, Sakız adalı bir Rum olan Aleko Pandazoplu, Dikili’de kurulu Karaosmanoğulları çiftliğini satın alır. Sakız, Midilli ve Limni adalarından getirdiği Rumları, bu çiftlik çevresine yerleştirir ve işlerinde çalıştırmaya başlar. Böylece: yöredeki Rum nüfusu yükselir.

Bölge: 1923 yılında, Belediyelik olmuştur. 1928 yılında ise, Bergama’dan ayrılarak, İzmir ilinin bir ilçesi olmuştur.

GENEL

Konum olarak: Ege denizi kıyısında ve Midilli Adasının karşısındadır. Yüz ölçümü: 541 km. karedir. Rakımı: 2 metre. Yörede: tipik Akdeniz-Ege iklimi hüküm sürer. Ege bölgesine özgü imbat rüzgarı: Dikili’de genellikle hissedilir.

Deniz kıyısında, 40 km. lik sahil şeridi vardır. Halkın, % 85’i tarımla uğraşır. Denize kıyısı olan köylerde ise, balıkçılık öne çıkmaktadır.

Dikili Limanı: 2000 yılında bitirilmiştir. 135 metre boyunda ve 8.5 metre genişliğindedir. Yükleme-boşaltma ve yolcu gemilerine hizmet verilmektedir.

Biraz sonra ayrıntılı olarak söz edeceğim gibi, bölgede jeotermal kaynakların bulunması ve bunlarla ısıtılabilme imkanı, Dikili’de, seracılığın ileri düzeyde gelişmesine neden olmuş. Avrupa’nın üçüncü ve Türkiye’nin en büyük seraları, Dikili’dedir.

Jeotermal kaynaklardan elde edilen termal su; sulama ve ısıtmada kullanılıyor. Buralarda üretilen tonlarca California Wonder çeşidi biber, domates ve salatalık ise, dünyaya dağıtılıyor.

Gün batımında, sahildeki çay bahçelerinden birinde, çayınızı yudumlarken, bir yandan da güneşin batışını izleyebilir ve gerçekten denizin tam üzerinde batan güneşin bu batış şölenine hayran kalabilirsiniz. Çünkü; güneş, Dikili’de bir başka batar.

İzmir Dikili Karatepe-Merdivenli Kilimleri

KARATEPE-MERDİVENLİ KİLİMLERİ

Bu kilimler; İlçe merkezine 14 km. uzaklıktaki, Merdivenli köyünde geçmiş dönemlerde uzun süre üretilmiş. Kök boya kullanılarak yapılan bu kilimleri, günümüzde dokuyan kalmamış.

Ama, sanırım geleneksel kültür mirası olarak günümüze kadar ulaşan bu kültürün, devamının sağlanması gerek. Yani; kamu yetkililerince, alınacak önlemler ile, Merdivenli kilimlerinin tanıtımı ve kilimlerin dokunmasının sağlanması için elverişli şartların yaratılmasının gerekliliğine inanıyorum.

İzmir Dikili Nebiler Ilıcası

DİKİLİ KAPLICALARI

NEBİLER ILICASI

Dikiliden, Ayvalık yönünde 12 km. gittikten sonra, sağa dönülerek, 4 km. daha gitmek gerekiyor. Ilıca, çınar ağaçlarının gölgesinde, kubbeli hamamı ve dinlenme kabinleriyle, oldukça sakin bir yer olarak öne çıkıyor. Hamam bölümünde, sıcaklık: 57 derece, açık kaynakta ise: 53 derecedir.

Suyunda: hidroasenat bulunan ılıca, ağrı dindirici, kısmi felç, böbrek taşı, kum, romatizma, kadın hastalıkları, cilt hastalıkları ve damar tıkanıklıklarında, tedavi edici özelliği bulunmaktadır.

DOĞAL KOCA OBA ILICASI

Dikiliden çıkılıp, Bergama istikametinde, ana yola girilir girilmez, sola dönülerek, buraya ulaşmak mümkün. Ilıcanın su sıcaklığı: 45-50 derece civarındadır.

BADEMLİ DENİZ ILICASI

Bademli’den, Denizköy’e giderken, 3 km ilerledikten sonra, asfalt yoldan sağa dönüp, toprak yoldan denize inilir. Yaş-kış, burada hem denize, hem de ılıcaya girmek mümkün. Bademli ılıcasının kaynak sıcaklığı: 65 derece. Hidroasenat ve arsenik bulunan su: ağrı, sızı, romatizma, böbrek taşı ve cilt hastalıklarına iyi geliyor.

İzmir Dikili Çamurlu Ilıcası

ÇAMURLU ILICASI

İlçe merkezinden, Bergama yönünde, 4 km. ilerledikten sonra dönülen, toprak yoldan 2 km. daha ilerleyerek varılıyor. Çamurlu suyu ile ünlenmiştir. Jeotermal kaynakların, 3000 yıldır ürettiği çamur ile yapılan kür: termal tedavileri destekler.

Bunun yanında: çamur, içerdiği bitki hormonları sayesinde, kırışıklıkların giderilmesi ve selülit tedavisinde önerilmektedir. Suyun sıcaklığı: 47 derece. Kaynaktan çıkış sıcaklığı ise; 72 derece. İçinde: erimiş silisyum ve çeşitli mineraller bulunuyor. Ağrı, sızı, romatizma ve cilt hastalıklarının tedavisinde kullanılıyor.

DİKİLİ PLAJLARI

Dikili’nin 40 km. lik kumsalı ve mavi bayraklı plajları var. Mavi bayrak: Türkiye Çevre Eğitim Vakfının belirlediği standartları taşıyan, nitelikli plajlara verilen uluslar arası bir çevre ödülü. Temiz, bakımlı, donanımlı, güvenli ve dolayısıyla uygar, sürdürülebilir bir çevrenin sembolü. Sadece, plajlar için, 27 ana maddeden oluşan bir kriterler listesi var. Her yıl, bu kriterlere sahip olanlar belirleniyor ve “Mavi Bayrak” veriliyor.

DİKİLİ BELEDİYE HALK PLAJI

20 km. lik sahil şeridi var. Genişliği yer yer 100 metre. Kumu: çok ince, denizi: tertemiz. Plajın her noktasında: yiyecek-içecek olanaklarını bulmak mümkün. Otel ve pansiyonlar ise, plaja oldukça yakın. Türkiye’de, güneşin plaja en uzun baktığı yer olarak tanınıyor.

KAYRA PLAJI

350 metrelik sahil hattı var. Ancak, bu sahil hattında, ince kum değil, çakıl taşları var. Bu çakıl taşlarının sıkıntısı, denize girene kadar sizi etkiliyor, ancak denize girdikten sonra: muhteşem temiz ve dibi tamamen kum olan deniz, bu sıkıntıyı unutturuyor.

Zeytin ağaçlarıyla çevrilmiş Kayra koyunda, dalış yapmak ta mümkün. Birçok sportif aktiviteler yapılabiliyor. 2010 yılında, burası da, Mavi Bayrak almaya hak kazanmış olmasıyla öne çıkıyor.

KALEM ADASI PLAJI

2010 yılında, Mavi Bayraklı, en iyi “10” plaj arasında seçilmiş olması ile öne çıkıyor. Kalem adası bölümünde, ayrıntılı olarak konudan söz edeceğim.

DİKİLİ JEOTERMAL

İlçede, jeotermal alanı olarak bilinen “Kaynarca Mevkiinde”: sıcak su debisi bulunmaktadır. Bu bölgede açılan jeotermal kuyulardan elde edilen enerjiyle: kaplıca turizmi, sağlık turizmi, seracılık, bağcılık, kurutma, soğutma ve ısıtma yapılıyor.

Ayrıca, yeni teknolojilerle, elektrik enerjisi de elde ediliyor. Özellikle, bu enerji, seracılığın bölgede gelişimine neden olmuş. Bunun dışında, jeotermal enerjinin, bölgede, ısıtmada kullanılması düşünülmektedir.

DİKİLİ HALICILIK

Dikili’nin diğer bir önemli gelir kaynağı: halıcılıktır. Burada, dünyaca ünlü “Yağcı Bedir Halıları” dokunmaktadır. Bu halılar: çeşitli renk ve özelliklerinin yanında, öyküleriyle de ilgi çeker.

Özellikle: ”Kız Bergama” denilen halıları dokuyan Yağcı Bedir Aşiretinin bir öyküsü, bir halının içine sığdırılmıştır. Öyküye göre: “Yağcı Bedir Aşireti: Bergama Küçükkaya’da konakladığı dönemde, aşiretin oğlu ile obanın güzel kızı, birbirlerine aşık olurlar. Aşiretin Beyi, kızı babasından ister. Fakat, kızın babası inat eder ve kızı vermez.

Bu durum, onur konusu yapılınca, kanlı bir kavgaya dönüşür. İki tarafın gençleri savaşır ve Beyin oğlu, bu kavgada ölür. Aşiret, ikiye ayrılır. Oğlan tarafı, göç ederek, Sındırgı yöresinde, yeni üç köy oluşturarak, oraya yerleşir. Yağcı Bedir Aşiretinin kız tarafı: günümüzde sekiz köy olan Bergama-Dikili arasına yerleşir.

Kız ise, üzüntüyle eve kapanır ve halı dokur. Dokuduğu halıya, şekillerle ve renklerle, tüm duygularını yansıtır. Örneğin: kırmızı: ayrılığı, siyah: üzüntüyü, beyaz: umudu, mavi: tükenmeyen umudu, dört nokta: aşkı engelleyen aile bireylerini, Süleyman yıldızı: Beyin oğlunu, burgular: gönül kilitlenmesini çapalar: engelleme araçlarını kırmızıdan-pembeye geçiş: evlenme isteğini dile getirir. Bu desen ve renklerde dokunan halılara: “Kız Bergama” halısı deniliyor.

Halılarda: kök boya kullanılıyor. Böylece: renginin atması engelleniyor ve daima parlak kalması sağlanıyor. Ayrıca, halıların ev tezgahlarında yapılmış olması da, ayrı bir özellik taşımaktadır.

GRANİT TAŞI

Dünyanın en büyük ve kaliteli granit kaynakları, Dikili’dedir. Ayrıca; Dikili sahillerinde göreceğiniz gibi, dünyaca ünlü 8 heykeltıraşın, 8 eseri Dikili sahillerini süslemektedir.

Dikili ilçesinde, beş tane, granit işletmesi var. Özellikle: Kozak bölgesinde çıkarılan granit taşları, renk ve çeşitleriyle, iç ve dış piyasalarda aranılan taş özelliğini korumaktadır. ABD, İsrail ve çeşitli Avrupa ülkelerine, Dikili Limanından granit taşları ihraç edilmektedir.

Blok taş olarak çıkarılan granitten: önem sırasına göre: anıt, abide ve mezar taşları yapımında, binalarda temel blokları sütun ve basamak taşı olarak, yollarda kaldırım ve döşeme taşı olarak kullanılmaktadır. Granit kırıkları ise, suni mermer yapımında kullanılıyor. Avrupa’nın büyük kentlerinin yolları: granit taşlı olup, estetik ve sanatsal değer taşıyan bir çok heykel de, granit taşından yapılmaktadır.

NE YENİR.NE İÇİLİR

Dikili yöresinde: zengin deniz ürünleri ve Anadolu yemek kültürünün geleneksel kebap çeşitlerini bulabilirsiniz. Bunun yanında: zeytin, Dikili’nin sembol ürünüdür. Zeytinyağından üretilen lezzetler, yörede o kadar muhteşem tatlar yaratıyor ki, bunları mutlaka tatmalısınız. Özellikle: zeytinyağlı yiyecekleri mutlaka tadın.

NE SATIN ALINIR

Dikili’den zeytin ürünleri ve zeytinyağı satın alabilirsiniz.

GEZİLECEK YERLER

İzmir Dikili Atatürk Botanik Bahçesi

ATATÜRK BOTANİK BAHÇESİ

Doğa aşığı, merhum Macit Ersoy tarafından; Dikili Belediyesinin gösterdiği, 30 hektarlık alanda oluşturulmuştur. Ersoy, gezdiği tüm ülkelerden getirdiği bitki tohumlarını yetiştirerek, Türkiye’nin halka açık ilk botanik bahçesini oluşturmuştur.

Evet, burası, ülkemizin en yetkin ve uluslar arası nitelikteki tek botanik bahçesidir. Arbeterum’da, yüzlerce ağaç ve çalı türü yetiştirilmektedir. Ayrıca, kurutulmuş bitki türlerinin örneklerinin korunduğu ve üzerinde bilimsel araştırmalar yapılan bir Herbaryum Merkezi de bulunuyor.

Burada, yaklaşık 3000 civarında bitki çeşidi var. Tropik bölgelerden, Alp dağlarına kadar, çok geniş bir bölgeye ait pek çok bitki türü bulunuyor. Evet, bu kadar zengin çeşit barındırılması sonucu, burası, dünya literatürüne girmiş. Bitkilerle “ATA” kelimesi, ay-yıldız şekli verilmek suretiyle çevre düzenlemesi yapılan bahçe, Dikili’nin her tarafından görülebilmektedir.

İzmir Dikili Aterneus

ATERNEUS

Antik bir kent. Kuruluşunun, MÖ.2000 yıllarına kadar gittiği düşünülüyor. Buranın en büyük özelliği ise: bu büyük ve zengin kentin, bulunduğu yıllarda, Bergama krallığından daha büyük olması. Kent ismini: dönemin kahramanlarından biri olan “Atarneus”tan almıştır.

Burada: Persler ve Yunanlılar arasında yapılan büyük bir savaş, aynı Truva savaşı gibi, 8 yıl sürmüş. Persler, 8 yıl süresince, kenti kuşatmışlar. MÖ. 341 yılında, Persler şehri ele geçirir ve kral Hermias öldürülür.

Günümüzde, burada yapılan arkeolojik çalışmalarda: çanak, çömlek, kap-kacak parçaları bulunmuş. Bu objeler: bölgesel olarak değerlendirildiğinde ise, o dönemde, bunların dünyanın en lüks ve pahalı ürünleri olduğunu ortaya koyuyormuş. Bunun dışında: antik şehirde bir kalıntı kalmamış.

Ancak: şehrin ismini aldığı kahraman olan, Atarneus adına yapılan büyük bir tapınak ve Hermias’ın sarayının bulunduğu yerlerin izleri var. Bunun dışında, başkaca kalıntı bulunmamasının en büyük nedeni olarak: kalıntıların toprağın çok altında kaldığı söylentileri var. Bunların zarar görmeden ortaya çıkarılmasının zaman alacağı söyleniyor.

Çünkü: Bergama krallığından daha büyük ve lüks bir kent; hiçbir kalıntı bulunmaması mümkün değil. Zaten, burada Bergama’daki amfi tiyatrodan daha büyük bir amfi tiyatro bulunduğu tespit edilmiş. Ancak, söylediğim gibi, toprak altında.

Evet, şehrin hikayesini anlatmaya devam edelim. Hermias: Persliler tarafından, çarmıha gerilerek vahşice öldürülür. Aristo, bunu duyunca, dostunun anısına bir kaside yazar ve çok sevdiği kral Hermias’ı ilahileştirir.

Çünkü: kral Hermidas, Aristonun hem Akademiden öğrencisi, hem de karısının abisidir. Evet, Aristo, uzun süre bu şehirde yaşamış ve kendisiyle birlikte yaşayan filozoflarla, şehrin kültürel hayatını etkilemiştir. Devam ediyorum. Aristonun, Hermias’ı tanrılaştırmasından sonra, Aristo hakkında, dine saygısızlık nedeniyle, dava açılması gündeme gelir.

Daha eskilere dönelim. Söylentilere göre: Aristo: Aterneus şehrinin eteklerinde ve sunak taşının bulunduğu alanda, kral Hermias ve Büyük İskender’e dersler verirmiş. Çünkü: burada, altı  düz olan bir taş alan ve çevresinde oturma yerleri, günümüzde bile görünebiliyor. Bu bölgede, daha önce sözünü ettiğim gibi, Bergama’da bulunan amfi tiyatrodan daha büyük bir amfi tiyatro bulunduğu düşünülüyor.

Evet, takip eden tarihi süreçte: kral Hermias ölünce, şehirde yaşayanlar, kıyıdaki küçük bir limandan: zeytinyağı ve şarap ticareti yapmışlardır. MÖ.2.yüzyıldan sonra ise, şehir hızla fakirleşmiş ve eski gücünü kaybetmiş. MÖ.1.yüzyılda ise, tamamen terk edilmiş.

Bundan sonra ise: bölge hızla bataklık haline gelmiş, sivrisinekler ve buna bağlı olarak bulaşıcı hastalıklar artmıştır. Bu dönemden sonra ise, bölgede, Bergama krallığı ivme kazanmış ve uzun süre varlığını sürdürmüştür. Sanırım şehrin önem kaybetmesinin en büyük nedeni, ünlü kral Herminas’ın öldürülmesidir.

Kralsız kalan halk bu toprakları terk etmiş, topraklar bereketini kaybedip bataklık haline gelmiş ve sonuçta bu muhteşem ve lüks şehir, tarih sahnesinden silinmiş.

İzmir Dikili Kanai

KANAİ

Burası bir antik kent. Bademli köyü yakınlarında, Kanai isimli yarımadadadır. Burada: Lelegler ve Klikyalılar yaşamış ve büyük bir kent kurmuşlar. O dönemde, dünyanın en büyük deniz savaşı: bu bölgede, yani Klik koyunda yapılmış. Killik koyu: akvaryum gibi temiz ve güzel bir denize sahip. Hemen karşıda: Midilli adası ve arkada ise, antik Kane dağı (Karadağ) bulunuyor.

Kanai kelimesinin anlamı: “kutsal ananın yurdu”. Tarihi kayıtlarda, şehrin adı şu şekilde geçiyor: Roma donanması, 191-190 yıllarının kış dönemini, Seleukos’lar devletine karşı yürütülen savaş sırasında, Bergama krallığının ülkesi kapsamındaki bu kentte yani Kilik kumsalında konaklamış.

Ünlü coğrafyacı yazar Strabon, Kanai şehri hakkında şöyle yazar: “Kanai, Kynos’tan gelen Lokrislere ait, küçük bir kasabadır.”

Evet, kıyı kentlerinin başında gelen olağan kader, Kanai kentinin de başına gelir ve tarihi süreç içinde, zamanla, kentten geriye hiçbir şey kalmaz. Sadece: burunda görülen duvar kalıntıları, dikdörtgen prizması taşlar. Ancak, burada kapsamlı bir arkeolojik kazı çalışması yapılmamıştır.

HATİPLER KALESİ

Katıralan köyünün yakınlarındadır. Helenistik dönemden kalma, düzenli konmuş kesme taşlardan yapılmıştır. Örme duvarları hayranlık uyandıracak güzelliktedir. Bölgede: MÖ.2000’li yıllardan kaldığı düşünülen: çanak-çömlek parçaları bulunmuştur.

Evet, kale, muhteşem güzel bir manzaraya sahip ve dağın eteklerinde bulunan yerleşim kalıntıları çok düzenli. Antik dönemde, bu kalıntıları görülen kentin çok güzel bir yere kurulduğu anlaşılıyor. Ancak, bu kent hiçbir resmi kayıt ve kaynakta geçmiyor.

İzmir Dikili Kalem Adası

KALEM ADASI

Deniz ortasındadır. Eski bir Rum köyü olan, Bademli köyünün açıklarındadır. Sahile 400 metre uzaklıkta. Bitki örtüsü, doğası ve tarihi dokusuyla öne çıkmaktadır. Ancak: ada, özel mülkiyette. Zaten ada üzerinde, adanın sahibi olan işadamına ait, özel bir resort bulunuyor.

Zengin su altı dünyası ve türkuaz renkli deniziyle, ziyaretçilerine bambaşka bir dünya sunuyor. Adada: bir özel işletme tarafından; hizmet sunuluyor. Mavi bayraklı denizi, güneş ve kum ile, yemyeşil doğanın verdiği huzur, lezzetli yemekler, lüks odalar, masaj, jakuzu gibi konforları bulunca, şaşırmamak elde değil. Bu otelden rezervasyon yaptırdığınızda: kara yolu ile giderseniz, Bademli köyünden tekne ile, özel olarak adaya ulaştırılıyorsunuz.

Bunların yanında: adanın bulunduğu bölgenin, tarihsel önemi de var. Şöyle ki: MÖ.406 yılında, Atina ile Sparta arasında yapılan ve 270 geminin katıldığı, dönemin en büyük  deniz savaşı, bu bölgede yapılmış.

İzmir Dikili Nebiler Şelalesi

NEBİLER ŞELALESİ

İlçe merkezinden, çok kısa bir yolculukla ulaşılıyor. Burası tam bir doğa hazinesi. Burada: şelale, yaşlı ağaçlar ve bir mağara bulunuyor. Görülmeye değer doğal güzelliklerin başında geliyor.

KEMENTE YAYLASI

Nebiler’den yola çıkarak, Çukuralan köyü aşılır ve sonra eşsiz doğal güzellikteki Kemente yaylasına varılır. Tracking ve jeep safari için elverişli alanlar var. Antik Karina şehrine, taş sütunların arasından geçerek ulaşabilirsiniz.

İzmir Dikili Karagöl

KARAGÖL

Merdivenli köyünden başlayıp, Şehitler Mezarlığıyla devam eden yol üzerinden, Karadağ’ın yemyeşil tepeleri arasında bulunmaktadır. Volkanik bir göldür. Ekolojik turizm tutkunları için muhteşem güzellikler sunar.

İzmir Dikili Çandarlı

ÇANDARLI

İzmir il merkezine, 84 km. uzaklıktadır. İzmir-Bergama yol çatısından 11 m, Çandarlı-Dikili arası: 19 km. Çandarlı-Bergama arası: 34  km. uzaklıktadır.

Bir yarımada şeklinde, üç yandan denizlerle çevrilidir. Körfezin genişliği 20 km. ve uzunluğu ise 25 km. Çandarlı koyunun genişliği 800 metre ve derinliği 20 metre.

Burada, yaklaşık 5000 yerleşik nüfus yaşıyor. Yazın elbette, yazlıkçıların gelmesiyle, bu nüfus hızla artıyor ve yaklaşık 80 bine çıkıyor.

Çandarlı ismi: Sultan II. Murat’ın ünlü sadrazamı, Çandarlı Halil Paşa, devlet geleneği görmüş olan soylu bir aileden geliyordu. 24 yıllık sadrazamlık görevi süresince, denizciliğe, donanmaya ve dolayısıyla kıyı yerleşim yerlerine ilgi göstermiştir.

Çandarlı Halil Paşa, Cenevizlilerden kalma, köhne kaleyi yeni baştan ele alıp inşa ettirir. Böylece: 5 burçlu ve 16 metre yüksekliğindeki surlarla çevrili bu kaleye, Türkler yerleşirler. Bunun üzerine: buraya yerleşenler, Pitane adını bırakırlar ve yöreye “Çandarlı” ismini verirler. Yani: Çandarlı adının anlamı, Halil Paşa’nın sanı denilebilir.

Öte yandan, tabii akla gelen ilk şey, Çandarlı ailesinin buralı olması. Hayır. Çandarlı Paşa ailesi, aslında, Ankara’nın Nallıhan ilçesine bağlı Cendere köyündendir.

Çandarlı’nın daha önceki dönemlerdeki ismi ise: Elaitikos Kolpos.

Çandarlı hakkında burayı ifade edecek bir kelime söylemek gerekirse “rüzgar” denilebilir. İmbat, yaz günleri için ferahlık vericidir. Gündüz-gece arasında yön değiştiren meltem rüzgarları, iyot dolu deniz esintileri saçar. Standartlara göre az rutubetli bir havası var.

Ama, yazın bile, bazen çok sert esen bu rüzgar, ziyaretçilerin keyfini kaçırmaya yetiyor. Zaten bu yüzden Çandarlı’nın arka bölümünde bulunan tepelere, rüzgar enerjisi elde etmek için tirübinler yerleştirilmiş. Rüzgar her ne kadar olumsuz düşünülse de, olumlu yanı, Çandarlılıların, sıcak yaz günlerinde, asla bunalmamaları.

Doğal klima serinliğine alışmışlar. Körfezin batısı: açık deniz olduğun için rüzgarlı havalarda güvenli değil. Deniz trafiği, büyük dalgalar nedeniyle engelleniyor.

İzmir Dikili Çandarlı

Çandarlı denilince, belki çoğu kimsenin dikkatini çekmeyecek bir şey daha var: beş musluk çeşmesi. Bu çeşmenin suyu kaliteli ve aynı zamanda şifalı. Böbreklerde ve idrar yollarındaki taşları düşürüyormuş.

Yani: bu yönde sıkıntısı olanlar, Çandarlı yöresinde, beş musluk çeşmesinin suyunu mutlaka içmeliler. Zaten, insanlar çeşmenin önünde kuyruk oluşturuyorlar, yanlarındaki çeşit çeşit su kabını dolduruyorlar.

Peki, Çandarlı’nın yerel lezzetleri nedir? Çandarlı mutfağında, tüm Ege bölgesinde olduğu gibi, zeytinyağlılar öne çıkıyor. Sarmasından, dolmasına, tüm zeytinyağlılar burada ayrı bir lezzet sunuyor. Kızartılmış patlıcan ve biberi, tavada yağda hazırlanmış domates sosunun ilave edilmesiyle servis ediliyor.

Tüm deniz ürünleri, balık lezzetlerinin yanında ise, buraya has Çandarlı Kebabını mutlaka tatmalısınız. Tırnaklı pide üzerine:  et, mantar, mısır ile hazırlanıyor. Üzerine ise, tavada kızartılmış tereyağı dökülüyor.

İzmir Dikili Çandarlı Kalesi

ÇANDARLI KALESİ

Osmanlı döneminde, Sultan II. Mahmut’un ünlü sadrazamı Çandarlı Halil Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kalede kullanılan taşların çoğu, antik dönemlerin taşlarıdır ve MÖ.2.yüzyıldan kalmadır. Çandarlı Halil Paşa: kaleyi yaptırırken: bu taşları, Foça’dan kölelere taşıtarak getirtmiştir. Söylenenlere göre: en çok taş taşıyan köle “azat” edilecek denilerek, işin çabuk yapılması sağlanmıştır.

Aslını isterseniz, kalenin ilk olarak:  13-14.yüzyıl dönemlerinde, Cenevizliler tarafından yapılmış. Osmanlıların yaptığı, mevcut kalenin yenilenmesi. Çandarlı kalesi: bugün beş kulesi, mazgalları, kapısı ve duvarları ile tüm görkemiyle ziyaretçilerini karşılıyor. 1955 yılında ise, aslına sadık kalınarak, restore edilmiş. Kalede: sık sık konserler düzenlenir.

Ama, bunların dışında kapalı. Burayı ziyaret etmek isteyenler, sadece kalenin çevresinde dolaşarak yetiniyorlar. Yıllardır da açılmamış. Nedeni mi? Ben öğrenemedin, bilen varsa, söylesin. Kalenin içine girilmesi, gezilmesi neden engelleniyor, gerçekten buna mantıklı bir sözle cevap vermek isteyen olduğunda, lütfen yorum bıraksın. Yoksa, yetkililer, bu kaleyi ziyarete açsınlar.

KIZ KULESİ (CORCİ-CORCİO ADASI)

Denizköy denilen yerde. Adanın tepesindedir. Kapısı yok. Söylentilere göre: bir dehlizle denize bağlanıyormuş. Bazılarına göre ise: bir gözetleme kulesidir. Nemrut körfezinin ucundaki, antik Kyme kentine: ışık veya dumanla haber vermek için yapılmış.

Kimine göre ise: Cenevizliler, haberleşmek ve belli zamanlarda sığınmak için, burayı kullanmışlar. Kulenin, hemen yanında Denizköy var.

İzmir Dikili Çandarlı Plajı

ÇANDARLI PLAJI

22 km. lik sahil şeridi var. Ancak, bu plajın en büyük özelliği: rüzgar karadan esiyor ve deniz bu yüzden durgun. Ama: deniz suyu genelde soğuktur. Ege denizinin bu bölgesinde genelde olduğu gibi, deniz çivi gibi soğuk. Bu denize girmek için alışkın olmak şart.

Bu plajın diğer bir özelliği de: Çandarlı’da, plaja en uzak mesafedeki evin, uzaklığının 400 metreyi geçmiyor olması, yani plajın evlere yakın olması büyük avantaj.

İzmir Dikili Pıtane

PITANE

Bu isim: Yunan kökenli olmaması ile öne çıkıyor. Anadolu kökenlidir. Böyle olunca da, bölgenin: Helenistik dönem olan, MÖ.6-5.yüzyıllardan daha gerilere gidilmekte, MÖ.2000 başlarına tarihlenmektedir.

Pitane sözcüğünün kelime anlamına gelince “kadın kenti, ana kenti, kraliçe kenti, Amazon kenti” anlamları ortaya çıkmaktadır. Amazonlar: ok atmalarını engellediği için, sağ memelerini dağlayarak ya da keserek yok eden, kadın savaşçılar.

Pitane adlı ana kraliçenin; Çandarlı’yı, Kyme’yi ve Priene şehirlerini kurduğu, ama yalnızca, Çandarlı’ya adını verdiği düşünülüyor.

Kentin ne zaman kurulduğu, yine de tam olarak bilinmiyor. Ancak, biraz önce de sözünü ettiğim gibi, Helenistik dönem öncesi olduğu kesin.

Tarihi süreç içinde, kentin ismi ilk kez: MÖ. 88 yılında, Romalılarla savaşarak, Batı Anadolu’yu ele geçiren, Pontus kralı VI. Mithridates zamanında duyulur.

Mithridates: Sulla’nın komutasındaki Roma ordusuna yenilerek, Pergamon bölgesini boşaltır ve Pitane şehrine sığınır. Orası da kuşatılınca, deniz yoluyla kaçmayı başarır. Daha sonra, şehir hakkında herhangi bir bilgi bulunmuyor. Günümüzde, şehirle ilgili mimari bir kalıntı da yok. MÖ.6’ncı yüzyıla tarihlenen bir erkek heykeli, günümüzde Bergama Müzesinde sergileniyor.

Ayvacık tanıtımı.

Bergama tanıtımı.

Kınık tanıtımı.

Ayvalık tanıtımı.